BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
BOZDAĞ: BOŞANMA SAYISINDA DÜŞÜŞ VAR

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ,Türkiye Büyük Millet Meclisi Aile Bütünlüğünün Korunmasını Araştırma Komisyonu toplantısına katıldı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Aile Bütünlüğünün Korunmasını Araştırma Komisyonu AK Parti Milletvekili Ayşe Keşir Başkanlığı’nda toplandı. Bozdağ, komisyona Adalet Bakanlığı'nın çalışmaları hakkında bilgi verdi.

Bozdağ,şunları söyledi:

"Boşanma olaylarının artmasının toplumsal dokuda meydana getirdiği tahribatın ve özellikle kadınlarımıza, çocuklarımıza verdiği zararın araştırılması, aile bütünlüğünün korunması için alınması gereken tedbirlerin ve bu yönde oluşturulacak sosyal politikaların belirlenmesi amacıyla oluşturulmuş bulunan Komisyonunuzda Adalet Bakanlığıyla ilgili Hükümetimizin görüşlerini açıklamak üzere söz almış bulunuyorum. İnsanların temel hak ve hürriyetlerinin sağlanması, aile hayatının korunması, kadın ve erkek eşitliğinin temin edilmesi anayasal bir hüküm olarak devletin temel amaç ve görevleri arasında sayılarak garanti altına alındığı gibi, ülkemizin imzalayıp onayladığı uluslararası sözleşmeler de insanların yaşama hakkını, güvenliğini, aile hayatının korunmasını, kadın - erkek ayrımcılığı yapılmasını öngörür ve bunların temin edilmesini taraf devletlere pozitif yükümlülük olarak yükler. Buna göre, bu devletler bu hakları ihlal edemeyeceği gibi, bu hakların başkalarınca da ihlal edilmemesi için gerekli tedbirleri almakla görevlidirler. Aile toplumun temel taşı, çekirdek birimidir. Anayasa’mızın 41’inci maddesi devlete ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alması ve teşkilatı kurması görevini vermiştir. İkinci olarak, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alma görevini de devlete yüklemiştir.

EN ÇOK ÖNE ÇIKAN BOŞANMA SEBEPLERİ

Aile hukukunun en önemli bölümlerinden birisini boşanma hukukuna ilişkin hükümler oluşturmaktadır. Türk Medeni Kanunu bu konudaki özel düzenlemeleri içermektedir. Esasında, Adalet Bakanlığının sürdürdüğü politikalar bakımından baktığımızda, aile konusu yargıyla ilgili kısım itibarıyla, sonuçları bakımından daha ziyade yargıya intikal eden olaylar üzerinden yürümektedir çünkü açılan davalar aile birlikteliğinin yürütülememesi nedeniyle mahkemelere gelmekte ve orada bunlar değerlendirilmekte ve karara bağlanmaktadır. Elbette ailenin korunması, boşanma sebeplerinin ortadan kaldırılması çok geniş kapsamlı çalışmaları gerektirmektedir. Onun üzerinde, eminim ki bu Komisyonun ortaya koyacağı rapor hem Bakanlığımız için hem Hükümetimiz için yol gösterici olacaktır. Aile hukukunun en önemli bölümlerinden biri, hiç şüphesiz boşanma hukukuna ilişkin hükümlerdir. Türk Medeni Kanunu’nda zina, hayata kast, pek kötü veya onur kırıcı davranış, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme, terk, akıl hastalığı, evlilik birliğinin sarsılması boşanma nedenleri olarak öngörülmüştür. Evlilik birliğinin temelinden sarsılması veya uygulamada yaygın olan adıyla şiddetli geçimsizlik temel boşanma sebebi, diğerleri özel boşanma sebepleridir. Evlilik birliğinin temelinden sarsılmasına ilişkin genel boşanma sebebi ile yargılamanın başlangıcını, konusunu ve sona ermesini belirleyebilme, dava konusu üzerinde serbestçe tasarruf edebilme ilkesinin sonucu olarak eşler, diledikleri sebebe dayanarak dava açabilmektedir. Yargıtay'ın verdiği içtihatları incelediğimizde, içtihatlarda en çok öne çıkan boşanma sebepleri olarak şunu görüyoruz: Şiddet uygulamak, alay etmek, aşağılamak, küçük düşürmek, küçümsemek, başkalarıyla karşılaştırmak, sırları açıklamak, dedikodu çıkarmak, iftira atmak, beğenmemek, suçlayıcı davranmak, eşe, çocuklara ve aileye hakaret etmek, sevgisiz davranmak, eşini sevmediğini söylemek, eşinden sıkıldığını, istemediğini söylemek, baskıcı davranmak, aşırı kıskançlık göstermek, başkalarıyla görüşmelere sınırlama getirmek, eşini, çocuklarını ve ailesini tehdit etmek, eşini evden kovarak eve almamak, üvey çocuğa kötü davranmak , eşine ve çocuklarına ilgisiz davranmak, eşin ve çocukların hastalığıyla ilgilenmemek, ev işleriyle ilgilenmemek, dışlayıcı davranmak, evlilik birliğinde üzerine düşen ekonomik görevleri yapmamak, bağımsız konut sağlamamak, borçlandırıcı işlemlerde bulunmak, eve haciz gelmesine neden olmak, kumar oynamak, alkol ve uyuşturucu bağımlısı olmak, çalışmamak, aldatmak, cinsel sorunlar, fiziksel şiddet uygulamak, eş ve çocukları dövmek, aileye, çevreye, sosyal hayata karşı sorumsuz davranmak olarak sıralanabilir. Tabii, bu sıralama bu sebeplerin çokluğuna azlığına göre değil, sadece genel nedenler olarak sınırlanmıştır. Yoksa, okuduğum sıraya göre en çok şu sebep vardır, diğeri azdır gibi bir değerlendirme yapmak yanlış olur. Onunla ilgili istatistiki veri çok net bir şekilde elimizde yok ama ana boşanma gerekçelerinin Yargıtay içtihatlarında bunlar olduğunu görüyoruz. Şiddetli geçimsizlik olgularına baktığımızda, bunları, aynı zamanda, evlilik birliğinde karşılaşılan sorunlar olarak da kabul etmek mümkündür.

2015 YILINDA 135 BİN BOŞANMA GERÇEKLEŞTİ

Evlenme ve boşanma sayılarıyla ilgili rakamları da burada sizinle paylaşmak isterim. Cumhuriyetin ilk yıllarında senede 20 bin evlenme yapıldığını görüyoruz. 2015 rakamları elimizde, tam 602 bin evlenme olayı gerçekleşmiştir. Boşanma rakamlarına baktığımızda da, 2015 yılında 135 bin boşanma gerçekleştiğini görüyoruz. 2014 yılında 202 bin civarında boşanma gerçekleşmiştir. 2014 yılında açılan boşanma davalarının nedenlerine göre oransal bir dağılım yaptığımızda, evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle boşanmaların yüzde 53,3 oranla 1’inci sırada, anlaşmalı boşanmaların yüzde 43,6 oranla 2’nci sırada yer aldığını; akıl hastalığı, suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme nedeniyle boşanmaların da yüzde 1 oranla son sıralarda yer aldığını görmekteyiz. Elbette bu rakamlar açılan bütün bu davaların boşanmayla sonuçlandığı anlamına da gelmemektedir. Örneğin, 2014 yılında boşanma kararı verilen dosya sayısı -yukarıda ifade ettiğim gibi- 135 bindir. 2006 yılında 11 bin civarında dava tarafların feragati nedeniyle düşmüş, 2014 yılında feragat nedeniyle düşen dava sayısı 26 bine ulaşmıştır. Bu olumlu bir gelişmedir. Boşanmadan vazgeçenlerin sayısı dava açtıktan sonra artmaktadır. Boşananların sayısı arttığı gibi, açılan davalardan vazgeçenlerin sayısında da bir artış görülmektedir.

TEDBİR KARARLARININ SAYISINDA ÖNEMLİ ARTIŞLAR VAR

Anayasa ve uluslararası sözleşmelere göre, insanların yaşam hakkı ile ruh ve vücut bütünlüğünün sağlanması, aile hayatının korunması, kadın ve erkek eşitliğinin temin edilmesi, devletin pozitif yükümlülük olarak temel amaç ve görevidir. Aile kurumunda önemli sorunlardan birisi de hiç kuşku yok ki kadına karşı şiddet olgusu ve bununla mücadele edilme ihtiyacıdır. Artan toplumsal duyarlılık ve sorunla mücadeledeki yüksek politik hassasiyet ve kararlılık bu konuyu son yıllarda hiç şüphesiz daha görünür hâle getirmiştir. Kadının fiziksel, psikolojik, cinsel, ekonomik şiddete maruz kalması, aynı zamanda aile birliğini tehdit eden boşanma sebepleri arasında da yer almaktadır. Bakanlığımızın istatistiki verilerine baktığımızda; 4320 sayılı Kanun’un uygulandığı dönemde, 2006 yılında 4.068, 2008 yılında 23.688, 2010 yılında 38.951 tedbir kararı verilmiş. 6284 sayılı Kanun’un uygulandığı dönemde, 2012 yılında 108.311, 2014 yılında ise 138.084 tedbir kararı verilmiştir. Görüldüğü gibi, tedbir kararlarının sayısında önemli artışlar vardır. Bu artışın pek çok nedeni vardır ama birinci nedeni konunun sosyal görünürlüğünün artmasıdır. Bu sayede hem kadınlarımızdaki hak arama bilinci hem de kamu makamlarının mücadeledeki kararlılığı yükselmiştir. Hiç şüphesiz, daha önce, karakolda kapatılan pek çok hadise vardı. Bizim yaptığımız yasal düzenlemelerle, eşlerin birbirine şiddet uygulamasının resen takip edilen konular arasına alınması ve bu konuda yayınlanan genelgelerin, alınan tedbirlerin başta kolluk güçleri olmak üzere kamuda görev yapan herkesi bu konuda hassasiyet noktasında ileri bir noktaya taşımıştır. Eskiden, karakolda kapatılan pek çok dosya hükûmetlerimizin aldığı tedbirler sayesinde karakolda kapanmamakta ve bunlar işlem görmekte, şiddet kaydı düşülmekte, yargıya intikal etmekte ve yargıda da gerekle tedbirler, ceza alması gerekenler olduğu zaman da gerekli cezalar verilmektedir. Bunun, bu noktadaki duyarlılığın yükselmesi ve kamu görevlilerinin mücadeleye destek vermesinin bir sonucu olduğunu burada özellikle ifade etmek isterim. Ayrıca, bir neden de, 6284 sayılı Kanun’da koruma kapsamı sadece nikahlı eşe dayanan bir şeydi, şimdi bütün kadınlara dönük bir koruma yapılmaktadır. Yani, nikahlı olması şart değil; kız olabilir yani ailenin içerisindeki babaya karşı kızını da, bacısını da -erkeğin kız kardeşini- koruyan düzenlemelere imkân verdik. Eskiden korumayı, bunları genişleten bir uygulama Türkiye’de yoktu, bunu da ilk defa hükûmetlerimiz döneminde getirdiğimizi burada ifade etmek isterim.

İLK DEFA KADIN LEHİNE POZİTİF AYRIMCILIK YAPMAK ANAYASA KURALI HÂLİNE GETİRİLMİŞTİR

Ülkemizde son yıllarda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması amacıyla da yasal düzenlemeler yapılmış ve kadınların toplumdaki rolünü güçlendirmeyi hedefleyen devlet politikaları yaygınlaştırılmıştır. Başta Anayasa olmak üzere birçok alanda düzenlemeler yapılmıştır. Kadın-erkek eşitliğinin hukuki zemini güçlendirilmiştir. 2004 yılında, 5170 sayılı Kanun’la Anayasa’nın 10’uncu maddesine eklenen hükümle kadın ve erkeklerin eşit haklara sahip olduğu ve devletin bu eşitliği yaşama geçirmekle görevli olduğu ilk defa Anayasa’mıza konulmuştur. Bildiğiniz gibi, Anayasa 10 sadece eşitliği ifade eder ve kimseye bir yükümlülük yüklemez. İlk defa yükümlülüğü getiren bir düzenleme, kadın ve erkeğin eşitliğinin vurgusunun altını özellikle kalın bir şekilde çizen bir düzenleme olmuştur. Bu düzenlemenin devamı 2010 Anayasa referandumunda yapılmış çünkü geçen zaman içerisinde görülmüştür ki sadece eşitliği hayata geçirmek için atılacak adımlar eşitsizliği ortadan kaldırmaya yetmez, zira kadının aleyhine pek çok şey var. Onun üzerine, Anayasa’nın eşitlik ilkesiyle, yapılacak kanunların, atılacak adımların ters düşmemesi için 10’uncu maddesine kadınlarla lehine yapılacak pozitif ayrımcılığın eşitlik ilkesine aykırı yorumlanamayacağına dair bir anayasal düzen konulmuştur ve AK PARTİ hükûmetleri döneminde ilk defa kadın lehine pozitif ayrımcılık yapmak Anayasa kuralı hâline getirilmiştir. Ayrıca, Anayasa’nın 90’ıncı maddesinde, usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası sözleşmelerle iç hukukun bir hükmünün çatışması hâlinde uluslararası sözleşmeye üstünlük tanıyan kural Anayasa kuralı hâline getirilmiş ve uluslararası sözleşmeler kadın hakl arı boyutuyla da iç hukukumuz doğrudan bir parçası hâline getirilmiş, hatta çatışma hâlinde iç hukuktan daha üstün olduğu vurgulanmıştır. Bunun uygulamaya yansımasını sağlamak maksadıyla Adalet Bakanlığı olarak hem cumhuriyet savcıları hem de görev yapan hâkimlerle ilgili çok geniş ve kapsamlı eğitim programları uygulanmıştır. Anayasa’daki bu değişikliğin ve bu alandaki değişikliklerin ne anlama geldiği ve uygulama konusunda göstermemiz gereken hassasiyet ve titizlik üzerinde eğitim programlarında da ciddiyetle durulduğunu ifade etmek isterim. 1985 tarihli Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi’yle kadınlara karşı her türlü ayrımı kınamayı, gecikmesizin kadınlara karşı ayrımı ortadan kaldıran politikalar izlemeyi, bu amaçla kadın-erkek eşitliği ilkesini kendi Anayasa ve yasalarına dâhil etmeyi ve ilkenin uygulanmasını da taahhüt ettik. 1 Ocak 2002 tarihinde yürürlüğe giren 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu, esasında, evlenme dâhil, kadın hakları konusunda, velayet konusunda, kadın erkek eşitliği konusunda, pek çok konuda gerçekten hukukumuzda devrim sayılacak önemli yenilikler, önemli değişiklikler getirmiş, kadınlarımız lehine önemli düzenlemeler içermiştir.

KADINLAR LEHİNE POZİTİF AYRIMCILIK YAPILMASI ANLAMINA GELECEK DÜZENLEMELER YAPTIK

Yine, İş Kanunu’nda, Devlet Memurları Kanunu’nda, iş hayatına ilişkin düzenlemelerin pek çoğunda kadının haklarını güçlendiren, kadınların imkânlarını artıran, kadının iş hayatında daha çok yer almasını sağlayan ve oradaki uygulamalarda kadınlar lehine pozitif ayrımcılık yapılması anlamına gelecek sayısız düzenlemenin yapıldığını buradan ifade etmek isterim. Bu düzenlemeleri ayrı ayrı anlatıp vaktinizi almak istemem. Bildiğiniz gibi, 2004 yılında Türk Ceza Kanunu baştan sona yenilendi ve yeni bir ceza kanunu yürürlüğe girdi. Bu kanundan önce Türk Ceza Kanunu içerisinde kadına karşı şaşı bir yaklaşım vardı. Gerçekten, kadınları kendi içinde bölen, ayrıma tabi tutan bir yaklaşım vardı. Sadece Türk Ceza Kanunu’nda değil bu yaklaşım, bizim diğer kanunlarımızda da vardı. Nasıl bir yaklaşım vardı? İşte, “kadın” dendiğinde ayrıca, bakıyorsunuz, bekâr, evli; karı, koca, dul; kadınların kendi içinde bizim Ceza Kanunu’muzda ve diğer kanunlarda ayrı bir alt tasniflere de tabi tutulduğunu görüyoruz. Hükümetlerimizin ortaya koyduğu politikalar çerçevesinde kadının kadın olarak ifade edilmesi, bunun dışındaki alt ayrımların kaldırılmasına biz özen gösterdik ve kanunlarımızdaki bu ayrımları başta Ceza Kanunu olmak üzere müdahale ettiğimiz her kanunda değiştirmeye özen gösterdik. Hâlâ belki bazı kanunlarda olabilir ama o kanunlara müdahale edilmediğindendir. Önümüze gelecek her kanunda kadınlarımızı kendi içinde ayıran bu sakat anlayışı kanunların dışına çıkarmaya Hükümet olarak özen gösterdik ve Türk Ceza Kanunu’nda kadınlarımızı ayıran, kendi içinde bölen bu anlayışı da ortadan kaldırdığımızı ifade etmek isterim. Türk Ceza Kanunu’nda, eski kanunda, namus için yeni doğan çocuğu öldürenlere bir indirim veriliyordu, namus saikıyla yeni doğan çocuğu öldürene bir indirim veriliyordu. Bu âdeta bir teşvik indirimi. Yani “Siz namus için çocuklarınızı, günahsız çocukları öldürebilirsiniz. Bu hâlde de ben sizin bu fiilinizden dolayı ceza veririm ama böyle, basit bir ceza veririm.” anlayışı bizim Ceza Kanunu’muzda vardı. Biz bu anlayışı 2004 yılında tamamen ortadan kaldırdık. Kasten adam öldürmek neyse aynı cezayı alıyor. Evladını öldürdüğünü için de ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını alan bir ceza getirdik. Masum birini, kendi dışında gerçekleşen bir olaydan sorumlu tutup öldüren ilkel, âdeta cahiliye anlayışının 21’inci yüzyıldaki versiyonunu AK PARTİ Hükümetleri olarak ortadan kaldırdığımızı buradan ifade etmek isterim. Ayrıca, Ceza Kanunu’nda yaptığımız değişiklikle, eskiden sadece usul ve füruya karşı bir cinayet işlenmesi hâlinde, işleyen kişiye ağırlaştırılmış cezalar verilebiliyordu. Bu ne demektir? Eğer bir baba kızını öldürürse ona ağırlaştırılmış bir ceza veriyor ama eşini öldürdüğü zaman, kız kardeşini öldürdüğü zaman bir erkek veya kardeş, ona karşı artırılmış bir ceza ön görülmüyordu. Biz ne yaptık? Yaptığımız bir düzenlemeyle hem usul ve füruya karşı yapılan cinayetleri ağırlaştırılmış müebbet hapis kapsamında muhafaza ettik, bunun yanına, eşe ve kardeşe karşı yapılan cinayetlerin cezasını da ağırlaştırılmış müebbet hapis hâline getirdik. Ayrıca, töre saikıyla işlenen cinayetlere de yine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdik. Töre saikıyla cinayet kavramının da ilk defa Türk Ceza Kanunu’na Hükûmet olarak bizim dönemimizde koyulduğunu buradan özellikle ifade etmek isterim. Ayrıca, Ceza Kanunu’nun uygulanmasında ve tabii diğer kanunların uygulanmasında ırk, din, dil, milliyet, mezhep, renk, felsefi inanç gibi benzeri ayrımların yapılmamasına, ayrımcılığa gidilmemesine son derece önem verdik ve ilk defa, Türk Ceza Kanunu’nun 122’nci maddesinde ayrımcılığı özel suç olarak tanımladık, cezai yaptırıma bağladık. Özellikle, kadınların işe alınmasını, ekonomik bir etkinlikte bulunmasını, bir hizmetten yararlanmasını, taşınır veya taşınmaz malların satılmasını, devrini veya kiraya verilmesini engelle mek burada suç olarak düzenlendi, 2014 yılında da madde başlığı değiştirilerek nefret ve ayrımcılık suçuna dönüştürüldü ve cezası da artırıldı; bunu da buradan özellikle vurgulamak isterim. Mülga Ceza Kanunu’nda yer alan cinsel suçlar, “Adabı Umumiye ve Nizamı Aile Aleyhinde Cürümler” bölümünde düzenleniyordu. Yine, Ceza Kanunu’nda, bireye karşı işlenen bu anlayış değiştirilerek bu suç, bireye karşı işlenen bir suç olarak kabul edildi ve “Vücut Dokunulmazlığına Karşı Suçlar” başlığı altında yeniden düzenlendi. Esasında bu, devrim niteliğinde bir zihniyet değişikliğidir. Eskisinde “Adabı umumiye ve nizamı aile aleyhinde suç kabul edilen bir şey doğrudan bireye karşı işlenen bir suç olarak kabul edilir hâle gelmiştir. Bir nevi, segment değişikliği oldu, zihniyet değişikliği oldu ve bambaşka bir noktaya geldi ve bunu bizim önemli bir reform olarak yaptığımızı buradan ifade etmek isterim. Kadına karşı işlenen bir suç oldu, doğrudan bireye karşı işlenen bir suç oldu. “Başka bir şeyi korumak için suç yapılmış.” anlayışı terk edildi, doğrudan bireyi korumak, onun onur ve haysiyetini korumak, vücut dokunulmazlığını korumak için suç hâline getirilmiş bir düzenleme olduğu anlayışı vurgulanmak istendi. Bu kapsamda, yeni Türk Ceza Kanunu’nda ayrıca, “zorla ırza geçme” ve “zorla ırza tasaddi” kavramları da kaldırıldı. Biraz incitici bulundu bu kavramlar, bunun yerine, “cinsel saldırı” ve “çocukların cinsel istismarı” kavramlarının kullanılmasının daha doğru olduğunu ifade etmek isterim. Bu da son derece önemli düzenlemelerden bir tanesi.

Ayrıca, kasten yaralama suçunun eşe karşı işlenmesi, suçun nitelikli hâli olarak düzenlendi, cezası artırıldı, resen takibi mümkün olan suçlar arasına alındı. Tabii, bu da bu konudaki mücadelede Hükümetimizin kararlılığının, samimiyetinin son derece önemli göstergelerinden birisidir. Yine, Ceza Kanunu’nda ve özel kanunlarda kadına karşı işlenen suçların tamamının, cezalandırılırken artırıcı neden olarak kabul edildiğini buradan özellikle vurgulamak isterim.

HÜKÜMETLERİMİZ DÖNEMİNDE KADINA DÖNÜK AYRIMCILIK KONUSUNDA DA ÇOK CİDDİ ADIMLAR ATILDI

Adalet Bakanlığı olarak bizim yürüttüğümüz çalışmalar, kadın haklarını koruma, kadını güçlendirme, toplumdaki eşitlik anlayışını gerçek anlamda hayata geçirme, aileyi koruma, aileyi güçlendirme noktasında üretilen politikalara katkı vermektir. Biz, işin doğrusu, bu konuda tek başına hareket eden bir bakanlık değiliz, bunun pek çok bakanlıkta -sizin de ifade ettiğiniz gibi- boyutu var, biz bu boyutlardan sadece birini temsil ediyoruz. Daha ziyade, olumsuz sonuçlara müdahale noktasında, Adalet Bakanlığının görevlendirmesi, biraz da orada yoğunlaşıyor. Ama biliyoruz ki kadına karşı bakışı değiştirecek şey esasında sadece yasalarda yapılan değişiklikler değildir; bu, zihinlerde, kalplerde, kitaplarda, eğitimde, her alanda yapılacak zihinsel dönüşümle mümkün olabilir. Bunda hepimize görevler düşüyor, sadece bir kurumun bakışıyla veya bir kanunun değişmesiyle bunları değiştirmek kolay değil. Ama iyi olan şeyleri çoğaltarak, iyi olan şeylere daha çok destek vererek, kötü ve yanlışlar karşısında birlikte hareket ederek ve onlara karşı birlikte mücadele ederek meydana gelen bu yeni anlayışın, yeni zihniyetin toplumun her kesimi tarafından kabulüne büyük katkı sağlayabileceğimize ben yürekten inanıyorum. Hükûmetlerimiz döneminde bu konuda atılan en önemli adımlardan bir tanesi “4+4+4” diye nitelediğimiz yeni eğitim sistemine geçiştir. Zira, bu sistem, zorunlu eğitimi sekiz yıldan on iki yıla çıkarmak suretiyle Türkiye’de hem erkeklerin hem kadınların asgari, lise düzeyinde eğitim almasını zorunlu hâle getirmiştir. Tabii, bu düzenleme daha yeni, bunun sonuçlarını önümüzdeki yıllarda hep beraber göreceğiz ama eğitim düzeyinin yükselmesinin son derece önemli olduğunu bu konudaki pek çok anlayışı kökünden değiştirmeye, yeni anlayışları bunun yerine ikame etmeye çok büyük katkı sağlayacağına ben yürekten inanıyorum. Hükûmetlerimiz döneminde kadına dönük ayrımcılık konusunda da çok ciddi adımlar atıldı, şimdi, burada onların bir kısmını yasalar boyutuyla verdim ama uygulama kısmında da çok önemli değişiklikler oldu, onları zaten değerli Komisyon üyeleri yakinen biliyor, takip ediyorlar.

Komisyonunuza başarılar diliyorum. Ortaya çıkacak raporun Bakanlığımız için de yol gösterici olacağına inanıyorum. Rapor çıktıktan sonra da biz Bakanlık olarak önerilerinizi dikkate alıp bizimle ilgili alanda ne tür değişiklikler yapılması gerekiyorsa onları süratle yapacağımızı buradan size ifade etmek isterim."