BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
ADALET BAKANLIĞI 2017 BÜTÇESİ KABUL EDİLDİ

Adalet Bakanlığı 2017 Bütçesi TBMM Plan ve Bütçe Komisyonunda kabul edildi. Komisyon görüşmeleri sırasında konuşan Bozdağ, önemli açıklamalarda bulundu. 

Bozdağ'ın açıklamalarından başlıklar şöyle:

YARGIYA GÜVEN

Yargı hizmetlerinde memnuniyet konusu gerçekten hepimizin üzerinde hassasiyetle durduğu bir konudur. Hepimiz arzu ediyoruz ki yargıdan memnuniyet de yargıya güven de en iyi noktada olsun. Bakanlığımızın çalışmaları da bu amacı gerçekleştirmek içindir. Ama yargının durumunun diğer hizmetlerden biraz farklı olduğunu komisyonumuzun saygıdeğer üyelerine bir kez daha ifade etmekte fayda görüyorum. Zira bir cumhuriyet savcılığına vatandaşımız şikâyette bulunduğunda veya herhangi bir mahkemede dava açtığında veya ceza davası açıldığında sonuç itibarıyla yargılama devam ediyor ve bir karar veriliyor. Kararların hepsinde yarısı kaybediyor. Memnuniyet kaybedenler bakımından doğal olarak oluşmuyor. Yarısı kazanıyor ama kazanlar da istediği gibi kazanamıyor belki beklentisinin altında kazanıyor. O nedenle yargı hizmetlerinden memnuniyet verilerinin diğer hizmetlerle memnuniyet verileriyle aynı kefeye konularak tartışılması bu açıdan yargıya bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Bunu buradan ifade etmek isterim. Ama gönül istiyor ki tabii istatistiklerimiz daha iyi olsun buna rağmen. Fakat şu anda 2015 yılı TÜİK verilerine göre baktığımızda yargı hizmetlerinden memnuniyet oranı 50.4. Yani yarısının kaybettiği kazananın da dilediği gibi kazanamadığı gibi bir alanda veya eleştiri yaptığı bir alanda olan durum. Tabii yargıya güven geri gel... Ha bu rakama baktığınızda geriye dönük gittiğimde 2009 yılında yargı hizmetlerinden memnuniyet 38.7, 2010’da 37.2, 2011’de 38.9. Baktığınızda aşağıdan yukarı doğru bir artan trendin de olduğunu görüyoruz. Ama bu trendin de daha da yukarı çekilmesi elbette bizim de en büyük dileğimizdir. Zaten onun için çalışıyoruz. Yargıya güvene gelince esasında bu yargı hizmetlerinin yargıya işi düşsün düşmesin toplumun genelinde oluşturduğu algıyı ölçen bir şeydir. Adalete güveniyor musunuz, yargıya güveniyor musunuz? Hiç mahkemenin kapısına gitmesiniz dahi vatandaşımızın bu konudaki kanaati giden gitmeyen karışık yargıya güven endeksini ortaya çıkarıyor. Tabii burada da yargıya dönük çok ciddi eleştiriler yapılıyor. Yani bugün yargı kadar eleştiriler hem siyaset tarafından hem Meclis tarafından hem medya tarafından hem işi düşen vatandaşlar tarafından herhangi ikinci bir kurum kolay kolay yok. Yani siyasi partilerden daha çok eleştiri yöneliyor. Çünkü herkesin yargıyla işi var. Ve herkesin yargıdan beklentisi var. Sonuçta bir karar veriliyor. Kararın canını acıttıkları var. İstedikleri neticeyi alamayanlar var. Bu nedenle de yargıya güven endeksi daha düşük cereyan ediyor. Ama biz yargıya güven endeksini de artırmak bakımından ciddi çalışmalar yaptık, yapmaya devam ediyoruz. Bir defa yargılama sürelerinin kısa olması, makul sürede yargılamanın tamamlanması, adaletin gecikmesinin önlenmesi gibi konularda ciddi çalışmalar yapıyoruz. Bir yandan Yargıtay, Danıştay üzerindeki iş yükünü azaltırken öte yandan alternatif uyuşmazlık çözüm yollarını hukukumuza kazandırırken hukukumuz içerisinde olan alternatif çözüm yollarını daha da etkinleştirmeye çalışırken, kapsamını genişletmeye çalışırken pek çok başka attığımız diğer adımlarla da bu alanda makul sürede yargılamayı gerçekleştirmek için ciddi adımlar attığımızı, atmaya devam ettiğimizi ifade etmek isterim. 

İSTİNAF MAHKEMELERİ

Tabii istinaf mahkemeleri bu açıdan çok büyük bir görev ifade edecektir. Gerçekten istinaf mahkemeleri ilk derece mahkemelerinin verdiği kararları baktığı dosyaları esasında ilk derece mahkemesi gibi ayrı bir heyet tarafından ayrı bir gözle incelenmesi sadece hukuksal denetimi değil, vaka denetimi yapması ve dosyanın esasına girerek karar verecek bir nitelikte olması aynı konunun bağımsız ve tarafsız diğer bir mahkeme tarafından incelenmesi kararlardaki isabet oranını da daha yüksek noktaya taşıyacaktır. Bu da son derece önemli bir görev ifade edecektir. Yargıtay ve Danıştay’ımızın hem görev alanını aşarak vaka denetimi yapmak zorunda kaldığı durumdan çıkıp tamamen hukuksal denetim yapan bir mahkemeye dönmesi de ben eminim ki bu da ayrıca Yargıtay ve Danıştay’ımızın yol gösterici ve içtihat istikrarı sağlayarak aşağıya, ilk derece mahkemeleriyle istinaf mahkemelerinin doğru karar vermelerine daha büyük katkı sağlayacağına ben yürekten inanıyorum. Tabii HSYK’nın aldığı kararlar son derece önemli. HSYK bildiğiniz gibi yargı içerisinde görev yapan bazı hâkim ve savcıların meslekten el çektirmelerine karar verdi. Bildiğiniz gibi konuşmamda da ben açıkça ifade ettim. Yargı bağımsızdır ve tarafsızdır. Hukuk devletinin olmazsa olmaz koşuludur. Eğer bu olmazsa hukuk devletinden bahsedemeyiz. 

Hâkim ve savcıların da hukuk devletinin gerekleri olan teminatla donatılması son derece önemli. Anayasamız bu teminatı da koymuş. Ancak maalesef yargı içerisinde görev yapan bazı hâkim ve savcıların hepimizin de yakından şahit olduğu ve ortaya çıkan bütün çıplaklığıyla gördüğü gibi bir terör örgütüyle üyelik irtibat ve irtisam içerisinde olduğu çok net ortaya çıktı. Ortaya çıkan ifadelerde de yüksek yargı seçiminden dahil, Yargıtay’da, Danıştay’da ilk derecede görüşülecek önemli dosyalarla ilgili nasıl kararlar alındığını, ön incelemenin nasıl yansıtıldığını, Pennsylvania’yla nasıl istişare yapıldığına dair pek çok itiraflar da var. Esasında HSYK’nın ihraç yolunda aldığı kararlar yargının içerisinde milletin yargıcı olma, milletin savcısı olma vasfını kaybetmiş, tarafsızlık ve bağımsızlık niteliğini kaybetmiş olanların meslekten uzaklaştırılmaları da bu anlamda yargıya güveni inşa bakımından son derece önemli bir adım olduğunu ifade etmek isterim. 

GÖREVDEN UZAKLAŞTIRILAN YARGI MENSUPLARI

HSYK’nın şu ana kadar görevden uzaklaştırdığı hâkim ve savcı sayısı 3698. 3698. 667 sayılı KHK kapsamında meslekten çıkarılanlar bunların içinde. 3659’u KHK kapsamında. Ama bir kısmı da daha önceden ihraç yapılmış. Görevden uzaklaştırılması kaldırılarak tekrar görev iade edilen de 198 hâkim ve savcı vardır. Görevden uzaklaştırılıp hakkındaki inceleme devam eden de 14 kişi bulunmaktadır. Bu kapsamda hakkında işlem yapılan şu ana kadar kişi sayısı 3871 olmuştur. 

Burada bir hususun altını özellikle çizmekte fayda görüyorum. Hakimler ve savcılar Yüksek Kurulu üyeleri bugüne kadar aldığı meslekten uzaklaştırma kararlarının tamamını oybirliğiyle almıştır. Herhangi bir üyenin bir kişiyle ilgili şüphesi varsa mesleğin vakar onurunu taşıdığına ve tarafsız bağımsızlık vasfını yitirmediğine inanılıyorsa bunlar kesinlikle ihraç kararları içerisinde yer almamıştır. Ve oybirliğiyle alınmıştır. Bu noktada en sağlıklı incelemeyi yapan yerlerden birinin Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu olduğunu buradan ifade etmekte fayda görüyorum. Tabii hem Yargıtay’da hem Danıştay’da bu konuda hem de Anayasa Mahkemesi’nde ihraçlar var. Bunlar da onların değerlendirilmeleriyle yapılmıştır. Oradaki bütün rakamları açıklayıp fazla zamanınızı almak istemem. Ama bu ihraçlarla ilgili hususta gerçekten büyük bir titizlikle çalışıldığını, kimsenin hakkını zedelemeden işin esası neyse doğru olan neyse ona göre Anayasamızın verdiği yetkiler neyse o çerçevede bir hareket yapıldığını ifade etmek isterim. Çalışma yapıldığını ifade etmek isterim. Kamuoyunda işte ben neden atıldığını bilmiyorum diye yapılan açıklamaların hiçbiri gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü herkes kendisine hangi konuda işlem yapıldığını gayet iyi bilmektedir. Burada herhangi bir bilgisizlik söz konusu değildir. Bunu da özellikle ifade etmek isterim. Tabii bu meslekten uzaklaştırmalar yargıda bir boşluğa yol açmasın diye de daha önce staja başlamış olan hâkim ve savcıların staj süreleri kısaltıldı. Mesleğe kabulleri yapıldı. Şu anda 3939 hâkim ve savcı da mesleğe kabul edilerek mesleklerine başlamış oldular. 

Onlar da görevlerini sürdürüyorlar. Yargıda bir boşluk olmaması bakımından son derece önemli. İdam tartışmalarına gelince. Türkiye’de idamın tartışılıyor olmasını tamamen karşılamamak lazım. Çünkü neticede Türkiye demokratik bir hukuk devletidir. İdamı isteyenler olacağı gibi, istemeyenler de olacaktır. İsteyenler gerekçelerini ifade edecekleri gibi, istemeyenler de gerekçelerini ifade edecek ve bir tartışma ortamı oluşacak. Toplum bu tartışmaları değerlendirecek. Parlamento bu tartışmaları değerlendirecek. Ve sonuçta bu tartışmalar bir noktaya varacaktır. Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde Türkiye’nin attığı adımlar son derece önemli. Türkiye bu adımları atmaya elbette devam edecektir. Ama dışımızdaki ülkelerin Türkiye’nin içinde yürüyen bir tartışmadan rahatsız olmamasını da anlamakta zorlanıyorum. Çünkü Türkiye egemen bir ülkedir. Ve Türk vatandaşlarının hepsi de özgürlüğe sahiptir. Her konuyu özgürce tartışabilirler. Almanya’da bir konunun tartışması bizi ilgilendiriyor mu? İlgilendirmiyor. Fransa’daki bir konuda bizi ilgilendiriyor mu? İlgilendirmiyor. Hele o ülkenin doğrudan iç işiyle ilgili olan bir konuysa sizi hiç ilgilendirmiyor. Ama ne gariptir ki Türkiye’nin kendi içerisindeki bir tartıştığı bir konunun tartışılmasından bile AB üyesi ülkelerin rahatsız olduğunu, pek çok kişinin açıklama yaptığını görüyoruz.  O zaman dersiniz ki bizim şartlarımız bu. Siz bizimle beraber olmak istiyorsanız bizim şartlarımız bu diye değerlendirmeyi o zaman yapma hakkınız olur. Ama şu anda tartışmalar devam ediyor. Bu tartışmaların nasıl neticeleneceğini hep beraber göreceğiz. Çünkü bu Anayasa değişikliği yapılmadan gerçekleştirilecek bir konu değildir. Bence tartışılmasından da bunun rahatsız olmamak lazım. Türkiye demokratik ve özgür bir ülkedir. Her şey özgürce tartışılmalıdır. Sayın Başkan, değerli milletvekilleri kanunun izin vermediği yaşta evlenen 

TARTIŞILAN TASARI

ailelerin mağduriyetlerinin giderilmesi için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen kanun tasarısına bir geçici madde eklendi. Biz aslında buradaki niyet çok net, çok açık. Ama büyük tartışmalar oldu ve bu tartışmalar çerçevesinde konu komisyona çekildi. Komisyonda da eklenen fıkra madde metninden çıkarılacak. Ve tasarı bu fıkra olmaksızın yasalaşacaktır. Burada bir hususun altını özellikle çizmek istiyorum. Biz AK Parti Hükümetleri olarak erken yaşta evliliklere karşıyız. Ve bu konuda çok ciddi adımlar attık. Çok önemli değişiklikler yaptık. Belki de Cumhuriyet tarihinde bu alanda en önemli reformları yapan hükümet biziz. İzniniz olursa birkaç örnek vermek istiyorum. Eski Medeni Kanunumuzda, 14 yaşını bitirmiş olan bir kadının evlenmesine müsaade edilebiliyordu, mahkeme kararıyla. Ve 1 Ocak 2002’de yürürlüğe giren yeni Medeni Kanunumuzda 16 yaşını doldurmuş, yani 17’den gün almış olan kişiler mahkeme kararıyla evlenebiliyor. 18’den gün almış kişiler velilerinin muvafakatiyle evlenebiliyor. 18’ini doldurmuş kişiler ise kendi rızalarıyla evlenebiliyor. Bizim ceza mevzuatımız da bu düzenlemeyle uyumlu bir nokta arz ediyordu. Bakın orada da biz önemli değişiklikler yaptık. Bildiğiniz gibi Türk Ceza Kanunu’nda eş, kız kardeş ve frudan birini öldürenler bakımından cezayı önemli ölçüde azaltan özel ağır tahrik düzenlemesi vardı. Yeni ceza kanununuyla biz bunu yürürlükten kaldırdık. Öldürme fiili anası tarafından şerefini kurtarmak gayesiyle yeni doğmuş bulunan çocuğa karşı işlenirse faile 8 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası veriyoruz. Yani namus Saik’iyle kendi öz evladını masum bir çocuğu öldürmeyi adeta ödüllendiren bir düzenleme vardı. Şimdi biz bunu ne yaptık? Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına getirdik. Orada da son derece önemli bir radikal değişiklik yaptık. Türk Ceza Kanunu 82. maddesinde alt soya yapılan öldürme fiilleri ağırlaştırılmış müebbet gerektiriyordu. Biz töre Saik’iyle işlenen cinayetler sadece üst soy, alt soya değil, eşe ve kardeşe karşı da yapıldığı için eş ve kardeşi de bu kanun kapsamına aldık. Töre Saik’iyle cinayet işlenmesini de yine kanuna koyduk. Ve bunları da en ağır yaptırım olan ağırlaştırılmış müebbet hapise bağladık. Yine Türk Ceza Kanunu’nda bu suçlar adabı umumiye ve nizami aliye, aile aleyhine cürümler başlığı altında düzenleniyordu. Esasında bu bir zihniyet yanlışlığını da yansıtıyor. Olaya bakışını da yansıtıyordu. Çünkü kadına karşı işlenen cinsel saldırı ve kız çocuklarına karşı işlenen cinsel istismar suçlarını adabı umumiye ve nizami aliyenin aleyhine bir cürüm olarak görüyor ve adabı umumiyeyi koruyor esasında kanun. Nizami aliyeyi koruyor ve o kişiyi korumuyor. Onun kendi şahsiyetini korumuyordu. Yeni ceza kanununda bu konu, kişilere karşı suçlar, cinsel dokunulmazlığa karşı suçlar bölümü içerisinde düzenlenerek esasında çok büyük bir zihniyet değişikliği de burada yaşandığını ifade etmek isterim. Öte yandan Türk Ceza Kanunu’nda da bu suçlarla ilgili önemli ceza artırımlarını biz getirdik. Bakın neler yaptık? Cinsel suçlarda beden ve ruh sağlığının bozulması halinde cezanın artırılacağına ilişkin düzenleme vardı. Tecavüze uğramış, bir de doktora gönderiyoruz. Ruh sağlığı bozulmuş mu, bozulmamış mı? Şimdi bunu kaldırdık. Ne yaptık kaldırınca da onun doğrudan beden ve psikolojik yapısının bozulduğunu yasa koyduk, kabul etti ve biz bu artırımla konacak cezayı asıl cezaya temel cezaya yansıttık ve çocuğu koruyan önemli bir adım attık. Cinsel taciz suçunun alt sınırı 3 aydı, 6 aya çıkardık. Cinsel dokunulmazlığa karşı suçların sarkıntılık düzeyde kalması halinde mağdurun yetişkin olması durumunda iki yıldan beş yıla, mağdurun çocuk olması durumunda 3 yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası olarak düzenlendi. Bu suç da failin de çocuk olması durumunda soruşturma ve mağdurun velisini ve vasisinin şikayetine bağlı hale getirdik. Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçun yoğun hareketli hasediyle işlenmesi verilecek ceza mağdurun yetişkin olması durumunda 5 yıldan 10 yıla, mağdurun çocuk olması durumunda 8 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası şeklinde düzenledik. Suçun vücuda herhangi bir şey organ veya yani cinsel istismar usulüyle işlenmesi halinde 12 yıldan 20 yıla mağdur yetişkinse 12 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası. Eğer mağdur çocuksa 16 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası öngördük. 15 yaşını, suçun işlenmesini kolaylaştıran vesayet, kamu görevi, koruyucu aile, kayın hısımlı, üvey baba, üvey anne, üvey evlat, evlatlık ilişkisi, yurt ve pansiyon gibi toplu olarak birlikte yaşama zorunluluğu bulunan yerlerde işlenmesi halinde verilecek cezanın yarı oranında da artırılmasını getirdik. 16 yıldan, bu haller işlenirse 8 yıl daha artırılarak 24 yıla çıkarılacaktır. En son Meclis’te olan pakette de 12 yaşın altında olanlarla ilgili de cezayı alt cezayı 18 yıla çıkardık. Ensest ilişkinin cezası eski TCK’da 6 aydan 2 yıla kadar hapis iken biz bunu 10 yıldan 15 yıla kadar çıkardık. Ve ayrıca da bir artım nedeni öngördük. Yine bu konuda pek çok düzenlemeler yaptık. Şimdi bizim ceza, eski ceza kanunumuzda eski daha doğrusu TCK’da 423. Maddemiz vardı. Evlilik vaadiyle birisiyle birlikte olması halinde, sonra vaadini tutmadığında suç ve cezayla karşı karşıya, ceza yaptırımıyla karşı karşıya kalıyordu. Evlenirse ceza düşüyordu. 434. maddede ise tecavüzcü evlendiği zaman dava da erteleniyor, cezanın infazı da erteleniyor. Tecavüzcünün evlenmesini ödüllendiren bir yasa vardı. Bu iki düzenlemeyi de yürürlükten AK Parti hükümetleri kaldırdı ve biz bunları tarihe havale ettik. Ne yaptık, bir düzenleme yaptık. Ve bu düzenlemelerle beraber cezaları artırdık. Biz iradeyi de kaldırdık. Eski ceza kanunumuz 14 yaşını tamamlamış olan çocuğun iradesini var sayıyordu. Biz onu da kaldırdık. Ne getirdik. 16 yaşına girmemiş çocuğun iradesini geçerli bir irade saymadık. Ve 16 yaşın altındaki çocuk cinsel istismara muhatap kaldığı zaman mefruz bir cebrin var olduğunu kabul ettik. Başka hiçbir şeye bakmadan. Eğer o yaştaki bir çocuk birlikte olunduysa bunun zor altında olduğunu ve cebir tehdit altında olduğunu yasa kabul etti ve buna göre cezalar sayıldı. Ve bunların hepsini biz koyduk. Niçin koyduk, bu konuda bir farkındalık oluşturmak, bir kültür oluşturmak, erken yaşta evliliklerin önüne geçmek, cezaları artırarak ve bu konunun toplumumuzun kanayan bir yarası olmaktan çıkarmak için yaptık. Ama takdir edersiniz ki 1 Haziran 2005’e kadar 14 yaşını doldurmuş olan birisiyle ilgili evlendiğinde bir cezasızlık öngören ve 434’te başka düzenlemeler var. Ve bu kanun 30, 40 yıl değil yürürlüğe girdiği günden beri oluşturduğu bir kültür var. Öte yandan toplumun gelenekleri var. Öte yandan başka başka şeyler var. Biz şimdi toplumumuzun içinde olan bu realiteden koparsak o zaman da başka haksızlıklara yol açmış oluruz. Getirilen düzenleme, esasında tecavüzcüleri koruyan, onlara af getiren, onları himaye eden bir düzenleme kesinlikle değildir. Biz bunu anlatamadık. Toplumumuzun içerisinde yer alan bir toplumsal soruna ve bu sorundan doğan mağduriyetleri ortadan kaldırmaya dönük bir düzenlemedir. 

Bu düzenlemeyi niçin getirdik? Bu düzenleme bir Anayasa mahkemesinin verdiği iptal kararında çok net bir şekilde toplumdaki bu gerçekliğe dikkat çekiyor. Onarıcı adaletin dikkate alınmasını istiyor. Meclis’in kurduğu aileyle ilgili bir araştırma komisyonu raporunda o da bu konuya bir çözüm bulmasını öneriyor. Yine de doğrudan bakanlığımıza, bütün siyasi partilere ailelerin ulaştırdığı mağduriyetler var. Aile Bakanlığı’na mağduriyetler var. E biz siyaset yapıyoruz. Toplumda bir sorun varsa, bu soruna sağır kalamayız ki, o zaman bakıyoruz nedir bu sorun diye. Ve bu soruna çözüm arıyoruz. Yaptığımız şey esasında Anayasa Mahkememizin aile araştırma komisyonumuzun ve vatandaşlardan gelen taleplerin doğrultusunda bu konuya bir çözüm bulmaktır. Kesinlikle çok net söylüyorum. Tecavüzlere bir imkân vermek, evlenerek suçtan ve cezadan kurtarmak için getirilmiş bir düzenleme değildir. Bu düzenlemeden, eğer yasalaşmış olsaydı asla bir tecavüzcünün yararlanması mümkün değildir. Olmayacaktır. Ama biz hükümet olarak toplumdan gelen her türlü eleştiriyi değerlendiriyoruz. Komisyonda da tasarı metninden bu fıkra çıkacak. Ve eski haliyle geçecek. Eğer ilerde siyasi partiler bu konuda geniş bir konsensus sağlarlarsa birlikte bir hareket yolu bulurlarsa yeniden gündeme gelebilir. Ama onun dışında bu konu artık kapanmıştır. Bunu buradan ifade etmek isterim. Burada gerçekten iyi niyetli yapılan bir işten çok olumsuz sonuçlar çıktı. Bundan da üzüntümü buradan da ifade etmek isterim. Çünkü ben Adalet Bakanı olarak küçük yaştaki evlilikleri savunan birisi değilim. Ki AK Parti hükümeti demin verdiğim izahatta da anlaşıldığı gibi erken yaşta evlilikleri önlemek için Cumhuriyet döneminin en önemli düzenlemelerini yapan bir iktidar. Bizden daha bu konuda etkin ve netice alıcı düzenleme hiç yapılmadı. 12 yıllık eğitimi de biz bu maksatla getirdik. Başka gerekçeleri de var ama bir gerekçesi de budur. Bunu da buradan özellikle ifade etmek isterim. 

FETÖ 

Bir başka konu, cezaevleriyle ilgili sayın Kuşoğlu söylediler. Bir yazı gitti mi, bizim cezaevlerine ilgili bir yazı gitmiş. Şu anda elimde o yazı. Ama tabii bu yazılar bizim sürekli gönderdiğimiz yazılar esasında. FETÖ’yle irtibatlı olduğu için gündemde yer buluyor. Çünkü herhangi bir güvenlik riski, bir istihbarat, bir başka şeyler geldiği zaman biz rutin olarak iç şeyimizde buna dair şeyleri, çalışanlarımızı uyarıyoruz. Tedbir alın, böyle bir istihbarat var. O istihbarat doğru çıkmayabilir. Ama yüzde 1 ihtimal de varsa, buna karşı bizim tedbir almak, bizim vazifemizdir. Şunu bu vesileyle ifade etmek isterim ki Fethullahçı terör örgütü cezaevlerinde ve cezaevlerinin dışarısında rüyalar üzerinden bir propaganda yapıyor. Bir gün rüyaya Peygamberimiz geliyor. Cezaevinde, şey daha doğrusu cezaevine geliyor bir anlattıklarına göre. Bayram namazı kıldırıyor. Silivri’ye Hz. Yusuf indiriyorlar, o orada bayram namazı kıldırıyor. Onlar görmedik falan deyince de ondan sonra sizin imanınızda zayıflık var diyor, ben gördüm diyor. Örgütün has elemanı öyle diyor. Şimdi bir rüyasında seçim süreci öncesinde bir başka rüyada, çok ilginçtir şimdi bu zulüm var diyor. Zulümden şikâyet ediyor. Sonra kendimi diyor bir konferans salonunda buldum. Bir bayan var diyor. Ona gittim, derdimi anlattım. Bizi dinledi. Sonra dedi ki diyor. Ben size yardımcı olacağım. Ne zaman isterseniz beni arayın. İşte bu benim kartım dedi diyor. Arkasında ben ABD Başkanıyım dedi diyor. Şimdi seçimden önce ama seçimden sonra da yeni seçilmiş sayın Başkan Trump’ı cenaze namazı kıldırmaya götürmüş ve bir rüyada da o gözüküyor. Ve rüyalarında sürekli bir şekilde yarın şu olacak, öbür gün bu olacak. Ayın 18’i bu rüyalarla cezaevinde yayınlanan şeydir. Ayın 22’si öyledir. Yine Eylül’ün içi, Ekim’in başı hatta o rüyalardan birkaçını daha söyleyelim. İzniniz olursa. Diyor ki onlardan bir tanesi. Üçüncü dünya savaşı çıkacak diyor. Rusya’yla Türkiye, şey Amerika savaşacak üçüncü dünya savaşı çıkacak ve biz buradan hemen kurtulacağız diyor. Allah’tan buraya girdik diyor, bu savaşta yoksa dışarıda telef olurduk diyor. Allah bizi korumuş diyor. Şimdi bir başkası diyor ki başka bir şey DEAŞ militanları üç beş bin kişi içeri sokmuş. Kürtlere saldıracak. Kürt Türk savaşı çıkacak. Bomba patlar patlamaz, eve girin, üç gün dışarı çıkmayın diyor. Ayın 23’ünde, ayın 22’sinde herkes dışarıda. Ve bunlar acayip bir şekilde yayılıyor. Ve de çok ilginç bir husus var. O da şu. 100 tane rüya anlatsa veya rüya dışında beklenti doğuracak laf söylese, 100’ü de yalan çıkmış olsa 101.yi söylediğinde yahu 100 tane dedin, 100’ü de yalan çıktı. 101.ye niye inanayım demiyorlar. 101.’ye de inanıyorlar. Çok ilginç bir yapı var. Bu son derece önemli. Tabii cezaevlerine uçaksavar koyduk mu, koyduk. Eskiden Türkiye’nin hiçbir yerinde de bu yoktu. Darbe gecesi olduğu zaman biz bunu çok çıplak yaşadık. Meclis’te helikopterle saldırıyor, indirme yapıyorlar. Yapmaya kalktılar gece. Aşağıda helikoptere karşı Meclis’i koruyacak bir şey yok. F-16 savaş uçakları yukarıdan bomba atıyor. Meclis’i koruyacak bir şey yok. Külliyeyi bombaladılar, orada yok. Başbakanlığa gittik, Başbakanlık’ta yok. Gelişmiş demokrasilerde olmaz bu. Ama darbe teşebbüsü olduğu zaman nereyi alacak? Meclisi alacak. Cumhurbaşkanlığını alacak ve Başbakanlığı alacak. Diğer yerleri alacak. Şimdi bu yerlerin kendini koruyan bir güvenlik mekanizması, belindeki, güvenlikçinin belindeki silahtan başka hiçbir şey yok. Ama şimdi hem Külliye’de hem Meclis’te hem de devletin önemli bütün birimlerinin hepsinde, içeriden veya dışarıdan terör örgütlerinden ne sakitte olursa olsun gelecek her türlü saldırıya karşı buralar gerekli şekilde donatıldı. Bu bir noktada onun için konulmuş bir şeydi. Böyle bir ihtimal olur mu? İnşallah olmaz. Biz olmaması için uğraşıyoruz zaten. Ama oralarda çok sayıda insan kalıyor. Onların can emniyeti bizden sorumlu. Biz birtakım şeyler çıktığı zaman bunlarla ilgili elbette tedbirleri alacağız. Tedbirlerimizi artıracağız. Bu normal bir şeydir. Yüksek Seçim Kurulu’yla ilgili konuya gelince. Yüksek Seçim Kurulu’nun bütçesi bizim Bakanlığın bütçesi içerisinde. Ama sadece adı geçiyor burada. Onun dışındaki bütün harcamaları onlar kendileri yapıyor. Bizden vize ve onay almıyorlar. Ama daha ilginç bir durum var. Şu anda Türkiye Yüksek Seçim Kurulu’nun bir teşkilat kanunu yok. Teşkilat kanunu olmayan bir Yüksek Seçim Kurulumuz var. Şimdi hiçbir şey yok. Personelle ilgili de bir şey yok. Şu anda biz bakanlık olarak Yüksek Seçim Kurulu’yla beraber bir Yüksek Seçim Kurulu Teşkilat Kanunu çalışması yürütüyoruz. Esasında 24. dönemde biz başlamıştık ama araya giren seçimler nedeniyle hatta orada partilerin Yüksek Seçim Kurulu’nda temsilcileri var. Onların da katkıları oldu. Şimdi biz bakanlık olarak üzerinde çalışıyoruz. Ve bu çalışmayı önümüzdeki günlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunacağız. Ve orada seçim müdürlerinin hukuk fakültesi mezunu olma şartını getiriyoruz. Hem müdür yardımcıları hukuk fakültesi mezunu olacak. Seçim müdürleri için rotasyon getiriyoruz. Bir seçim müdürü aynı yerde iki defa seçim yapmayacak. Herkes rotasyona tabii olacak. Ve orada bir teşkilatta neler lazımsa onları da kuran düzenlemeler var. Son aşamaya geldik. Biz bunları Meclis’in gündemine getireceğiz. Bunu özellikle buradan hatırlatmak isterim. Bütçe meselesine de onun içerisinde çözüyoruz. 

YARGILAMALARIN İADESİ

Tabii bu yargılamanın iadesi konusu. FETÖ’cü olduğu gerekçesiyle meslekten uzaklaştırılanlarla ilgili pek çok yerde dile getiriliyor. Burada şöyle bir sorun var. Şimdi bütün dosyaların içerisinde bunların verdiği kararların tek tek ne kadar doğru ne kadar eğri olduğunu bizim bilme imkânımız yok. Milyonlarca dosya, belki on milyonlarca dosya. Eğer biz bir yasal düzenlemeyle böyle bir yol açarsak o zaman şu anda gelen yine milyonlarca dosya var. Bir yandan eski dosyaların tamamı yeniden açılacak. Bu bir hukuk kaosuna yol açar. Yargı kaosuna yol açar. Yargı bunun altından kalkamaz. Şu anda bizim sistemimizde bunu sağlayacak bir mekanizma var mı? Bana göre var. Tabii hukukçular bunu ayrıca tartışması lazım. Bir defa Anayasa mahkemesinin bireysel başvuru yolu var. Bireysel başvurunun başladığı tarihten sonra o yol, bu tür konulardaki imkânı sağlayabilir. Eğer Anayasa Mahkemesi karar verirse. Karar vermesi zaten kararda isabet var demektir. Yine ceza mahkemesi kanunuyla hukuk mahkemesi kanununda da benzer düzenlemeler var. Yani hükme katılmış olan hakimlerden biri hükümlünün neden olduğu kusur dışında aleyhine ceza kovuşturmasını veya bir cezayla mahkumiyetini gerektirecek biçimde görevlerini yapmakta kusur etmiş ise bunun üzerinden belki bakacaktır onu, iade talep edildiğinde mahkeme. Böyle bir şey var mı, yok mu? Ona göre karar verecek. Ama otomatik olarak bütün dosyaları biz kanun düzenleyerek bu yolu açalım dersek burada hepiniz hukuku biliyorsunuz. 

16 BİN PERSONEL ALINACAK

Hukuk fakültesi mezun olmasanız dahi bunun doğuracağı hukuk kaosunu içerisinde Adalet Bakanlığı olarak yaklaşık 16 bin yeni personel alımı yapacağız. Ben bunlardan kastım icra kâtibi, zabıt kâtibi, mübaşir, teknisyen, şoför, kaloriferci, infaz koruma, infaz koruma kâtibi gibi şeyler ve de hâkim savcı alımı dahil. 16 bin civarında alım yapılacaktır. Son çıkarılan KHK ile biz uzman çavuşlar ve uzman erbaşlardan iki yıl çalıştıktan sonra görevden ayrılanların gardiyanların mesleğe alımı konusunda bir hüküm koyduk. Önümüzdeki günlerde bununla ilgili bir ilana çıkacağız. 35 yaşını doldurmamış ve olanlar arasından bunun seçimi yapılacak. Zannedersem ilk ilanda 5 bin kişi bunlardan alacağız. Büyük bir ihtimalle Aralık ayı içerisinde bunun ilanını yapacağız. Bunun da son derece önemli olduğunu ifade etmek isterim. 

DENETİM

Bir tabii başka konu cezaevleriyle ilgili denetim konusu. Burada arkadaşlarımız bildirdiler. Cezaevlerindeki denetim çok net bir şekilde uluslararası denetim yapıldığı gibi ulusal denetim yapma imkânı da söz konusudur. Uluslararası denetim mekanizmaları Avrupa İşkenceyi Önleme Örgütü, Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi. İkisi de geldi. İşkenceyi Önleme Örgütü geldi, bizzat ben de kendileriyle görüştüm. Birleşmiş Milletler İşkenceyi Önleme Komitesi’nin önceki üyesi görev süresi dolarken gelmek istedi ama tam olayların darbe teşebbüsünün hemen arkasıydı. Biz biraz sonra gelin dedik. Yeni gelen üye geldi, cezaevlerinde gerekli ziyaretleri yaptı, denetimleri yaptı, gitti. Ayrıca Türkiye’de ulusal denetim mekanizmalarımız var. Bağımsız İzleme Kurulları var. Adalet müfettişleri var. Cezaevi kontrolörleri var. TBMM İnsan Hakları İzleme Komisyonu var. Ceza İnfaz Kurumu Savcısı ve Türkiye Cumhuriyet Başsavcısı var. İnsan Hakları Kurumu denetimi var. Kamu denetçisinin denetimi var. Milletvekilleri sürekli ziyaret yapabiliyorlar. Burada şunun altını özellikle çizmekte fayda görüyorum. Türkiye cezaevlerinde kötü muamele ve işkenceye sıfır tolerans uygulanmaktadır. Ben cezaevlerimizle ilgili son günlerde özellikle FETÖ ve PKK iş birliğiyle başlatılan dışarıda pişirilip Türkiye’nin içerisine de aktarılan bir algı operasyonu üzerinde durmak istiyorum. Diyorlar ki Türkiye cezaevlerinde kötü muamele var. İşkence var. Ben de diyorum ki nerede var? Söyleyin. Kime yapılmış, onu da söyleyin. Ne zaman yapılmış, onu da söyleyin. Nasıl yapılmış, onu da söyleyin. Yok söyleyemiyorsak yerini söyleyin. İsmini söyleyin, biz üzerine gidelim. Eğer üzerine gitmez, bunu yapan kişilere gerekli müeyyideleri uygulamazsak o zaman deyin ki Türkiye burada tolerans gösteriyor. Bu işi himaye ediyor. Ben onun için çok net söylüyorum. CPT geldiğinde de dedim. Onlar biz gizli çalışıyoruz biliyorsunuz. Ben biliyorum dedim. Ama sizin dediğiniz o bazı örnekler söyledi. Şey varsa ben bundan Türkiye olarak rahatsız olurum. Bana bunun ismini verin. Gayri resmi verin ben bunun üzerine gideyim. 

Bakın size bunu birisi diyorsa bakın, Cumhuriyet savcılıklarımız orada şikâyet etsinler. Size dilekçe versinler. Meclis’e versinler. Başka yere versinler. Ama dilekçe vermiyor. Şikâyet etmiyor. İsim vermiyor. Yer söylemiyor. Ben böyle bir şey yok dediğimde yok diyor var. Yahu benim varsa üzerine gitme imkânım var. Verin gidelim üzerine. Yargı gitsin. Ona da. Böyle bir şeyin aslı yoksa ben aslı olmadığını ortaya koymam lazım. Bana bunun aslının olmadığını ispat etme fırsatı da vermiyor. Biz ne yaptık bunun üzerine. Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü bünyesinde bu tür haberlerin tamamını yakından takip eden bir birim oluşturduk. Basında ne çıkıyorsa onu takip ediyorlar. Mümkünse aynı saat içerisinde değilse de doğru bilgiyi temin ettikten çok kısa bir süre sonra o bilgiyi temin ederek kamuoyuyla paylaşılıyor. Eğer bir asıl varsa onunla ilgili idari tahkikat başlattığımızı da söylüyoruz. Bir şey emare var, bir şüphe varsa başlatıyoruz. Tahkikatın sonucunu da daha sonra mutlaka ortaya koyuyoruz. Ayrıca vatandaş ihbar hattı da oluşturduk. Bu noktada da vatandaşlarımızdan gelen ihbarlar üzerinde de durduğumuzu ve bunların gereğini yaptığımızı da buradan açık bir şekilde ifade etmek isterim. 

FETÖ SORUŞTURMALARI

Tabii öte yandan bu FETÖ soruşturmalarıyla ilgili tutuklu sayıları üzerinde arkadaşlarımızın şeyleri oldu. İzniniz olursa onlara ilişkin rakamları da paylaşmak isterim. Şu anda darbe teşebbüsü soruşturmaları kapsamında tabii bunlar tam ayrımı da yapılmış değil ama ben şunu söyleyelim. 1121 gözaltı var. 1121. 

CUMHURBAŞKANINA HAKARET

Arkadaşlarımız eleştiriler yaptılar. Şimdi tabii bu maddenin uygulaması çoğalıyor. Ama bunun ana nedeninin hem sosyal medya üzerinden hem de diğer şeylerden sayın Cumhurbaşkanımıza hakaret konusunda gerçekten bir kampanya yürütülüyor. Ben şimdi sizlere geçen sefer de söyledim. Böyle sinkaflı şeyler var ki siz okurken yüzünüz kızarır. Gerçekten çok ağır şeyler söyleniyor. Bunların hiçbirisi düşünce açıklaması değil. Eğer birisinin ölmüş annesine, babasına, eşine, kızına, kendisine sinkaf etmek düşünce açıklamasıysa bizim ona diyecek bir şeyimiz yok. Yok onlar bizim ceza kanunumuz anlamında suçsa ve toplum da bunları hoş görmüyorsa bunu yapanlar yaptıkları küfürleri ifade hürriyeti olarak takdim edemezler. Etmemeleri lazım. Şimdi bunu birbirinden ayırmak gerekiyor. Bir mesaj attı böyle oldu diyor. Ama mesajın içeriği ne. Onu kimse söylemiyor. Mesaj attı diye hiçkimseye işlem yapılmıyor. Ama bir kişinin şahsına, işine, çocuklarına sinkaflı küfür yaptığında siz nasıl rahatsız olup hemen savcıya müracaat ediyorsanız herhalde sayın Cumhurbaşkanı, avukatlar da bunu takip edip bunları yapmaları son derece normaldir. “