BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
Bozdağ AA Editör Masasında konuştu: İlk dört maddesinde değişiklik öngörülmüyor.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ Anadolu Ajansı’nın Editör Masası toplantısında, gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakan Bozdağ’ın konuşması şu şekilde:

Reina saldırısının olduğu günden bu güne kadar geçen süre içinde bütün imkanları seferber ederek kameralardan tutun diğer dijital verilere kadar her ne varsa en ince ayrıntısına kadar değerlendirmek suretiyle teröristi adeta izlerine baka baka takip ettiler. Neticede de yakaladılar. Bu polis teşkilatımız için çok büyük bir başarıdır tekrar tekrar kutluyorum. Bu vesile ile Reina saldırısında hayatını kaybedenlere bir kez daha Allah’tan rahmet, yaralılara Allah’tan şifa diliyorum.

DEAŞ’a DAİR ÖNEMLİ BİLGİLERE ULAŞILACAK

DEAŞ terör örgütü ile bu eylemin bağlantısı güneş gibi ortada. Zaten ortaya çıkan şu ana kadar bütün veriler de DEAŞ terör örgütünü işaret ediyor. DEAŞ terör örgütü adına böylesine büyük çaplı bir eylem gerçekleştirip de yakalanan bir isim olması nedeniyle son derece önem arz ediyor. Çünkü soruşturma sırasında DEAŞ terör örgütüne dair önemli bilgilere ulaşılacağı kanaatini taşıyorum. Özellikle Türkiye içerisinde DEAŞ terör örgütüyle irtibatlı olanların bulunması tespiti bunların yargıya teslim edilmesi ve çalışma yöntemleri konusunda önemli veriler elde edilebileceğini değerlendiriyorum. Umarım öyle olur.

BİNLERCE KAMERA İZLENDİ

2 binden fazla polisin bu süreçte görev aldığını görüyoruz. Binlerce kamera görüntüsünün tek tek izlenip analiz edildiğini ve tespit edilen izleri takip noktasında pek çok noktaya ulaşıldığı hem İzmir’de hem İstanbul’da değişik yerlerde operasyonlar yapıldığını görüyoruz. Esasında bunların tamamı sürülen başarılı iz takibini doğal bir sonucudur. Bu iz takibi çok sağlıklı bir şekilde yürütüldüğü için de sonuca ulaşıldı. Bu sadece emniyet istihbarat veya milli istihbaratının değil aynı zamanda vatandaşlarımızın da bilinçli bir şekilde emniyetimize verdiği bilgiler de etkili oldu. Pek çok veri geliyor vatandaşlarımızdan bu verilerin ne kadar isabetli ne kadarı değil tam bilme imkanına sahip değilim ama bunlar da son derece önemli netice almada katkı sağladığını düşünüyorum.

VATANDAŞIN DESTEĞİYLE BULUNACAK

Adil Öksüz, 15 temmuz 2016 darbe teşebbüssünün önemli aktörlerinden birisi maalesef o süreçte yakalanmasına rağmen serbest kalması sonucu halen aranmaktadır, bulunamadı. Ortaya çıkan deliller gösteriyor ki Adil Öksüz, darbe teşebbüsünde kilit rol oynayan isimlerden birisi. İfadeler içerisinde o gece Akıncılar Üssü’nde Adil Öksüz’ün olduğunu söyleyen kişiler var. Şu ana kadar elde edilen veriler önemli bir aktör olduğunu gösteriyor. Daha önce de açıkladım esasında Adil Öksüz bu kadar saklanma becerisine sahip birisi değil. Benim değerlendirmeme göre. Onun birileri tarafından saklandığını düşünüyorum. Çünkü Adil Öksüz ismi Türkiye kamuoyuna mal olduktan sonra resimleri görüntüleri bütün halkımız tarafından bilindi. Türk halkı da bu darbe teşebbüsüne karışanlar konusunda en az  bizim kadar hassas. Bir yandan istihbarat, bir yandan emniyet birimlerimiz görevlerini yaparken vatandaşlarımız da Adil Öksüzü gördüğü zaman kolluk kuvvetlerine, istihbarat birimlerimize mutlaka bilgi aktaracaklardır.  Bu açıdan Adil Öksüz'ün kafasını bulunduğu yerden dışarı çıkarabilme şansının olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Bir yerde birileri tarafından saklandığını düşünüyorum. Ama eninde sonunda Türk polisi veya jandarması, güvenlik güçlerimiz halkımızın da desteğiyle Adil Öksüz'ü saklandığı inde bulacak onu da yargıya teslim edecektir. Tıpkı DEAŞ’lı teröristin yargıya teslim edildiği gibi. Aynı şeyin gerçekleşeceğine ben inanıyorum. Şu anda henüz ulaşılamadı, büyük bir çabasının sürdüğünü iz takibinin yapıldığını biliyoruz. İnşallah bu iz tabi ki burada olduğu gibi sonuca ulaşır.

SINIR DIŞINA ÇIKMAYI BAŞARDIĞINA İHTİMAL VERMİYORUM

Bazı olaylar yorumlanmak suretiyle değerlendirmeler yapılıyor. Ben Adil Öksüz'ün Türkiye sınırları dışına çıkmayı başardığına ihtimal vermiyorum. Çünkü olay oldu, hemen arkasından konu deşifre oldu, güvenlik güçleri harekete geçti ve Türkiye'nin bütün hudut kapıları ve dışarı çıkabilecek ne varsa hepsi bilgilendirildi ve tedbirler alındı. Vatandaş çok bilinçli bir noktada duruyor. Bir hareket hali olur olmaz halkımız tarafından ilgili birimlere iletileceğini düşünüyorum. O yüzden Türkiye’de fazla bir hareket ettiğini düşünmüyorum. Güvenlik güçlerimiz işin takibinde ben Türkiye’de olduğunu düşünüyorum.

DEŞİKLİĞİ BİR ŞAHIS MESELESİ OLARAK GÖRMÜYORUZ

CHP ile bizim ayrıştığımız temel noktalarından birisi, esasında bu değişikliği anlamadıklarını gösteren temel noktalardan birisi bu. Onlar zannediyor ki bu değişikliği kendimiz için istiyoruz veya liderimiz, Cumhurbaşkanımız istiyoruz diye düşünüyorlar. Ellerinde bu kadar imkan var, yürütme var yasama var,  yapamadıkları hiçbir şey yok öyleyle neden bunu istiyor diye bir değerlendirme yapılıyor. Esasında işin bamteli de burası. Bunu Kendimiz, Sayın Cumhurbaşkanımız yada başka bir şahıs için Türkiye için istiyoruz.  Türk milleti için istiyoruz. Bu meseleyi bir şahıs meselesi olarak hiç görmedik. Memleket meselesi diyoruz.

65 HÜKÜMETİN ORTALAMA ÖMRÜ 17,5 AY

Nedenine gelince; Türkiye geriye dönük baktığımızda 93 yıl geçmiş Cumhuriyetin ilanından bu yana 65 hükümet kurmuşuz. Hükümetlerin ortalama ömrü 17,5 ay ortalama ömrü. Bu kadar zaman içinde bu kadar hükümet kurmuşuz. Siyasi bir istikrarsızlık yaşamış ve Türkiye istikrarsızlıktan sürekli kaybetmiş. 1960 ile 80 arasına baktığınızda orada 3 dönem var tek başına iktidar var, onun dışında tüm koalisyon.  Ak Parti Dönemine bakın biz 7 hükümet kurmuşuz son 15 yılda, tek başına iktidarız ama 7 hükümet kurulduğunu görüyoruz. Dolayısı ile bir siyasi istikrar ihtiyacı Türkiye’de çok açık var. Hatırlarsanız 7 Haziran’da sandıktan siyasi istikrar çıkmayınca Türkiye’de büyük sıkıntılar oldu. Parlamenter sistem her zaman tek başına iktidar çıkarmıyor. Halk sandıkta oy verdiği zaman tek başına iktidar çıkabiliyor. Ama halk oyunu böldüğünü zaman tek başına iktidar ve siyasi istikrar çıkmama ihtimali de yüksek nitekim geçmişte biz bunu defalarca yaşadık.  

İKTİDAR YETKİSİ HALKTAN ALINACAK

Biz diyoruz ki: Türkiye’de bundan sonraki dönemlerde her zaman Tayyip Erdoğan gibi halkıyla bütünleşmiş, halkın sevdiği, halkını seven, güçlü liderler olmayabilir. Öyle bir sistem kuralım ki o sistem daima siyasi istikrar ortaya çıkarsın. Daima güçlü iktidarlar kursun. İşte Cumhurbaşkanlığı sistemi doğası gereği siyasi istikrar ve güçlü iktidar kuracak. Çünkü sistemin zorunlu sonucu bu. Hangi seçime giderseniz gidin seçimin sonunda birisi iktidar olacak hem de güçlü iktidar olacak. İktidar yetkisini de halktan alacak. O nedenle Türkiye’nin geleceği bakımından bunun son derece büyük bir önemi var. Bugün Türkiye'de çift başlılıktan kaynaklanan sorunları yaşamıyor görünebiliriz ama geçmişe dönüp baktığınızda yürütmenin çift başlı olması çok büyük tartışmalara yol açtı. Bir yanda Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Bakanlar Kurulu var.

YÜRÜTMEYİ TEKLEŞTİRMEK LAZIM

Merhum Özal ile Mesut Yılmaz arasında yaşananlar. Aynı partidenler. Merhum Demirel ile Tansu Çiller arasında yaşananlar ikisi de aynı partiden ama adete kanlı bıçaklı oldular. Sezer ile biz aynı partiden değildik ama bizim dönemde de sayın Sezer ile hükümet arasında çok ciddi tartışmalar oldu. Hatırlarsanız merhum Ecevit Sezer’i Cumhurbaşkanı yapmıştı ve Anayasayı fırlatıp büyük bir ekonomik krizin de önünü açmıştı o zaman ve bu kavgadan Türkiye hep kaybetti. Artık çift başlı yürütmenin doğurduğu olumsuzlukları Türkiye daha fazla taşıyamaz. Yürütmeyi tekleştirmek lazım. Halk diyor ya ‘Çatal kazık yere batmaz’ bu çatal kazık yere batma hadisesini bizim tamamen gündemden kaldırmamız gerekiyor, onun için de yürütmeyi tekleştirmek ve Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmek gerekiyor. Bu kavgalar çok geçmişte yaşandı tek ben bir hafıza tazelemesi yaptım. Aynı parti içinden kavgalar, bir de partiler farklı olduğu zaman. Cumhurbaşkanı artık eskiden parlamentodan çıkıyordu. Sezer’i Ecevit ve arkadaşları seçmişti. Ama buna rağmen Sezer ile aralarında kavga çıktı. Parlamentoyu da Cumhurbaşkanını da halk seçiyor. Cumhurbaşkanının arkasındaki güç iktidardan daha büyük bir güç. Burada bir çifte meşruiyet  sorunu doğuyor. Bunu da çözmek, bir noktaya taşımak gerekir. Hem hükümet için aynı şey hem öbür taraf için aynı şey.

CUMHURBAŞKANINI SEMBOL ÖTESİNE TAŞIDI

2007 referandumundan sonra Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi Cumhurbaşkanı sembolik olmanın ötesine taşıdı. Eskiden sembolik bir görevi var deniyordu. Ama Anayasa’da Cumhurbaşkanı sembolik görevi yok. Şu andaki mevcut anayasaya baktığınızda Başbakan’ın önerisi üzerine Bakan atamak Cumhurbaşkanı onaylıyor, görevden almak Cumhurbaşkanı onaylı, Başbakan’ın Bakanlarını seçme yetkisi vermiyor bu sistem. Cumhurbaşkanı ‘hayır’ dedi, bu bakan olmayacak, öbürü yok bakan olacak, alıyorum almıyorum. Kavgaların büyük bir kısmı esasında biraz da buradan çıkıyor. Şimdi 2014’de Cumhurbaşkanın doğrudan halk tarafından seçilmesiyle beraber sistemin doğasında bir değişiklik ister istemez oldu. Hatırlarsanız sayın Ekmeleddin İhsanoğlu ne dedi ‘Ekmek için Ekmeleddin’ dedi. Esasında pasif bir Cumhurbaşkanlığı veya sembolik Cumhurbaşkanlığı önerisi bunu demezdi. Bu ne demek Cumhurbaşkanı ekmek mi verecek. Hayır. Ama yeni sistem Cumhurbaşkanını aktif olmaya zorluyor. Halkın meselelerini takibe zorluyor. Cumhurbaşkanını hükümeti, parlamentoyu, milletin meselesini kendi meselesi olarak görmeye zorluyor, dış politikayı takibe zorluyor. Çünkü vatandaş ‘Ben sana oy verdim, seni Cumhurbaşkanı seçtim ne yaptın?’ sorusuna muhatap olmaya zorluyor. O yüzden de Türkiye’de Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesi ile ortaya çıkan durumun da sürdürülebilir olmadığı çok ortada.

KENDİMİZİ VE SİSTEMİ SORGULAMAMIZ GEREKİYOR

Bu gün Cumhurbaşkanı Bakanlar Kurulu istediğin de toplantıya çağırabilir mi? Çağırabilir. Anayasa izin veriyor. Her hafta isterse çağırabilir mi? Çağırabilir. Yadırgıyorlar şimdi. Önceki Cumhurbaşkanları kullanmamış bu yetkiyi sayın Cumhurbaşkanımız çağırdı kullandı. Anayasa’da var mı bu yetki? Var. Ama halk Cumhurbaşkanı seçince Cumhurbaşkanı bu yetkisini kullanmak isteyecektir ve kullanıyor da. Bu yeni duruma göre bizim kendimizi sorgulamamız, sistemi de sorgulamamız gereklidir.

OPERASYONLARLA PEŞ PEŞE İSTİFALAR

Parlamenter sistem çok operasyona açık bir sistem. Nasıl açık bir sistem? Hatırlarsanız Güneş Motel olayı oldu, vekil transferiyle iktidar değişikliği yapıldı.  12 Mart 1971 muhtırası sonrası parlamento açık kaldı, o parlamento açıkken hükümetler kuruldu. Tam dört hükümet kuruldu o dönemde. Hatırlarsanız MC hükümetleri o dönemde kurumdu. O dönemlerde de yine onlarla kuruldu. 28 Şubat porstmodern muhtırası verildi merhum Erbakan hükümeti istifa etmek zorunda kaldı. Arkasından Doğruyol Partisi’ne operasyon yapıldı DTP diye parti çıktı ve yeni hükümet kuruldu. En son örneği 2002 yılını hatırlayın merhum Ecevit'in partisine bir operasyon yapıldı. İktidar değişikliği için. Bir bakıyorsun merhum İsmail Cem gibi Ecevit’e en yakın olan isim istifa ediyor. Noldu diye bakarken son dakika bir başka vekil istifa ediyor. Adalet peş peşe istifalar geldi. Seçim kararı alınmak zorunda kaldı.

MİLLETİN EKMEĞİNDE GÖZÜ OLANLAR OPERASYON ÇEKEMEYECEK

Kirli, ahlaksız ve hukuksuz operasyonlarla iktidarlar yıkılabiliyordu geçmişte. Şimdi cumhurbaşkanlığı sistemi esasında sermayenin, medyanın, karanlık güçlerin, kirli güçlerin, dış güçlerin, milletin iradesi dışında iktidar belirleme yetkisini ve gücünü elinden alıyor. İktidarı kirli, ahlaksız ve hukuksuz operasyonla değiştirme imkanını ortadan kaldırıyor. Bu da son derece önemli. Artık  bizim dönemimizde Ak Parti’ye de bir sürü operasyonlar çekmeye kalktılar, kapatma davası, Gezi olayları, 17-25 Aralık ve darbe teşebbüsü bunlardan birisidir. Geriye dönük Cumhuriyet mitingleri bir sürü şey. Bütün bu operasyonlara rağmen biz ayakta durduk, neden? Halk bizim arkamızda olduğu için. Şimdi biz istiyoruz ki artık ahlaksızların, hukuksuzların, namussuzların Türkiye'nin ve Türk milletinin ekmeğinde aşında gözü olanların operasyon çekemeyeceği bir hükümet sistemine Türkiye'yi geçirelim, işte bu bu tam da bunu sağlıyor.

İKTİDARA GETİREN DE GÖTÜREN DE HALK OLACAK

Düşün bir parti  276 veya 290 milletvekiliyle iktidar. O zaman ne yapıyor milletvekilleri parti genel başkanını tehdit edebiliyor. ‘Bak siz bunu böyle yaparsanız iyi olur yapmazsanız ben istifa ederim. Yalnız da değilim, yanımda 4-5 tane başka arkadaşım var istifa edirim’ Yada koalisyonsunuz, o zaman da koalisyon ortağınız sizi tehdit ediyor. Diyor ki bak şöyle yaparsan şöyle, böyle yaparsan böyle olur. Sen cesur kararlar alamıyorsun ülkenin menfeati için.  Medyası, sermayesi, gizli örgütleri, içerideki, dışarıdaki birtakım haydutların hepsi sana çullanabilir, kaset operasyonları yapabilir, parayla, dolarla, lirayla satın alarak operasyon yapabilir, şantaj yapabilir, tehdit yapabilir ve sen zayıfsın iktidar düştü, düşecek havası insanlarda nasıl psikolojisini böyle oldu, olacak şeyler olduğu zaman psikolojiyi bozuyorsa o ülkenin de ayarını bozabilir. İşte bu sistem artık 'hükümet düştü, düşecek, yarın şu istifa ettiyse gider, bu gelirse durur, şurası düğmeye basarsa bunlar duman olur' hesabı tamamen ortadan kalkacaktır. Onun için dikkat ederseniz, iktidarlar üzerinde baskı kuran ve iktidarları gütmek isteyen çevrelerin tamamı cumhurbaşkanlığı sistemine karşı. Dışarıdaki güçler de karşı, neden? Çünkü dış müdahalelerle esasında içerideki pek çok yer harekete geçiyor ve iktidar değişikliğiyle sonlanıyor. Onlar da karşı iktidarı beğenmedikleri zaman iktidarı götürecek şu anda parlamenter sistem içerisinde ellerinde o kadar çok argüman var ki şimdi bunların tamamı kaldırılıyor, iktidara getiren de götüren de sadece halk olacak. Halka rağmen iktidar değişikliği yok ve bu Türkiye'nin hayrına olan bir şey. Bir de hızlı karar alma alınan kararları hızlı uygulamak için de buna ihtiyaç var. Türkiye'nin etrafı yangın yeri gibi, öyle bir yerde istikrar adası bir ülke olan Türkiye'nin iktidarının da istikrar merkezi olması da çok önem arz ediyor.

AK PARTİ GÜCÜNÜN ZİRVESİNDE BUNU İSTİYOR

Geçmişte merhum Erbakan ile merhum Türkeş daha işin başında sistem değişikliğini istemişler tek başlı yürütme istemişler. Merhum Özal ile merhum Demirel de Cumhurbaşkanı olduktan sonra Türkiye için mevcut sistemin yetersizliğini görmüşler Cumhurbaşkanı Sistemi, tek başlı yürütme sistemi istemişler o zaman başkanlık demişler ona. Merhum Özal ile Demirel’in gücünü kaybettiği dönem bunu istediğini görüyoruz. Erbakan ile Türkeş’in gücünün bu işleri yapmaya yetmediği dönemde istediğini görüyoruz. AK Parti'nin bunlardan bir farkı var. Eğer biz kendi nefsimiz için bunu istemiş olsaydık, yasama ve yürütmeyi elinde bulundurduğumuz bir dönemde, yasama ve yürütmenin birbirinden tam bağımsız olduğu bir sistemi gündeme getirmememiz lazım. Biz bunu Türkiye, Türk milleti ve Türkiye'nin geleceği için istiyoruz. Cumhurbaşkanlığı sistemi, güçlü liderlik özelliği olanların Türkiye'de cumhurbaşkanı seçilmesini zorlayacaktır. CHP'yi düşünün yüzde 26 oy alıyor. Yüzde 51 alması için 25 puanlık oya ihtiyacı var. Bu 25 puanı nereden alacak? Başka partilerden alacak. Sıradan bir aktörle oyunu 25 puan artırabilir mi? Arttıramaz. Onun için ne yapacak, güçlü bir aktör bulup aday yapacak. Başka partiler de AK Parti de aynısını yapacak. Sonuçta kim kazanırsa kazansın güçlü liderlik özellikleri olan biri Türkiye'nin cumhurbaşkanı olacağı için Türkiye kazanacaktır. Sağdan da kazansa, soldan da kazansa Türkiye kazanacaktır, başka görüşten de olsa yine Türkiye kazanacaktır.

MERKEZİ GÜÇLENDİRECEK

Hep konuşuluyor, kutuplaşma olur, şu olur, bu olur. Bu sistem ayrışmanın, kutuplaşmanın da pan zehiri bir sistem, kutuplaşma olmaz burada, ayrışmada olmaz. Neden çok açık?  AK Parti'nin bugün oyu yüzde 49 küsur oy.  Bizim cumhurbaşkanı seçimini kazanabilmemiz için yüzde 51 civarında oya ihtiyacımız var. Bizim başka partinin oyuna ihtiyacımız var. CHP’nin 25 puanlık oya ihtarcı var. MHP ve HDP'nin de başka partinin oyuna ihtiyacı var. O zaman ne olacak? Herkes, kendi ideolojisi etrafında bir dünya örmektense başka ideolojileri de kucaklayacak bir yola gitmesi gerekecek. Toplumun değerleri ile kavga etmeyi bırakacak, toplumu hizaya getirip kendi istediği gibi bir kalıba sokmaktan vazgeçecek, millet ne istiyor ona bakacak. Bundan sonraki süreçte milletin değerleriyle kavga ve alay eden, bunlara düşmanlık eden birinin cumhurbaşkanı seçilmesi, yürütme yetkisini milletten alması mümkün değildir. Bu ne yapacak? Bu radikal unsurları, uçları merkeze çekecektir. Merkezi güçlendirecek. İnsanların üsluplarını marjinal grupların üslubu olmaktan çıkarıp milletin üslubu haline dönüştürecektir. Türkiye'de bir bütünleşmeyi de kendiliğinden sağlayacaktır.

30-40 YIL BİR KİŞİ AYNI KOLTUKTA OTURMAYACAK

Bir başka şey de bu, siyasette sürekli değişim demektir. Kaybeden hemen gidecek. Kazanan 5 sene sonra ya da çok başarılı oldu 10 sene sonra gidecek. 30-40 sene bir kişinin aynı koltukta oturduğu Türkiye kapanıyor. 5 senede, bilemediniz azami 20 senede yürütmeyi elinde bulunduran kişilerin değiştiği bir sisteme gidiyor Türkiye. Bu siyasette dinamizm demektir, değişim demektir ve yeniliklerin topluma daha hızlı şekilde yansıması demektir. Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı sistemine ihtiyacı var. Hem siyasi istikrar, güçlü iktidar, hızlı karar alma, kararları hızlı uygulama, ahlaksız ve kirli operasyonlara kapalı olma hem de milletin sürekli iktidar tayin edici olması sürekli bir değişim için biz Cumhurbaşkanlığı diyoruz.

İKİNCİ TURDA OLUMSUZLUK BEKLEMİYORUM

İkinci turun, 340 ile 347 arasında bir oyla geçeceği şeklinde bir kanaatim var, ikinci turda herhangi bir olumsuzluk beklemiyorum. AK Parti ve MHP'nin milletvekilleri ile liderleri bu sürece samimi olarak sahip çıktılar, çıkmaya da devam ediyorlar. Ben o yüzden ikinci turda bir olumsuzluk beklemediğimi ifade etmek isterim. Teklif ondan sonra milletin hakemliğine gidecek, kararı milletimiz verecektir. Kararın hayırlı olmasını diliyorum

İLK DÖRT MADDESİNDE DEĞİŞİKLİK ÖNGÖRÜLMÜYOR

Anayasa'nın ilk dört maddesinde, teklifle değişiklik kesinlikle öngörülmüyor. CHP, 'İlk dört madde değiştiriliyor.' diye argümanlar kullanıyor, resmen yalan söylüyorlar. Milletin gözünün içine bakarak yalan söylüyorlar. Bu maddeleri doğrudan değiştiren hüküm olmadığı gibi dolaylı değiştiren hüküm de yok, zayıflatan hüküm de yok. Bütün bunlara rağmen maalesef bütün insanların da aklıyla alay edercesine ilk dört maddeyi değiştirdiğimiz iftirasını en üst düzeyden en aşağıya doğru dillendiriyorlar. Bunun değerlendirmesini halkımız zaten yapacaktır. Onlar milletimizin bu maddelerdeki hassasiyetini istismar etmek için bilerek yapıyorlar. Toplumun hassasiyetini kaşıyarak, onları aldatarak cumhurbaşkanlığı sisteminin karşısına dikmek istiyorlar. Cumhurbaşkanlığı sistemini öngören değişikliklerin hiçbirisi Anayasa'nın ilk dört maddesinde doğrudan ve dolaylı değişiklik öngörmemektedir.

YÖNETİM ŞEKLİ CUMHURİYETTİR

Türkiye'nin yönetim şekli cumhuriyettir. Cumhuriyetin nitelikleri bellidir. Eğer siz cumhuriyetin niteliklerini değiştirir, başka bir niteliğe büründürürseniz o zaman orada rejim değişikliğinden bahsedebilirsiniz. Şu anda Türkiye'nin yönetim şekli değişiyor mu? Değişmiyor. Onun için burada bir rejim değişikliği kesinlikle söz konusu değildir. 

SİSTEMİN ÖZÜ HALK SEÇECEK

Cumhurbaşkanını halk seçecek, hükümeti halk kuracak sandıkta, bizim getirdiğimiz sistemin özü bu. Bunda cumhuriyete aykırı ne var? Cumhuriyetin özü esasında devleti yönetenlerin veraset yoluyla belinlenmesi değildir, halk iradesiyle belirlenmesidir. Şimdi biz tam da cumhuriyetin kavramsal tanımındakinin gereğini yapıyoruz.

TEK BAŞINA İKTİDAR OLAMAZLAR

Onlar, 'Bu sistem geldiğinde belki biz bir daha iktidar olma umudunu kaybederiz.' diye düşünüyor olabilirler. Ben diyorum ki CHP'lilere, CHP'nin esasında parlamenter sistemde iktidara gelme şansı yok. Gerçekten yok. Bu sistem gitsin, CHP muhalefet olmaya devam edecektir, iktidar olamaz. Parlamenter sistemde, bütün seçimlerde görüyoruz, seçmen kitlenmiş yüzde 25-26'ya. Sayın Baykal gitti, Kılıçdaroğlu geldi ne değişti? Bir şey değişmedi. Şimdi buraya kitlenmiş, aynı seçmen tabakası orada değişmiyor, yenilerini katamıyor. Şimdi öyle olunca diyor ki 'Ben bu kadar oy alırsam, koalisyon yoluyla iktidar olma umudum var. Onun için sistem değişmesin.' Ben de tam tersini söylüyorum, diyorum ki parlamenter sistemde CHP'nin koalisyona girme şansı çok zayıf, yok demiyorum. Tek başına iktidar olma şansı ise sıfır. Ama cumhurbaşkanlığı sisteminde CHP'nin Türkiye'yi yönetme yetkisini elde etme ihtimali var. Neden var? Sağdan diyelim bir cumhurbaşkanı adayı gösterildi, kazandı ama başarısız oldu. Şimdi değiştirdiler adayı, ikinci dönem bir tane daha geldi, o da başarısız oldu. Bu arada CHP, milletin değerleriyle barışık, sadece CHP'lilerin ayakta kendinden geçmişçesine alkışladığı biri değil de sağdakilerin de alkışlayabileceği bir ismi aday gösterdi. O zaman CHP'nin gösterdiği bir adayın Türkiye'de cumhurbaşkanı seçilebilme ihtimali yüksek.

İKTİDAR YOLUNU AÇIYORUZ

CHP'nin, marjinal fikirleri savunan, milletin değerlerini, milleti aşağılayan, milletin inançlarıyla kavga eden birini değil de milletin değerlerine, millete saygı duyan, milletle bütünleşebilen, bütünleşme özellikleri olan güçlü birini aday gösterdiği zaman, bugünkü sistemden daha fazla yürütme yetkisini kullanabilme yetkisini halktan alma şansı vardır. Ben onun için onlara diyorum ki 'Sizin iktidar yolunuzu biz açıyoruz, gelin siz de evet deyin.' Ama onlar kendilerine inanmadıkları için buna karşı çıkıyorlar.

PARTİLİ OLMAYAN CUMHURBAŞKANI VAR MI?

Bugün, 'Cumhurbaşkanı partili olursa tarafsız görev yapamaz.' diyenler, yine büyük bir abartı, çarpıtma yapıyorlar. Neden? Belediye meclis üyeleri, il genel meclis üyeleri, belediye başkanları, milletvekilleri, bakanlar, başbakan, meclis başkanı partili mi? Partili. Peki bunlar, herkesin belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi oluyorlar, herkesin belediye başkanı oluyorlar, 80 milyonu temsil eden milletvekili oluyorlar, herkesin bakanı, başbakanı, meclis başkanı oluyorlar, görevlerini tarafsız yapabiliyorlar, biz tarafsız yaptıklarını kabul ediyoruz ama 'Türkiye'nin cumhurbaşkanı partili olursa, görevini tarafsız yapamaz.' diyoruz. Bu büyük bir çelişki değil midir? Eğer partiyle ilişkisi kesilecekse, o zaman başbakanın da meclis başkanının da bakanların da kesmemiz lazım. Bu esasında siyasetin her işi kötü yapacağı konusundaki bir yanlış kabulün dışa vurumundan başka bir şey değildir. Bazılarında öyle bir anlayış var, 'Bu işe aman siyasileri karıştırmayalım, yanlış yapar, bu işe siyaset bulaşırsa berbat olur, kurullar kuralım, yetkileri siyasilerden alalım, o kurullara aktaralım, yönetimi kurullar, başka organlar yapsın ama milletin temsilcileri bunu yapmasın.' Bu, siyaseti küçümseyen, millete hor bakan bir anlayışın yansımasıdır. O zaman CHP'nin de siyaset yapmaması lazım çünkü onlar da siyaset yapıyorlar. Cumhurbaşkanları içerisinde partili olmayan cumhurbaşkanı var mı? Atatürk milletvekili, partili, aynı zamanda cumhurbaşkanı. İnönü milletvekili, partili, aynı zamanda genel başkan ve cumhurbaşkanı. Bayar partili, milletvekili, cumhurbaşkanı. 1960'dan sonra bu değişiyor. Niye 60 darbesinden sonra bu değişiyor? 60 darbesini yapanlar, çok net söylüyorum, CHP'nin parti kongresinde aldıkları kararları 61 Anayasası'na dönüştüren adamlar ve CHP zihniyetinin farklı benimseyicileri.

İKTİDARI KONTROL EDEN BİR VESAYET MAKAMI

Onun için cumhurbaşkanlığı, 1961 Anayasası'yla iktidarları kontrol eden bir vesayet makamına dönüştürülmüştür. Şu anda Türkiye seçime gidiyor, parlamenter sistemde başbakan kim olacak belli değil. Sadece Anayasa, 'Milletvekillerinden başbakan olur.' diyor. 'En çok oyu alan veya en çok milletvekili çıkaran partinin genel başkanı milletvekili ise başbakan atanır' demiyor. 'Cumhurbaşkanı milletvekillerinden birini atar.' Kimi atar? Yukarıya bırakıyor. Nitekim merhum Demirel, merhum Erbakan'ın istifası üzerine hükümeti atama yetkisini Sayın Yalım Erez'e verdi. Yalım Erez'in kendi oyundan başka oyu yoktu. Neden? Zamana ihtiyaç vardı yeni bir hükümet oluşumu için. Sonra arkada kulisler yapıldı, yeni hükümet oluşturacak bir yapı ortaya çıkınca da hükümeti götürdü ona verdi. Bakanları, başbakan teklif eder, cumhurbaşkanı onaylar veya azledecek başbakan, cumhurbaşkanının onayıyla azleder. Cumhurbaşkanının istemediği birini bakan yapamaz, cumhurbaşkanının istediği birini de bakanlıktan, başbakanın alma imkanı yok. Şu anda anayasadaki mevcut hükümler, anayasada var bunlar. Kavga sebeplerinden birisi de buradan çıkıyor.

KENDİMİZİ ALDATMANIN ANLAMI YOK

Şimdi bugün başbakan bir valiyi, cumhurbaşkanının imzası olmadan atayabiliyor mu? Atayamıyor. Otomatikman sistemi cumhurbaşkanı marifetiyle kontrol edebilmenin yolunu seçmişler ve hep Cemal Gürsel, Bülent Ulusu, Kenan Evren gibi birilerinin cumhurbaşkanı olacağını planlayarak bunu yapıyorlar. Şimdi Tayyip Bey Cumhurbaşkanı, onlar bunu geçici bir ara dönem gibi görüyorlar ama bir zaman sonra yeniden eski yapıya gelebilir. 1982 Anayasası'nda tahkim etmiş cumhurbaşkanlığı vesayet makamını. Yani halktan alamadıkları iktidarı cumhurbaşkanı üzerinden kullanma iradesini yansıtıyordu. Cumhurbaşkanının üzerinde bir vesayet organı olmayacaktır. Sayın Cumhurbaşkanımız Tayyip Bey, AK Parti'yi kurdu mu? Kurdu. İktidara taşıdı mı? Taşıdı. Yüzde 50 yaptı mı? Yaptı. Şimdi Cumhurbaşkanı seçildi, kağıt üzerinde 'Partisiyle ilişkisi kesilir.' denince, Tayyip Bey'in bütün zihin kodları resetleniyor mu, sıfırlanıyor mu? Yani Tayyip Erdoğan, siyasi görüşü olmayan bir kişi haline mi geliyor cumhurbaşkanı olunca? Daha önce Sayın Demirel, Doğru Yol Partisi'ni kurmuş, iktidara taşımış, ondan sonra cumhurbaşkanı olmuş. Cumhurbaşkanı olunca Sayın Demirel'in birden Doğru Yol Partisi ile gönül bağının, fikri bağının, her şeyinin koptuğunu kabul edebilir miyiz? 'Kağıt üzerinde siliniyor ama gerçekte de silindi.' Olabilir mi? Sayın Özal parti kurmuş, iktidara taşımış, başbakanlık yapmış, genel başkanlık yapmış, cumhurbaşkanı olunca 'Sen partisizsin' demek, uygulanması mümkün olmayan bir şeyi uygulamak anlamına gelir. Bunun neticesi olur mu? Özal partili birisi, kağıt üzerinde çıkarıyorsunuz ama zihninden, kalbinden partisini silmek imkanı var mı?

Herkes Sayın Sezer'in siyasi görüşünü gayet iyi biliyor. Onun için kağıt üzerinde böyle yazması ayrı bir şey, gerçek ayrı bir şey. Şu anda gerçeğe baktığımız zaman, kağıt üzerinde partisiz olan cumhurbaşkanları, gerçek anlamda partililer. Bunu değiştirmenin, kendi kendimizi aldatmanın da bir anlamı yok. Belediye başkanının, milletvekilinin, bakanın, başbakanın partili olduğu halde tarafsız görev yapacağına inanıp, cumhurbaşkanının tarafsız görev yapacağına inanmamak gerçekten büyük bir çifte standarttır. Halkın iradesiyle iktidar olan birisi, halkın cumhurbaşkanı olacaktır zaten. 

TBMM DAHA GÜÇLÜ HALE GELECEK

‘Cumhurbaşkanlığı sistemi gelirse TBMM kapanacak’ gibi yalan üzerine propaganda yapılıyor. Böyle bir şey yok. Bu sistem yürürlüğe girdiği zaman TBMM bugünkünden daha güçlü hale gelecektir. Anayasa değişikliği görüşülüyor, Adalet Bakanı olarak komisyonda, Genel Kurulda ben oturuyorum. Yeni dönemde komisyonda da Genel Kurulda da bakan oturmayacak. Milletvekilleri kendi oturup kendi istişare edecek kanunu, kendi değerlendirecek, neresini istiyorsa değiştirecek, neresini istiyorsa aynen kabul edilecek. Yani bakanın müdahalesi yok görüşme sırasında. Peki ne yapacak? Cumhurbaşkanı bir kanuna ihtiyacı olduğu zaman Meclise bir mesaj gönderecek, 'Benim şu kanuna ihtiyacım var, lütfen bunu çıkarır mısınız?' anlamında. Yani Meclise ricacı olan bir cumhurbaşkanlığı haline dönüştürülüyor yeni sistemde cumhurbaşkanı. Ama şimdi yürütme, eğer iktidarla aynıysa cumhurbaşkanı ikisini beraber götürüyor zaten, cumhurbaşkanı aynı zamanda yürütmenin de başı şu anda. Ama yeni sistemde mesaj gönderiyor. Peki Meclis bu durumda yürütme karşısında zayıflıyor mu, güçleniyor mu? Yapmak isterse yapacaktır, isterse yapmaz. Bu son derece önemli bir konu, Meclisi güçlendiriyor.

YASAMA VE YÜRÜTME TAM AYRILIYOR

Bugün parlamentoda AK Parti Grubu'nun istemediği bir kanun görüşülebilir mi? Görüşülemez. AK Parti'nin istemediği bir denetim yapılabilir mi? Yapılamaz. Yasama da denetim de şu anda iktidar kimse onun izin verdiği veya istediği kadardır. Bu, sadece bugünkü hükümetler için mi geçerli? Hayır. Bugüne kadar gelmiş geçmiş hükümetler için de aynı şey geçerli. Şimdi yasama tam ayrılıyor yürütmeyle, yürütme de tam ayrılıyor yasamadan. Halk yasamayı doğrudan seçecek, yürütmeyi doğrudan seçecek. Kime yasama denetimi görevi veriyorsa onu belirleyecek, kime de yürütme görevi veriyorsa onu ayrı ayrı belirleyecek. Bu, yasama içinden çıkan hükümet uygulamasına son verecek. Bu son derece önemli.

MİLLETVEKİLİ KANUN TEKLİFİ VEREBİLECEK

Yasalaşma işini başlatacak da sonuçlandıracak da milletvekili olacaktır. Sadece cumhurbaşkanı bütçe kanun teklifini parlamentoya gönderecektir. Şimdi soruyorum, sadece hükümetin gönderdiği tasarıları yasalaştıran parlamento mu daha güçlüdür bugünkünden, yoksa hükümetin tasarı göndermesinin yasak olduğu, teklifin sadece vekil tarafından verildiği parlamento mu daha güçlü? Güçlendiriyor bu, son derece önemli ve büyük bir adım.

GENSORU SİSTEM GEREĞİ YOK

Hem milletvekilleri daha güçlü olacak bugünkü sisteme göre hem yasamada tekel ve münhasır yetkisi tartışmasız olacak hem de yasama denetimi bugünkünden daha etkin bir şekilde olacak.  Şimdi konuşuyorlar, 'Gensoru burada yok. Niye gensoru yok? Gensoru sistem gereği yok burada. Eskiden parlamento veriyordu güvenoyunu, şimdi vermeyecek. Niye vermeyecek? İktidar parlamentodan çıkmadığı için vermeyecek. Şimdi iktidar sandıktan çıkacak, halkın iradesinden çıkacak, güvenoyunu halk verecek. Anlayamadıkları bu. Biz diyoruz, 'Yok' diyorlar. Biz, 'Sistem değişti' diyoruz. Parlamenter sistemde devam edip güvenoyunu kaldırsak eleştirme hakkın var. Biz cumhurbaşkanı sistemini getiriyoruz, dolayısıyla güvenoyunu da sadece halk verecektir.

CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ

Muhalefet şunu söylüyor. 'Yasama yetkisini cumhurbaşkanına devrediyorlar. Yasama yetkisi tamamen cumhurbaşkanına geçiyor, parlamento etkisizleştiriliyor.' Onların kullandığı argüman bu. Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle insan haklarına ilişkin kısımlar düzenlenmeyecek. Yani anayasadaki temel haklar düzenlenmeyecek. Siyasi haklar ve ödevler düzenlenmeyecek. Yasamaya ilişkin konular düzenlenmeyecek. Yargıya ilişkin konular düzenlenmeyecek. Diğer bir ifadeyle anayasada kanunla düzenleneceği öngörülen hiçbir konu cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenlenmeyecek. Bunun anlamı nedir? Anayasa'da baktık tam 82 maddede, 'Bu konu kanunla düzenlenir.' kuralı var. 177 madde bugünkü Anayasa, 82'sinde diyor ki 'Kanunla düzenlenir.' Şu anda kanunla düzenlenmiş olan alanlar var. Oralarda da 'Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle düzenleme yapamazsın.' diyor. Türkiye'de kanunla düzenlenmemiş bir konu var mı? Hemen hemen her konuda kanun var. Peki neyi düzenleyecek cumhurbaşkanı, cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle? Sadece bakanlıkların kurulması, merkez ve taşra teşkilatları, bunların görev ve yetkileriyle ilgili.

 Anayasa Mahkemesinin denetimine açılıyor. Anayasaya aykırı yapamayacaktır, anayasaya uygun olacak ve Anayasa Mahkemesi bunu denetleyecektir. İkinci kim denetleyecek? Meclis denetleyecektir. Cumhurbaşkanlığı kararnamesi olan konuda Meclis bir kanun çıkarmak suretiyle cumhurbaşkanlığı kararnamesini de yürürlükten kaldırabilecektir. O zaman cumhurbaşkanlığı kararnamesinin bir hükmü kalacak mı? Kalmayacaktır. Bu da Meclisi cumhurbaşkanı karşısında güçlendiren diğer bir konu. 'Kararname çıkardım, yapmadın, kendim yapıyorum.' dediğinde Meclis diyecek ki 'Dur bakayım, sen bunu çıkardın ama bu yanlış. Ben çıkardığım kanunla bu kararnameyi yürürlükten kaldırıyor.' diyerek kaldırabilecektir.

ABARTILI ÇARPITMA, YALAN

Ayıptır, günahtır. Anayasa'da yazan bir şeyi ilk defa geliyormuş gibi nasıl takdim ediyorlar, yüzleri de kızarmadan bunu söylüyorlar. Nitekim Sayın Cumhurbaşkanı, 7 Haziran 2015 seçimleri sonrasında Anayasa'nın 116. maddesindeki yetkisini kullanmış, Meclis seçimlerini yenileme kararı almış ve 1 Kasım 2015'te de Meclis seçimleri yenilenmiştir. Peki bu teklif ne getiriyor? Bu teklif ilk defa Meclise cumhurbaşkanlığı seçimlerini yenileme yetkisi veriyor. Bunu gizliyorlar. Meclisi güçlendiriyor esasında. Cumhurbaşkanı, bu tekliften sonra yetkisini yine kullanabilecek mi, kullanabilecek ama hiçbir müeyyidesi yoktu. Ama şimdi diyelim cumhurbaşkanı, Meclis seçimlerini yenileme kararı verdiği zaman kendi seçimini de yenilemiş olacak. Müeyyide getiriyor bu, keyfi kullanmasın diye. 7 Haziran'da kullanıldı, cumhurbaşkanı seçimi yenilendi mi? Yenilenmedi. Ama şimdi Meclis seçimini yenileme kararı alınca kendi de seçime gidecek. Zaten iki dönem için seçilebiliyor. Bir dönemin diyelim ikinci senesinde kullandı, üç senesini kendi silip atacak. Bir daha seçilip seçilemeyeceği de belli olmayacak. O zaman cumhurbaşkanı Meclisi fesih yetkisini kullanıp Meclisi seçime kolay kolay, keyfi bir şekilde götürebilir mi? Yapamaz. Bu şimdikine göre cumhurbaşkanının elini zayıflatıyor. Cumhurbaşkanının Meclisi fesih yetkisini kullanmasını zorlaştırıyor, kullanması halinde de kendi seçimini yenileme müeyyidesiyle müeyyidelendiriyor. Bu Meclisi zayıflatır mı? Koruma altına alıyor. Öte yandan Meclise de ilk defa cumhurbaşkanı seçimini yenileme yetkisi veriyor.

İLK DEFA MECLİSE BÖYLE BİR YETKİ VERİLİYOR

Adam, A partisini tutuyor ama ekonomi falan filan hesabı yapınca 'Bizim partinin iktidar şansı yok, o zaman falanca gelmesin, şunlar bana daha yakın.' diyor, götürüp oyunu kerhen istemediği bir partiye veriyor. Ama yeni dönemde insanlar kerhen oy vermekten de kurtulacak. Çünkü yasamaya ayrı yürütmeye ayrı oy verecek. İstikrar endişesiyle oyunu götürecek, cumhurbaşkanı adaylarından birine verecek ama öte yandan da yasamada hangi partiyi tutuyorsa o partiye oy verecek. Belki cumhurbaşkanıyla yasama çoğunluğu ayrı ellerde olacak. Nitekim belediye seçimlerinde görüyoruz, belediye meclisinde ayrı, il genel meclisinde ayrı, büyükşehirde ayrı, başkanlık seçiminde ayrı oy kullanıyor insanlar. Bu imkan da eline geçmiş olacak ve vatandaş bunun ayarını bizden daha iyi vallahi billahi verecektir, hiç endişe etmeyin.

İşte onun için de bu mekanizma diyor ki 'Çoğunluk farklı, cumhurbaşkanı farklı olursa yapacağınız şey belli, uzlaşacaksınız, anlaşacaksınız ve birlikte bu işi yürüteceksiniz. Biz hani diyoruz ya 'Kutuplaşmadan şikayetçiyiz, yürütme yasamayı, yasama yürütmeyi takmıyor.' diye. Bu sistemin özü, tarafları ipleri gererek değil, uzlaşarak ülke yönetimine katkı vermeye zorluyor. Eğer çoğunluk orada farklı gerçekleşirse öbür tarafta da cumhurbaşkanı farklı partiden olursa böyle bir tablo çıkacak, uzlaşacaktır. Uzlaşamadı, yani bu sistemde, bir partili cumhurbaşkanının yasamada kendi partisi dışında başka bir partiyle birlikte hareket edebilme imkanı var.

Sistem, iki tarafı uzlaşmaya zorluyor. Uzlaşmayınca iki tarafa da bir müeyyide getiriyor, diyor ki 'Siz uzlaşmazsanız önümüzde tek seçenek seçim kalıyor. Senin de görevine son veriyorum, senin de görevine son veriyorum, seçime gideceksiniz.' Sistem kendi içinde kilitlenmeyi çözecek anahtara sahip. Bu da tarafların önce uzlaşmasına imkan veriyor. Yani kriz, sermayenin, medyanın, kirli ve karanlık odakların, dışarıdaki ve içerideki hesapçı ve rantçı güçlerin müdahalesiyle değil saf ve temiz olan halkımızın tertemiz oyları ve iradesiyle çözülecektir. Başka yöntemlerle kriz çözme dönemi de kapanmış oluyor. Bu açıdan da son derece önemli. Yani bir kriz olmayacaktır, kriz olabilme ihtimaline karşı kendi içinde kriz çözücü mekanizmalara bu sistem sahiptir.

MAHKEMELERİN TARAFSIZLIĞI HUKUK DEVLETİNİ GÜÇLENDİRİR

Teklif içinde yapılan değişikliklere baktığımızda bu net görülür. Ne getiriyor değişiklik? 'Yargı yetkisi bağımsız mahkemelerce Türk milleti adına kullanılır.' diyor. Şimdi 'Bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır.' diyor yani bu kötü bir şey mi? Mahkemelerin tarafsızlığı hukuk devletini güçlendirir ve güçlendiriyoruz.

Bir askeri yargımız var, bir sivil yargımız var. Askerler, suçlarından Askeri Yargıtay'da yargılanıyor, askeri ceza mahkemeleri var. İdari konularda, Askeri Yüksek İdari Mahkemesi bakıyor. İki ayrı devlet varmış gibi bir görüntümüz var. Şimdi askeri yargıyı kaldırıyoruz ve Türkiye'de asker-sivil kim olursa olsun yargılama usulleri, uygulanacak kanunlar, yargılayacak mahkemeler ve temyiz yerleri bakımından herkesi birbirine eşitliyoruz. Hukuk devletini güçlendiriyoruz ve doğru olanı yapıyoruz. Avrupa Birliği standardında bir değişiklik yapıyoruz.

AYRI BİR ÇARPITMADIR, ÇİFTE STANDART

Eskiden nasılsa şimdi de öyle. Cumhurbaşkanı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile Başsavcı Vekilini seçebiliyordu. Şu andaki Anayasa'ya göre de seçebiliyor. Orada da bir değişiklik yok. Cumhurbaşkanı, Danıştay üyelerinin dörtte birini Anayasa'ya göre atayabiliyor. Şimdi muhalefet 'Yargıyı hep cumhurbaşkanına mı veriyorsunuz?' diyor. Bunlar zaten cumhurbaşkanının belli şartlar altında kullandığı yetkiler arasında.

'Parlamenter sistemde olursa bunlar hukuk devletine, demokrasiye, insan haklarına uygun ama cumhurbaşkanlığı sistemine geçtiğimizde bunların olmaması lazım.' demek ayrı bir çarpıtmadır, çifte standarttır. Yeni değil bunlar. Sanki bunlar yokmuş da cumhurbaşkanına bu yetkiler ilk defa veriliyormuş gibi bir çarpıtma yapılıyor. Bir defa çok net, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Başsavcı Vekili ve Danıştaya üye seçimi konusunda, bu teklifle cumhurbaşkanına verilen bir yetki veya görev yoktur. Sadece Hakimler ve Savcılar Yüksek Kuruluna ilişkin düzenlemede cumhurbaşkanına verilen bir yetki var. O da yeni değil, eski yetkinin devamı.

HSYK’YA ÜYE SEÇME

Cumhurbaşkanı 4'ünü atıyor, eskiden de atıyordu. 7'sini Meclis nasıl seçecek? 3'te 2 üye çoğunluğuyla seçecek. Bugün AK Parti'nin Mecliste 316 üyesi var, hadi MHP ile anlaştığımızı farz et, MHP'nin üyesi 40. 316 artı 40 ne yapar? 356. İki parti seçebiliyor mu? Seçemeyecek, üçüncü bir partiyle anlaşması lazım. Üç parti anlaşamadan HSYK üyesini seçemiyor. Bu yeni anayasa yürürlüğe girdiği zaman da vekil sayısı 600 oluyor. O zaman da 3'te iki 400 oluyor. HSYK'ya üye seçmek için 400 kişi anlaşacak.

Bir parti Allah aşkına 400 vekili çıkarıp HSYK'ya tek başına üye seçebilir mi? Eğer 400 vekil çıkaracaksa zaten anayasayı baştan sona değiştirme hak ve yetkisini elde ediyor, istediğini zaten yapar. Anayasaya ne yazarsan yaz onu değiştirir, başka bir şey getirir. Ama şimdi öngörülen sistem, parlamentoda salt çoğunluğu elinde bulunduran partiye, HSYK'nın 7 üyesinin 7'sini belirleme yetkisini vermiyor. Anlaşmayı, uzlaşmayı şart ve zorunlu koşuyor. Milletimiz kabul ettiğinde, biz 40 gün içinde seçeceğiz, göreceksiniz nasıl olacak.

MİLLETİ ALDATMAK İÇİN BU SÖYLENEBİLİR AMA FİİLEN BUNUN İMKANI YOK

367'yi bulamadık, seçim kilitlenecek mi? Kilitlenmeyecek. O zaman da isimler torbaya konacak, torbadan kurayla belirlenecek. Burada nasıl oluyor da bir parti 7 üyenin 7'sini de çekebiliyor. Birinin bunu bana izah etmesi lazım, fiilen mümkün değil. Yani akıl yormayla milleti aldatmak için bu söylenebilir ama fiilen bunun imkanı yok.

YARGI SEÇİMLERLE BÖLÜNMEYECEK

Yargıda biz iki tane doğrudan seçim yaptık ve yargı çok büyük zarar aldı, çok büyük tahribat gördü. Artık yargımız seçimlerle bölünmeyecek, parçalanmayacak, ayrışmayacak, kutuplaşmayacak ve parlamentonun seçmesiyle daha iyi bir noktaya gelecek. Demokratik meşruiyet güçlenecek. CHP, 'Meclisi bir yandan zayıflatıyorsunuz.' diye iftira atıyor, öte yandan da 'Meclis seçmesin.' diye uğraş veriyor. Ben anlamakta zorlanıyorum. 'Hakimler, Yargıtay, bürokratlar, askerler seçerse iyi ama Meclis seçerse kötü.' Bu, demokrat olmamanın, demokrasiyi tam içselleştirmemiş olmanın göstergesi olmaktan başka bir şey değil.

CUMHURBAŞKANINA SORUMLUKLUK GETİRİLDİ

Mevcut durumda cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu yoktur. Başbakan veya ilgisine göre ilgili bakan sorumludur, cumhurbaşkanının hiçbir sorumluluğu yoktur, sorumsuzdur cumhurbaşkanlığı makamı, siyasi sorumluluğu yoktur. Cezai sorumluluğu da sınırlıdır. Sadece vatana ihanetten dolayı cumhurbaşkanı TBMM'nin üye tam sayısının dörtte üçünün, yani 413 milletvekilinin kararıyla suçlandırılabilir. Yasamanın cumhurbaşkanını denetlemesi de yoktur.

Cumhurbaşkanına siyasi sorumluluk getiriliyor ve yasamanın cumhurbaşkanını değişik yöntemlerle denetleme imkanı getiriliyor. Siyasi sorumluluk neyle getiriliyor? Yürütme tek başlı hale geliyor, cumhurbaşkanı yürütmenin tek başı oluyor ve halk iradesiyle cumhurbaşkanını seçiyor, siyasal denetim yapıyor ve cumhurbaşkanını siyaseten sorumlu tutuyor. Belediye seçimleri oluyor, cumhurbaşkanı partisiyle seçime gireceği için oradan da bir denetim yapılacak, oradan da cumhurbaşkanı yaptığı işlerin nasıl algılandığı konusunda bir siyasal denetime tabi tutulacak. O da bir siyasi sorumluluktur.

Öte yandan Meclis, yürütmeye dönük bakanlara yazılı olarak soru sorabilecek, gündem dışı konuşmalarla Türkiye'nin yönetimine dair denetim yapabilecek, grup önerileri getirmek suretiyle yürütmenin yaptığı işlerle ilgili bugün olduğu gibi siyasal denetim, yasama denetimi yapabilecek. Bazı konulara ilişkin Meclis araştırması isteyerek denetim yapabilecek, memleket meseleleriyle ilgili genel görüşme açmak suretiyle denetim yapabilecek.

CUMHURBAŞKANINA YARGI YOLU AÇILIYOR

Bugün salt cumhurbaşkanını bu yolla denetleme imkanı yok. İlk defa bu geliyor. Şu anda cumhurbaşkanına, tek başına yaptığı işlemlerin tamamına karşı yargı yolu kapalı. Cumhurbaşkanının tek başına işlediği bütün iş ve işlemlere karşı yargı yolu açılıyor, yargı denetimi geliyor. Ayrıca cumhurbaşkanının şu anda resen imzaladığı emir ve kararlara karşı da yargı yolu kapalı, şimdi bunlara karşı da yargı denetimi açılıyor. Cumhurbaşkanı kararnamesi hem siyasal denetim bakımından Meclis'in, yasamanın denetimine tabi hem de yargısal denetim bakımından Anayasa Mahkemesinin denetimine tabidir. Bu yönüyle de bir denetim altına getiriliyor.

Sadece vatana ihanetle suçlanan cumhurbaşkanı işlediği iddia edilen bütün suçlardan dolayı suçlanabilecek ve Meclisin karar vermesi halinde de Yüce Divan'a sevk edilip yargılanmasının da yolu açılacaktır. 600 milletvekilinin 400'ünün kararıyla Yüce Divan'a gidilecek. Şu anda ise 550 milletvekilinin 413'ünün kararıyla Yüce Divan'a gidiliyor. Teklifte bir farklılaşma var, cumhurbaşkanı lehine bir düzenleme var ama karar nisabı bakımdan baktığınız zaman 550'de 413'le giderken, 600 vekilde 400'le gidiliyor. Yani cumhurbaşkanının Yüce Divan'a sevk nisabı cumhurbaşkanı aleyhine kolaylaştırılmış oldu, Meclisin lehine bir düzenleme yapılmış oldu.

DEVRİM NİTELİĞİNDE DÜZENLEMELER

Cumhurbaşkanı Yüce Divan'a gitti. Divan kaç günde karar verecek? O belli değil. Karar verdi, mahkum etti, cumhurbaşkanlığı düşecek mi? O da belli değil. Şimdi süre konuldu ve o süre içerisinde karar vermekle mükellef tutuldu ve ceza alması halinde de cumhurbaşkanının görevi sona erecektir. Bütün bunların hepsi de cumhurbaşkanının hem hukuki hem siyasi hem de cezai sorumluluğu bakımından Türkiye'de devrim niteliğinde düzenlemelerdir ve bunların önemli bir kısmı ilk defa getirilmiştir. Nasıl cumhurbaşkanı tek adam olacaktır? Her türlü eylem ve işlemi yargı denetimine açık, sandıkta halk denetimi var, Anayasa Mahkemesinin cumhurbaşkanlığı kararnamesini denetimi var. TBMM bütün işleri, iddia edilen suçlarla ilgili denetim yapabiliyor, Meclis seçim kararı alarak cumhurbaşkanının görevine son verebiliyor. Bütün bunlara baktığımızda bu sistemin tek adamlığa izin vermeyeceğini çok net göreceksiniz. Çünkü sistemin özü tek adam değil, milletin adamı olana iktidar imkanı veriyor ve yasama ile yürütmeyi birbirinden tam ayırıp güçlendiriyor.

CUMA GÜNÜ MUHTEMELEN BİTER

Meclise süre biçmek kolay bir iş değil ama ben iki veya üç gün içerisinde Meclis görüşmelerinin tamamlanabileceğini değerlendiriyorum. Cuma günü muhtemelen biter. Sarkma ihtimalini zayıf görüyorum ama sarkarsa cumartesi biter. Birinci tura baktığımızda 6 günde bitti. Orada tümü üzerinde, partilerin, şahısların, grupların, Hükümetin, Komisyonunun görüşmeleri ve soru-cevaplar vardı. Şimdi Hükümetin, grupların, şahısların  görüşmeleri ve soru-cevap olmayacak. Bu işin yarısı olmayacak demek. Yarısını çıktığınızda 3 gün sanki bu görüşmelerin tamamlanması için kafi gelir gibi gözüküyor.

Ben 'evet' çıkacağına inanıyorum. Çünkü Türk milleti bu konuyu siyasilerden daha yakın takip ediyor. Parlamentoda da söyledim, millet emin olun iktidardan da daha akıllı, muhalefetten de daha akıllı. Olanı, biteni bizden daha iyi okuyor, daha iyi analiz ediyor, daha iyi değerlendiriyor. O yüzden ben milletimizin bu değişikliğin Türkiye'nin ve aziz milletimizin istiklali, istikbali, istikrarı ve güçlü geleceği için, güçlü Türkiye için, güçlü ve etkin bir yasama ve yasama denetimi, güçlü bir iktidar kurma gerekliliğini bizden daha iyi gördüğüne inanıyorum. 'Evet' diyeceklerine inancım tam. Onun için de 'hayırlı olsun' diyorum.

Milletin basireti bizden yüksek ondan. Vatandaş şimdi olanı biteni gerçekten çok iyi izliyor. Bana gelen mesajlara, başka şeylere bakıyorum ve her şeyi millet çok iyi değerlendiriyor. Bu yüzden milletimizin basireti, bilgeliği ve arifliğiyle bu meselede de yine çözücü bir irade ortaya koyacağına inanıyorum

SÜİKASTTE FETÖ KONUSUNUZDA ŞÜPHEMİZ YOK

Karlov'u öldüren teröristin Fethullah Gülen örgütü FETÖ ile ve Fethullah Gülen ile irtibatı konusunda bizim bir şüphemiz yok. Şu andaki elde edilen deliller bunu çok net bir şekilde ortaya koymaktadır. Yeni veriler ortaya çıktığını biliyorum. O verileri savcılıklarımız değerlendiriyor. Zaten Rus yetkililer de bu soruşturma sürecinde konuyu yakinen Türk yetkililerle beraber takip ediyorlar. Önümüzdeki günlerde belki daha net şeyler söyleme imkanı olacaktır