Bakan Bozdağ’ın konuşmasından önemli başlıklar şöyle :
Türkiye Cumhuriyeti devleti bir hukuk devletidir. Hukuk devletinde hem yasama hem yürütme hem de yargı hukukla bağlı ve hukukun çizdiği sınırlar içerisinde hareket etmekle yükümlüdür. Hükümetlerimiz döneminde hukuk devletini güçlendirmek bakımından çok ciddi adımlar atılmıştır. Öncelikle hak arama yolları çoğaltılmıştır. Bilindiği gibi, Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru imkânının getirilmesi, Kamu Denetçiliği Kurumunun oluşturulması, yine, İnsan Hakları Kurumunun kurulması, İnsan Hakları Tazminat Komisyonu Başkanlığının kurulması bunlardan sadece bazılarıdır.
HAK ARAMANIN ÖNÜNDE BULUNAN PEK ÇOK ENGEL KALDIRILMIŞTIR
Hak aramanın önünde bulunan pek çok engel hükûmetlerimiz döneminde ortadan kaldırılmıştır. Yüksek Askerî Şûranın ihraç kararlarına yargı yolunun açılması, kamu görevlileri hakkında uyarma ve kınama cezalarına karşı yargı yolunun açılması, hâkim ve savcıların meslekten ihracına karşı yargı yolunun açılması bunlardan bazılarıdır. İnsanlar AK PARTİ hükûmetlerine kadar “Haksızlığa uğradım.” diyerek mahkemeye müracaat etme hakkına dahi sahip değildi. Meslekten ihraç edilen insanlar -asker olsun, hâkim, savcı olsun- ekmeği elinden alındığı hâlde “Bana haksızlık yapıldı.” deme hakkına bile sahip değildi. Bu haklar, hukuk devletinin gereği olarak hükûmetlerimiz döneminde yapılan Anayasa değişikliğiyle sağlanmıştır.
Öte yandan, yine, yapılan Anayasa değişikliğiyle, soruşturma engeli, kovuşturma engeli bulunan 12 Eylül 1980 darbesinin önündeki engeller kaldırılarak bu ülkede darbe yapmış ve darbede başarılı olmuş darbeciler ilk defa normal, demokratik bir düzen içerisinde yargı önüne çıkarılmış, millet adına onlardan hesap sorulmaya başlanmıştır.
Yine, 28 Şubat 1997 postmodern darbesini yapanlar da yargı önüne yine bu dönemde çıkmıştır. Bunlar son derece önemli, hukuk devletinin gereği olan tarihî adımlar, tarihî reformlardır. Devlet güvenlik mahkemeleri, özel yetkili mahkemeler tamamen kaldırılmıştır. Ayrıca hem Askerî Yüksek İdare Mahkemesinin görev tanımı içerisinde “askerî hizmetin gereklerine göre karar verme” ilkesi kaldırılmıştır; artık hukuk devletinin gereklerine göre karar verecek bir anlayışı oraya da koymuş durumdayız.
TÜRKİYE'NİN MUTLAKA YENİ BİR ANAYASA YAPMAYA İHTİYACI VARDIR
Mevcut Anayasa’ya baktığınız zaman, 2’nci maddesi cumhuriyetin niteliklerini düzenliyor ve burada insan haklarına saygılı bir devletten bahsediliyor. Devletimizi insan haklarına dayalı bir devlet hâline getirebilmek için mutlaka anayasanın yeniden yapılması lazım.
Anayasa’mızın başlangıcını okuduğumuz zaman, orada bu Anayasa’nın sözü ve ruhuyla geçerli olduğunu ve sözüne, ruhuna sadakatle her bir satırının uygulanması gerektiğini ifade ediyor. Çok önemli bu. Anayasa 17 defa değiştirilmiş; pek çok maddesi, pek çok fıkrası değişmiş. İnsicam da bozulmuş. Daha iyi olsun diye adımlar atılmış ama, bir defa, şunu net görmemiz lazım: Bu Anayasa’yı biz değiştire değiştire hukuk devletini tam anlamıyla inşa edemeyiz. Biz bu Anayasa’yı değiştire değiştire insan hak ve hürriyetlerini tam anlamıyla teminat altına alamayız. Biz bu Anayasa’yı değiştire değiştire ülkemizi modern, demokratik hukuk devletlerinin sahip olduğu, yeni özellikleriyle, pek çok yönüyle mükemmel olan bir anayasa hâline getiremeyiz çünkü bu Anayasa’yı değiştirmek bu Anayasa’nın ruhunu öldürmek anlamına gelmiyor. Bu ruh duruyor burada. İstediğiniz kadar değiştirin, o ruh orada durduğu sürece ne oluyor, netice alamıyorsunuz.
Onun için, bu ruhu tamamen tedavülden kaldırıp öldürmek, bir daha hortlamaması için de yeni anayasayla üzerini kapatmak gerekmektedir. Bunu yapmadığımız sürece, bu Anayasa’yla her zaman yeni şeylerle karşılaşma imkânımız vardır.
DARBE YASALARINDAN HUKUKUMUZU TEMİZLEYELİM
Darbe yasaları hukukumuzda çok. Pek çok genelge, yönetmelik vardı ve bunların pek çoğu Hükûmetlerimiz döneminde yürürlükten kaldırıldı, yasalarda da pek çok değişiklikler yapıldı ama bilmemiz lazım ki darbe yasalarının anası 1982 Anayasası’dır. Eğer darbe yasalarından hukukumuzu temizleyelim diyorsak öyleyse gelin, bu işin anası olan Anayasa’dan işe başlayalım. Önce onu tarihe havale edelim, ondan sonra diğer adımları atalım. Eş zamanlı yapalım. Ayrı bir komisyon kurulsun, o komisyon darbe yasalarıyla ilgili çalışmalar yapsın, onu hayata geçirelim. Diğer bir komisyon da Anayasa üzerinde çalışsın ve yeni bir anayasa yapma şerefini bu Parlamentoya, bu millete hep beraber yaşatalım.
Türkiye, normal zamanlarda, herkesin ve her kesimin kendini hür ve demokratik hissettiği bir ortamda yeni anayasa yapma imkân ve fırsatını bugüne kadar maalesef bulamamıştır. Olan imkân ve fırsatları da doğru bir şekilde değerlendirememiştir. Sanki yeni anayasa yapmak sadece darbe yapan generallere ve onların emir erlerine mahsus bir özellikmiş gibi duruyor çünkü tarihe baktığımız zaman böyle bir gerçekle karşı karşıyayız. Bu tabuyu da hep beraber ancak bu Parlamento yıkabilir. Yeni anayasayı darbeciler değil, millet yapar dememiz lazım. Darbecilerin Anayasası’yla değil, milletin anayasasıyla yeni dönemde Türkiye'nin yol alması gerektiğine inandığımı buradan bir kez daha ifade etmek isterim.
AİHM’E BAŞVURU SAYISI YÜZDE 50 AZALDI
İnsan hakları konusunda, hükümetlerimiz döneminde atılan atımlar çerçevesinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi nezdindeki görünümümüzde de önemli değişiklikler olduğunu görüyoruz. 31 Aralık 2012 tarihinde 16.876 olan derdest başvuru sayısı, 31 Ocak 2016 tarihi itibarıyla yaklaşık yüzde 50 oranında azalarak 8.650 olmuştur. Yine, geçen yılın aynı ayına göre derdest başvuru sayısı 1.000 dosya azalmıştır. 2012 yılında 117 ihlal kararı verilmesine karşın, 2015 yılında verilen ihlal kararı bugüne kadar en düşük seviyeye inerek 79 olmuştur. Bunlar bizim attığımız önemli adımların Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına yansımasıdır.
YARGI BAĞIMSIZLIĞI VE TARAFSIZLIĞI
Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, adaletin doğru tecelli etmesi, milletimizin adalete olan güveninin artması, yargının verdiği kararlardan memnuniyetin üst düzeye çıkması bakımından da son derece önemlidir. Anayasa’nın 138’inci maddesi “Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.” demektedir. Bu çok açık bir biçimde, yargı görevi yapanlara, tarafsız ve bağımsız vazife yapma sorumluluğunu yüklemektedir.
Vicdan bağımsızlığı çok tartışılmaktadır. Kamuoyunda, gazetelerde, siyasetin dilinde, herkeste ve her kesimde “Benim vicdani kanaatim budur.” “Ben, vicdanımın üzerinde baskı kabul etmem.”, “Ben böyle düşünüyorum, böyle inanıyorum.” diyen insanlara hep rastlarız. Ama hukuk devleti vicdani kanaatlerle işleyen bir devlet değildir. Hukuk devletinde vicdan başıboş bırakılmamıştır, vicdan bir yere bağlanmıştır. Nereye bağlanmıştır? Bizim Anayasa’mıza göre çok açık Anayasa’ya, hukuka ve kanuna bağlanmıştır. Bizim vicdanımız herhangi bir kişinin suçluluğu hakkında kanaat sahibi olabilir, biz ona inanmış olabiliriz ama önümüzdeki dosya suçluluğuna vicdanen inandığımız bir kişinin mahkûmiyetine yeter kesin delilleri içermiyorsa vicdanımız ne derse desin bizim orada beraat kararı vermemiz gerektiği bu Anayasa’nın emridir. Eğer vicdan Anayasa, yasa ve hukuka bağlı hareket etmezse kine, öfkeye, nefrete, düşmanlığa, siyasete, ideolojiye, esen rüzgâra bağlı olarak hareket eder ki o zaman böylesine bir vicdandan adalet de beklemek mümkün olmaz. O yüzden, vicdan bağımsızlığını hiçbir yere bağlı olmamak değil, vicdan bağımsızlığını sadece Anayasa, yasa ve hukuka bağlılık, bunun dışındaki bütün bağlılıkları ret olarak görmemiz ve öyle değerlendirmemiz lazım.
Türkiye’de yargı konusundaki tartışmalara geriye dönük baktığımız zaman, “paralel devlet yapılanması” dediğimiz bir yapılanmanın yargı içerisinde az da olsa belli sayıdaki uzantılarının Anayasa ve yasalara sadakat dışında başka saiklerle hareket ettiğine dair herkesin bir kanaati var. O zaman, bizim, yargının bağımsız ve tarafsızlığını temin için bu konuda Parlamento olarak hepimizin beraber hareket etmesinde büyük fayda olduğuna inanıyorum. Bağımsız olmayanlar, vicdanlarını başkalarının emrine tahsis edenler ve ona uymayı ibadet zannedenler idarede de başka yerde de doğru kararlar tesis edemezler.
ÖNÜMÜZDEKİ SÜRE İÇERİSİNDE ÖNEMLİ ÇALIŞMALARIMIZ OLACAK
Önümüzdeki süre içerisinde önemli çalışmalarımız olacaktır. Bugüne kadar pek çok kanunlaşma çalışmalarını yaptık ve yeni çalışmaları da bununla beraber yapacağız. Bildiğiniz gibi, Türk Ceza Kanunu’nu, Ceza Muhakemesi Kanunu’nu, Ticaret Kanunu’nu, Borçlar Kanunu’nu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nu yeniledik. Bu dönemde Noterlik Kanunu, bilirkişilik kanunu, kişisel verileri koruma kanunu, adli yardımlaşma kanunu gibi çok önemli yasa tasarıları üzerinde çalıştığımızı ve Meclisin huzuruna getireceğimizi buradan ayrıca ifade etmek isterim.
İPTAL KARARLARI GEREKÇESİ YAZILMADAN AÇIKLANAMAZ
Bu iki gün içerisinde Anayasa Mahkememiz çerçevesinde yaşanan tartışmaya da burada değinmek istiyorum. Anayasa Mahkemesi elbette Anayasa’ya uygunluk denetimi yapacak, Anayasa gereği kendisine verilen bireysel başvuru görevini de Anayasa ve Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun hükümleri çerçevesinde yerine getirecektir. Bu, Anayasa Mahkemesinin anayasal görevidir ama bireysel başvurularla ilgili Anayasa’nın kurallarını buradan ben size okumak istiyorum: Anayasa’ya göre “Bireysel başvuruda bulunabilmek için olağan kanun yollarının tüketilmiş olması şarttır. Bireysel başvuruda, kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlarda inceleme yapılamaz.” “İhlale neden olduğu ileri sürülen işlem, eylem ya da ihmal için kanunda öngörülmüş idari ve yargısal başvuru yollarının tamamının bireysel başvuru yapılmadan önce tüketilmiş olması gerekir.” Bu, kanun hükmü; ilk ikisi Anayasa hükmüydü ve “İptal kararları gerekçesi yazılmadan açıklanamaz.” Bu Anayasa ve yasa yükümlerine göre bireysel başvurularda, Anayasa Mahkemesi idari ve yargısal başvuru yolları tüketilmemiş konuda bireysel başvuruları kabul edemez, inceleyemez ve karara bağlayamaz. Yargılama sürerken yapılan bireysel başvuruları ön incelemede kabul edilmezlik kararı verip usulden reddetmesi tartışmasız bir kuraldır. Kabul kararıyla bireysel başvuruyu esastan ele alan Anayasa Mahkemesi kanun yolunda gözetilmesi gereken hususları gözetemez. Yani, kendisini ilk derece mahkemesi yerine koyup dosyada ilk derece mahkemesinin yapması gereken vazifeyi yapamaz, kendini temyiz mahkemesi yerine koyup Yargıtay’ın yapması gereken görevleri, incelemeyi yapamaz. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuru incelemesinde eğer bunu yaparsa o zaman ilk derece mahkemesi veyahut da yüksek temyiz mahkemesi gibi bir konuma kendisini getirmiş olur. Anayasa Mahkemesinin önceden verdiği bazı kararlarla son ihlal kararına baktığımızda kanun yolu tüketilmeden, hatta iddianame okunmadan ve yargılama da başlamadan bireysel başvuruyu incelemiş ve ihlal kararı vermiştir.
13 YILDA HÂKİM VE SAVCI SAYISI YÜZDE 57 ORANINDA ARTIRILMIŞTIR
Hâkim ve savcı sayıları hükümetlerimiz döneminde önemli ölçüde artırılmıştır. Son on üç yılda hâkim ve savcı sayısı yüzde 57 oranında artırılmıştır. 2016 Şubat ayı itibarıyla adli ve idari yargı teşkilatında toplam 14.712 hâkim ve savcı görev yapmaktadır. Bu sayının, yargı teşkilatının iş yükü göz önünde bulundurulduğunda daha da artırılması gerektiği çok açıktır çünkü AB ortalaması 100 bin kişiye 20 hâkim düşüyor, Türkiye’de bu rakam şu an itibarıyla 13 civarındadır, bizim rakamlarımızı da oraya taşımamız gerekmektedir.
Hâkim ve savcıların eğitimi, yetiştirilmesi son derece önemli bir vazifedir. Bu amacı temin için Türkiye Adalet Akademisi kurulmuştur. Adalet Akademisinde yurt olarak kullanılan yerde hâkim ve savcı stajyerlerinin kalması zorunlu değildir. Hâkim ve savcı stajyerlerinden isteyenler burada kalabilirler, sayısı da sınırlı. O sayı dolduktan sonra diğerleri de başka yerlerde, evlerde veya başka yerlerde kalıyorlar. Sanki, burada, Adalet Akademisinde herkesin bir yurtta kalması zorunluymuş gibi bir kanaat ortaya kondu, yok böyle bir şey. Hâkim ve savcı adayları “Hepimize yer verin.” diyorlar ama verecek yerimiz yok, keşke imkân olsa da onlara da yer verebilsek, yok öyle bir şey.
Adayların her hâlinin takip edildiği, kaydedildiği, gözlendiği konusu iddiası tamamen bir iftiradır. Böyle bir şey kesinlikle söz konusu değildir.
Önümüzdeki günlerde hukuk eğitimi başta olmak üzere hâkim, savcı ve avukatların yetiştirilmesi dâhil bu konularda çok önemli adımları atacağımızı, Parlamentodan geçmesi gereken konuları huzurlarınıza getireceğimizi buradan açıkça ifade etmek isterim.
Hükümetlerimiz mahkeme sayılarında da ciddi artışlar sağlamıştır. 2002 yılında 3.581 olan adli yargı mahkeme sayısı 2016 yılı başında 6.131’e, 146 olan idari yargı mahkeme sayısı ise 206’ya yükseltilmiştir. Yani mahkeme sayısı adli yargıda yüzde 71, idari yargıda yüzde 41 oranında artırılmıştır.
BÖLGE ADLİYE MAHKEMELERİYLE BÖLGE İDARE MAHKEMELERİ GÖREVE BAŞLIYOR
20 Temmuz 2016 itibarıyla yargı alanında çok önemli bir reformu fiilen hayata geçiriyoruz. Bölge adliye mahkemeleriyle bölge idare mahkemeleri göreve başlamış olacak 20 Temmuz 2016’da. Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu dün aldığı bir kararla 15 yerde daha önce kurulmuş bulunan bölge adliye mahkemelerinin ilk aşamada 7 yerde, 8 yerde daha önce kurulmuş olan bölge adliye mahkemelerinin yine ilk aşamada 7 yerde kurulmasına ve daha sonraki aşamalarda hakim ve savcı sayımımızın dikkate alınarak adli yargıda 8 yer, idari yargıda diğer 1 yerde atamaları yapacak, faaliyete başlayacaktır. Bunu da burada ifade etmek isterim.
KAPATILAN BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ YOKTUR
Kapatılan bölge adliye mahkemesi yoktur, kapatılan bölge idare mahkemesi de yoktur. Şu anda atama yapılmayanlara önümüzdeki yıllar içerisinde atama yapılacak ve faaliyetlerine başlayacaklardır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yargının iş yükünün azaltılması konusunda da çok ciddi adımlar attık. Önümüzdeki dönemde de gerek arabuluculuk müessesi, gerek uzlaştırma müessesi, gerek ön ödeme müessesi ve diğer alternatif uyuşmazlık çözüm yollarını daha iyi bir şekilde hukukumuzda uygulamak için adımlar atacağız. Olanları etkinleştireceğiz, kapsamını genişleteceğiz. Yeni bir usulü de ceza muhakemesine kazandırmayı düşünüyoruz, basit yargılama usulü dediğimiz bir usul. Bununla ilgili çalışmalarımız da son noktaya geldi.
DENETİMLİ SERBESTLİKLE İLGİLİ KONUDA ŞU ANDA BİR ÇALIŞMAMIZ YOK
Denetimli serbestlikle ilgili konuda şu anda bir çalışmamız yok. Bildiğiniz gibi, şartlı tahliyesine bir yıl kala kişilerin denetimli serbestlik yoluyla infazı devam ediyor. Bu uygulamaya göre, bugün on sekiz ay hapis cezası alan birisi içeride bir gün, iki gün, bilemediniz en fazla bir hafta bir durum değerlendirmesi yapılana kadar kalıyor, sonra denetimli serbestliğe ayrılıyor. Eğer biz bu süreyi iki yıla çıkarırsak o zaman otuz altı ay hapis cezası alan bir vatandaşımız içeri hiç girmeden veya bir gün, iki gün, belli bir süre kaldıktan sonra denetimli serbestlik yoluyla infaz işlemi yapılacak. Bunun anlamı şu: Üç yıla kadar hapis cezaları cezasız kalacak demektir. Yani, böyle bir şeyi yapalım mı yapmayalım mı? Herkesle ben konuştuğumda, üç seneye kadar hapis cezası alan biri hiç içeri girmesin, hiçbir ceza yatmasın deniyorsa o ayrı bir konu ama baktığınız zaman, toplumun şikâyet ettiği pek çok suçun da bu kapsamda olduğunu biz değerlendiriyoruz. O nedenle, denetimli serbestlik süresini artırma yönünde bir çalışmamızın olmadığını burada ifade etmek isterim.
KÜFRETME ÖZGÜRLÜĞÜ KİMSENİN OLMAMALI
Cumhurbaşkanına hakaretle ilgili konuda şu ana kadar Bakanlığımızca kovuşturma izni verilen dosya sayısı 1.845’tir. Sayın Cumhurbaşkanımıza dönük hakaretlere baktığınızda, ben okuyamıyorum bile, yüzüm kızarıyor, sinkaflı cümleler, kelimeler; bir düşünce açıklaması değil, tamamen küfür ve hakaret, büyük bir kısmı da sinkaflı. Ben isteyen milletvekillerimize o şeyleri verebilirim. Yüzü kızarmadan arkadaşlarımızın okuyabileceğini zannetmiyorum. Küfretme özgürlüğü kimsenin olmamalıdır.
BÖYLE BİR ÇALIŞMA YOK
Bölge idare mahkemesi ve bölge adliye mahkemelerinin Eskişehir’de kurulmasına ilişkin bir hazırlığımız yok yani en azından şu aşamada Eskişehir’de bunların kurulması söz konusu değil, onu ifade etmek isterim.
Tarsus Cezaevi kampüsünün Adana’ya bağlanacağına ilişkin bir soru vardı. Böyle bir çalışma yok, böyle bir düşünce de yok, biz bunu daha önce de ifade ettik. Tarsus’ta zaten ağır ceza mahkememiz var dolayısıyla oraya bağlı olarak görevini devam ettirecek. Yani, o bir şehir efsanesine döndü. Yok, yok, yok. Böyle bir çalışma da yok.
28 Şubat davasında şu anda cezaevinde tutuklu bulunan kimse bulunmamaktadır ancak yargılama devam ettiği için de ceza alan kimse yok. Yargılama bittikten sonra ancak bu konuda bir şey söyleyebilirim.
CEZAEVLERİN AMBULANS VE RİNG ARAÇLARI
Cezaevlerinde şu anda ambulans ve ring araçlarına ilişkin sorular soruldu. Cezaevi ring araçları ODTÜ’yle yapılan protokol çerçevesinde soğutması olan da araçlar. Bu konuda yeteri kadar ring aracı var, bir. İkincisi: Ambulans olarak da cezaevlerinde, şu anda Ankara, İstanbul, İzmir cezaevlerinde bir hastane diyebileceğimiz yerler var. Onun dışında, bütün cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlülere bakan aile hekimlerimiz var. Ambulans ihtiyacı olduğu zaman 112’den istifade ediliyor ve bugüne kadar herhangi bir ambulans sıkıntısı kesinlikle yaşanmamıştır. Bunu da buradan özellikle ifade etmek istiyorum.