Erişilebilirlik Menüsü

Ekran Okuyucu

Seçili Alan Okuyucu

Bağlantı Vurgula İkonu

Bağlantı Vurgula

Metni Büyüt İkonu

Büyük Metin

Metni Sola Hizala

İmleç

Okuma Kılavuzu

Okuma Maskesi

Disleksi Dostu

Kontrast

Solgunlaştırma

Düşük Doygunluk

Yüksek Doygunluk

ADALET BAKANI BOZDAĞ, TRT HABER CANLI YAYININDA GÜNDEMİ DEĞERLENDİRDİ
24.10.2022

BOZDAĞ: BÖYLE BİR CEZAEVİNİ KAPATMAK, BİZİM İÇİN BİR ŞEREF VE ONURDUR

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Diyarbakır Cezaevi’nin müze yapılmak üzere kapatılmasıyla ilgili, “Hak ihlalleriyle, acı hatıralarla anılan bir cezaevini kapatmak Adalet Bakanı olarak bizim için bir şeref, bir onurdur” dedi.

Adalet Bakanı Bozdağ, TRT Haber canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Diyarbakır Cezaevi'nin kapatılıp, Kültür ve Turizm Bakanlığı’na müze olarak devredilmesiyle ilgili büyük onur duyduğunu söyledi. Anayasa değişikliği çalışmalarıyla ilgili bilgi veren Bakan Bozdağ, başörtüsü, aile ve çocuk hakları hususunda 2 maddenin değişeceğini kaydetti. Bakan Bozdağ, “Meclisimizden de geçerse Anayasa hükmü olacak ama bu düzenleme sadece başını örten kadınlarımızı değil, aynı zamanda başı açık olan kadınlarımızın da haklarını, hukuklarını koruyan ve ikisini de teminat altına alan bir düzenleme olacaktır” dedi.

Bakan Bozdağ’ın konuşmasından bazı bölümler şu şekilde:

HÜKÜMETİMİZİN BÜYÜK BİR İRADESİ VE BAŞARISIDIR

Diyarbakır dün son derece önemli ve tarihi anlara tanıklık etti. Bildiğiniz gibi Cumhurbaşkanımız Diyarbakır'da vatandaşlarımızla buluştu. Bazı eserlerin toplu açılışını yaptı ve orada önemli anlara hep birlikte tanıklık ettik. Ama en önemli şey de onların içerisinde Diyarbakır Cezaevi'nin kapatılması, Kültür Bakanlığına devredilmesi ve anahtarının Cumhurbaşkanımızın ve Diyarbakırlıların şahitliğinde Kültür ve Turizm Bakanımıza teslim edilmesidir. Bildiğiniz gibi Diyarbakır Cezaevi pek çok acıyla anılan, kötü hatıralarla anılan, hak ihlalleriyle anılan bir cezaeviydi. Özellikle 12 Eylül darbesinden sonra bir dönem böylesi bir şöhreti ortaya çıktı. Çok kötü bir şöhret. Türkiye'ye de zarar veren ve Türkiye'nin görünümü de olumsuz etkileyen bir yönü vardı. Yıllarca bu konuşuldu Diyarbakır Cezaevi'nin kapatılması, bu acı hatıraların bir daha yaşanmayacağı için mesaj olacağı gibi buranın müzeye dönüştürülmesi ve geçmişten ders alınması bakımından da son derece önemli olacağı dillendirildi ama maalesef yapılamadı. Sayın Cumhurbaşkanımız 2021 yılında Diyarbakır'da yaptığı konuşmada buranın müzeye dönüştürüleceğinin sözünü verdi. Biz aradan geçen süre içerisinde peyderpey cezaevini boşalttık ve son dönemde de bütün hükümlü ve tutukluları başka cezaevlerine, yeni yaptığımız yerlere naklettik. Kültür ve Turizm Bakanımızla beraber Cumhurbaşkanımızdan önce bir cezaevini gezdik. Ondan sonra gazetecilerle birlikte oradaki yaşam alanlarını onlarla paylaştık sonra kapıyı kilitledik. Anahtarı da sayın Bakanımıza orada da sembolik olarak teslim ettik. Tabii böylesi hak ihlalleriyle, acı hatıralarla anılan bir cezaevini kapatmak Adalet Bakanı olarak bizim için bir şeref, bir onurdur. Hükümet olarak da hükümetimizin büyük bir iradesi ve başarısıdır.

DARBELERİN, MİLLETİN EVLATLARINA ÖDEDİĞİ BEDELLERİN SEMBOL YERLERİDİR

Türkiye'de geçmişte acı hatıralarla anılan başka yerleri de yine darbeyle özdeşleşmiş Ankara'daki Ulucanlar Cezaevi'ni biz kapattık. Sonra da orayı da bir tarih müzesi şeklinde adeta. Şu an herkese açık olacak. Şu anda Ulucanlar Cezaevi aynı şekilde müze bütün vatandaşa açık, Kültür Bakanlığı'nın yönetim ve denetiminde. Aynı şekilde biliyorsunuz Başbakanımız rahmetli Adnan Menderes ve bakanlarımızın Fatih Rüştü Zorlu, Hasan Polatkan'ın yargılandığı, hapis yattığı ve idama yürüdüğü 'Yaslı Ada' diye bilinen Yassıada'yı da bu kimliğinin dışına çıkardık. Biz bir nevi AK Parti iktidarları olarak geçmişimizin kötü hatıralarıyla dolu yerlerle yüzleşmeyi ve buraları halka açarak o dönemler hakkında vatandaşımızın daha adil kararlar vermesini ve o dönemi, o dönemin şartları içerisinde değerlendirmesi bakımından önemli adımlar attık. Bugün Yassıada, Demokrasi ve Özgürlükler Adası oldu ve orada yaşanan haksızlık, hukuksuzluk, ihlaller ve bu ülkenin seçilmiş başbakanına karşı bakanlarına karşı yapılmış haksızlıklar oraya giden herkes tarafından hissediliyor ve Türkiye'nin o günden bugüne kat ettiği mesafenin aldığı başarının da böylelikle görülmesine vesile oluyor. Onun için Diyarbakır Cezaevi, Ulucanlar Cezaevi ve Yassıada darbecilerin ve darbelerin bu milletin evlatlarına ödediği bedellerin sembol yerleridir.

CEZAEVLERİNDE YATAN HERKES BİZİM VATANDAŞIMIZDIR

Artık Türkiye cezaevleri ve infaz sistemi içerisinde Ulucanlar Cezaevi yoktur, Diyarbakır Cezaevi yoktur,  Yassıada yoktur. Onun yerine Diyarbakır'da bir hafıza müzesi ve kültür merkezi, kütüphanesi artık bilimde, iyilikte, güzellikte ve hayırlı işlerde anılacak bir mekan. Ama öte yandan da yanında geçmişi unutturmayacak bir daha tekrarını bu millete yaşatmayacak derslerle dolu bir hafıza müzesi. Aynı şekilde Demokrasi ve Özgürlük Adası dediğimiz Yassıada ve Ulucanlar milletimizin geldiği ve gittiği yönü göstermesi bakımından son derece önemli.

Buraların artık müzelik olduğunu ve bu zihniyetin bu ülkede buna sonra yaşama imkanı bulamayacağının da dosta, düşmana ilanıdır. Biz, insandan, insan haklarından, hukukun üstünlüğünden yana bir iradeyi hep ortaya koyduk. İnsanın cezaevinde de olsa, dışarıda da olsa, saygın ve onurlu bir birey olarak yaşaması önemlidir. Cezaevlerinde yatan herkes bizim vatandaşımızdır. İşledikleri ya da isnat edilen suçlardan bağımsız olarak ailelerinin Türk Devletine birer emanetidir. Biz o gözle bakıyor. Bir yandan cezaları ifade edilirken öte yandan da onların canlarını onların sıhhatlerini, iaşelerini, her türlü ihtiyaçlarını insan onuruna yakışır bir şekilde cezalarının infaz edilmesini temin edecek bir iradeyi ortaya koyuyoruz. Türkiye bu açıdan dünden bugüne önemli mesafe kat etti.

İŞKENCE VE KÖTÜ MUAMELEYE SIFIR TOLERANS

Türkiye'de işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans politikasını biz iktidara geldiğimiz günün hemen arkasından uygulamaya başladık. 2005'te yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu'nun 94. maddesine de 'İşkence ve kötü muamele konusunda işlendiği iddia edilen suçlarla ilgili zaman aşını olmaz' kuralını koyduk. Yani bir işkence iddiası var, bir kişi böyle bir eylem yaptı veyahut da kötü muamele bunun zaman aşımı yok. 40 yaşında, 50 yaşında, 90 yaşında da olsa deliller ortaya çıktığı, subut bulduğu takdirde hukukumuz onun yakasına yapışıp, onu yargının önüne çıkaracak mekanizmalara sahip. 2005'te biz bu düzenlemeyi hukukumuza kazandırdık ve Türkiye bu konuda çok rahat. Çünkü biz bu ülkenin cezaevlerinde herhangi bir vatandaşımızın işkence ve kötü muamele iddiası karşısında suskun kalamayız. Bugüne kadar kamuoyunda, sosyal medyada başka şekillerde ortaya atılmış ne kadar iddia varsa Adalet Bakanlığı olarak hepsini araştırıyoruz. Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğümüzün sitesinde bunların sonuçlarını da gün gün yayınlıyoruz. Bir ihmal varsa, idari tahkikat ve adli tahkikatı da başlatıyor ve onlarla ilgili her türlü işlemi yapıyoruz. Tek 'bir tane böyle kötü iddia veya işkence iddiası var, somut deliller var, suç sabit de himaye edilmiş vaka' kimse gösteremez. Sıfır tolerans politikasını sonuna kadar uygulayacağız. Kim yanlış yaparsa gözünü yaşına bakmadık bakmayacağız.

MESLEK İCRA ETMEYEN KADINLAR BAKIMINDAN DA KAMUDA ENGEL YOK

Tabii şimdi burada birkaç hususun öncelikle altını çizmekte fayda görüyorum. Bir tanesi CHP’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verdiği teklif, esasında bu sorunu şu anda olmayan sorunu yeniden sorun haline dönüştürecek bir yasal dayanak teşkil ediyor. Çünkü burada bir defa ortaöğretim ve yükseköğretimde okuyan öğrencileri bu teklif kapsamıyor. İkincisi kamu ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşları dışında olan yerlerdeki kadınları da tam kapsamıyor. Hiçbirini kapsamıyor. Yani özel sektörü ve diğer alanı kapsamıyor. Üçüncüsü de kamu kurumu ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarında sadece bir mesleği icra eden kadınları kapsıyor. Eğer bir meslek icrası yoksa mesela mühendislik, hekimlik, avukatlık gibi bir meslek icra etmiyorsa o zaman bunun kapsamı dışında kalıyor. Buraya baktığımız zaman kamu işçilerinde ve diğer alanlarda pek çok kişi kapsam dışı kalıyor. Bunların ne kadar olduğunu da tam bilemiyoruz. İkincisi bu tam da yasaklayamıyor, zorlayamaz diyor. Yani zorladığı zaman bunu bir müeyyidesi yok. Buradan hareketle pek çok yasağa daha önce Anayasa dayanak oluşturmaz iken herhangi bir yasa buna idari düzenleme ve uygulama yapması için yetki ve imkan tanımazken bu düzenleme bu açıdan yasakçı bir zihniyet geldiği zaman ona yasak koymak için yasal da dayanak oluşturmaktadır. Esasında olmayan bir sorunu yasal güvence ile bir daha hiç gündeme gelmesin düşüncesiyle getirilen bir teklif ama olmayan bir sorunu yasal dayanaklı yeniden soruna dönüştürme kabiliyeti yüksek ve zaten ortaöğretim ve yükseköğretimde yeniden başörtüsü yasağı konulmasına da hiçbir engel yok. Özel sektörde de hiçbir engel yok. Meslek icra etmeyen kadınlar bakımından da kamuda hiçbir engel yok. O açıdan bunu bir koymak lazım.

CHP, MİLLETİN DİN VE VİCDAN HÜRRİYETİ İLE DAVALAŞIYOR

Tabii Cumhuriyet Halk Partisi bu teklife neden verdiği noktasıdır? Ona da kısaca değinmek isterim. Bu teklif bugüne kadar niye gelmedi ve şimdi geldi? Daha önce biz 2008’de MHP ile Anayasa’nın 10. ve 42. Maddesini değiştirdiğinizde koşa koşa Anayasa Mahkemesi'ne gitti CHP. Sayın Kılıçdaroğlu, o zaman Grup Başkan Vekili. Anayasa Mahkemesi'ne müracaat eden vekillerin arasında imzası var. 2012’de 4+4+4’ü getirdik. Meslek liselerinin önündeki engeli kaldırdık. Kat sayıyı kaldırdık. Liselere Kur’an-ı Kerim ve Hazreti Peygamber Efendimizin hayatını anlatan dersi seçmeli dersler haline koyduk. CHP, bunu da Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. Bugüne kadar din ve vicdan hürriyeti kapsamında vatandaşlarımızın lehine herhangi bir düzenleme yaptığımızda bir bakıyorsunuz Meclis’te karşı duran CHP, komisyonunda karşı duran CHP, televizyonda karşı argümanları söyleyen CHP. Anayasa Mahkemesi'nde milletin din ve vicdan hürriyeti ile davalaşan, milletin temel hak ve hürriyetlerini dava konusu eden gene CHP.

DEĞİŞİMİ, HAYIRLI VE OLUMLU OLARAK GÖRÜYORUZ, İNŞALLAH KALICI OLUR

Bugün gelinen noktanın çok net söylüyorum sebebi Başkanlık sistemidir. Çünkü Başkanlık sistemi seçilmek için 50+1’in oyunu zorunlu kılıyor. Şimdi siz bu ülkenin din ve vicdan hürriyeti isteyen veya inancı gereği başını örten, kıyafet tercihinde bulunan kadınlara ve diğer insanlara karşı şaşı bakarsanız, onların oyunu alamazsınız. Muhtemeldir ki bu 50+1 CHP’yi bu noktaya getirdi. Çünkü 50+1 farklı zihniyetleri fikirleri de birbirine yaklaştırmaya zorlama gücü var. 25, 30, 40 ile iktidar olamayınca, kendi sabit oyları yetmeyince karşıdan oy alacak. Nasıl olacak? İşte bu açıdan bir sebeple alacak. Onun içine bakarsanız ne yapıyorlar, bir sürü vatandaşlarımızın kanaatlerini etkilemek için bu yönde teklifler gündeme getiriyor. Biz değiştik diyor, eskisi değiliz diyor. İyi bir şey bu. Başkanlık Sistemi’nin değiştirici gücüdür bu. Sayın Cumhurbaşkanımızın, muhalefetin bu ülkede neredeyse asra yakın değişmeyen kodlarını değiştirmeye başladığını da gösterir. Cumhurbaşkanımızı yenme ve onun bir daha kazanma korkusu onları eminim daha fazla mütedeyyin insanlara yaklaşmaya da zorlayacaktır. Bir yandan Cumhurbaşkanımızın liderlik başarıları ve çalışkanlığı, bu ülkeye kazandırdıkları, 20 yıldır yenilmez bir başpehlivan oluşu. Öte yandan da yeni sistemin 50+1 oy arayışı, Cumhuriyet Halk Partisi’ni böylesi bir değişime zorlamıştır. İnşallah bu değişim devam edecek CHP’de. CHP’nin zihniyetini AK Parti bulunduğu yerden ürettiği politikalarla değiştirmeye devam edecektir. Biz hayırlı ve olumlu bir değişim olarak görüyoruz. İnşallah kalıcı olur.

BAŞÖRTÜSÜ HUSUSUNDA ANAYASA’NIN 24. MADDESİ DEĞİŞECEK

Tabii Sayın Kılıçdaroğlu bu sözleri söyleyip video çekip arkasından meclise teklifi verince Sayın Cumhurbaşkanımız da şunu rahatlıkla söyledi. Bu sorunları Türkiye’nin gündeminden çıkaran bir lider olarak. Dedi ki zaten başörtüsü diye bir sorun var mı? Yok. Kamu da var mı? Yok. Eğitim de var mı? Yok. Siyasette var mı? Yok. Olmayan bir sorun için siz teklif verdiniz. Eğer bir güvence istiyorsanız gelin daha iyisini yapalım. Anayasa değişikliği yapalım. Çünkü kanun basit çoğunlukla her zaman değiştirilebilir ama Anayasa nitelikli çoğunluk gerektirir ve kolaylıkla değiştirilemez. O da karşı bir çağrı da bulundu. Onun üzerine de bize grupta görev verdi. Biz bir çalışma yaptık. Önce siyasilerle, Grup Başkanımız, Başkan Vekillerimiz, Genel Başkan Yardımcılarımızdan hukukçu olan Genel Başkan Yardımcılarımız Anayasa ve Adalet Komisyonu Başkanımız katıldı. Arkasından Anayasa hukuku uzmanı profesörlerle, akademisyenlerle bir araya geldik. Daha sonra Kabine’de bir sunum yaptım. Pek çok vatandaşlarımızdan öneri, teklif geldi. Onları değerlendirmek için yeniden bize süre verildi. Biz onları da değerlendirdik. Sonra bu iki heyeti; hem siyasi hem uzman heyeti birlikte istişare yaptık. Milliyetçi Hareket Partisi’nden de Fethi Yıldız Bey bu toplantılara katıldı. Beraber bu çalışmaları yürüttük. Ve nihayetinde şu karara vardı bu çalışmalar sonrasında kararı varıldı. Tek maddede yapalım. Bunun doğru yeri din ve vicdan hürriyetini düzenleyen Anayasa’nın 24’ncü maddesidir. Zira bu sorun vatandaşlarımızın din ve vicdan hürriyetini Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlerini kullanırken Anayasa’nın teminatına uygun bir biçimde kullanamadığını gösteriyor. Onun için biz buraya koyduğumuzda doğru adres, doğru yer burası. Ve ona göre bir düzenleme yapılacak ve yapılacak

DÜZENLEME BAŞI AÇIK KADINLARIN HAKLARINI DA KORUYACAK

Meclisimizden de geçerse anayasa hükmü olacak ama bu düzenleme sadece başını örten kadınlarımızı değil, aynı zamanda başı açık olan kadınlarımızın da haklarını, hukuklarını koruyan ve ikisini de teminat altına alan bir düzenleme olacaktır. Bizim çalışmamızda başı örtülü, başı açık hiçbir kadının anayasadaki temel hak ve hürriyetleri kullanılmasını engelleyemeyeceğini, hiçbir şarta bağlanamayacağı çok açık ve net bir biçimde ifade ediliyor ve arkasından da tabii diğer bu dini inancı sebebiyle başını örten kadınlar veya kıyafet tercihinde bulunanların temel hak ve hürriyetleri kullanması kamuya sunulan özel, vatandaşa sunulan özel ya da kamu tarafından hizmetlerden yararlanması ki herhangi bir kısıtlamaya engellemeye maruz kalmadan din ve vicdan hürriyetinin tam da anayasamızda ifadesini bulunan laiklik ilkesinin teminatı altında özgürce kullanılmasını sağlayan ve hiç kimseye de bu alana müdahale hukuk dışı bir müdahale yapma imkanı vermeyen ancak hürriyeti teminat altına alma, daha etkin kullanma ve bunun engellenmesini önleme noktasında devlete yasama, yürütme ve yargıya görev veren bir düzenleme olacaktır. Ben eminim ki düzenleme Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından detayları kamuoyuyla paylaşıldıktan sonra büyük bir kabul görecektir. Şu anda farklı düşünse bile Cumhuriyet Halk Partisi'nin de ben bu düzenlemeye destek vermemek için fazlaca bir bahane bulacağın işin doğrusu düşünmüyorum.

REFERANDUMA DA GİDERİZ, BUNU MİLLETİMİZE SORARIZ

Millete sorarız. Esasında din ve vicdan hürriyeti gibi ailenin korunması gibi böyle bir düzenlemeye karşı direnip bunu referanduma gidecek bir süreci zorlayanlar bunu millete hesabını veremezler. Yani burada korunan değerler bu 85 milyon aziz milletin koruduğu değerlerdir. Aile, bu aziz milletin değer verdiği şeydir. Şimdi ben metin ortaya çıktığı zaman, işin doğrusu şahsi görüşüm bu benim, diğer partilerin buna karşı bir fazla argüman geliştireceğini düşünmüyorum. Belki 'şurası şöyle olsun, daha iyi olur' diyebilirler ama toptan bir karşı duruş ortaya koymaları, ya bu milleti tanımamaları ya bu milletin neye değer verdiğinin farkında olmamaları ya da o değerlerle kavgalı oldukları anlamına gelir. Tabii referanduma gittiği takdirde ben kahir ekseriyetle bunun kabulle neticeleneceğini düşünüyorum. Yani bir referanduma gitti, 'Ailenin korunmasına biz karşıyız.' Nasıl propaganda yapacak? Bu ülkede inancı sebebiyle kadınların çalışmasına, eğitimine, siyasetine engel olunmasın. 'Biz engel olacağız. Oy verin.' Nasıl diyecekler? Milletten nasıl oy isteyecekler? Yani bunun referanduma gitmesini muhalefetin ben arzu edeceğini düşünmüyorum. Sayın Cumhurbaşkanımız çağrı yaptı. 'Referandum' yani bu, çok açık, eğer siz 400'ü geçen oy vermezseniz '360'ın üzerinde kalsın, referanduma gitsin' derseniz biz bundan çekinmeyiz. Referanduma da gideriz, bunu milletimize sorarız. Milletin hakemliği bizim için kıymetlidir. Millet ne derse başımız üstündedir. Cumhurbaşkanımız milletin bu konudaki iradesini biliyor. Biz de biliyoruz. Esasında herkes biliyor. Böyle bir konu, milletin huzuruna gittiğinde CHP'li seçmenlerin dahi önemli bir kısmının buna 'evet' diyeceğinden benim hiçbir tereddüdüm yok. Yani kim ailenin korunmasına karşı çıkabilir? Kim insanların inancı sebebiyle tercih ettiği kıyafet yüzünden temel hak ve hürriyetlerinden, eğitim hakkından, çalışma hakkından, siyaset yapma hakkından mahrum edilmesini, adil ve doğru görebilir? Yani mümkün değil. Referandum, bu milleti, muhalefetin hiç tanımadığını ve Türkiye'de de hiçbir zaman iktidar olamayacaklarının somut göstergesi olur. Ben onun için muhalefetin referanduma bu işin gidişine izin vermeyeceğini düşünüyorum.

BU YASA KADAR HAKSIZ SALDIRIYA UĞRAMIŞ, MECLİSTE KABUL GÖRMÜŞ ÇOK AZ YASA VAR

Şimdi işin doğrusu TÜİK var enflasyon rakamlarını açıklıyor bir de şimdi başka bir şey var o da enflasyon rakamı açıklıyor özel. Şimdi onların sahipleri mi artık bilemiyorum gördüm şeyde ben diyor, açıklayacağım diyor, hemen beni tutuklayacaklar diyor ya koca koca yalan söylüyor, açıkladığı rakamların yalan olduğunu bu yalanıyla da bir şekliyle ortaya koyuyor. Bakın bu yasa kadar haksız saldırıya uğramış, Mecliste kabul görmüş çok az yasa var. Çünkü herkes bu yasanın üzerinden büyük bir vaveyla koparıyor. Bu yasa neyi koruyor baktığınızda esasında bireyin onurlu ve saygın bir vatandaş olarak yaşaması yanında devletin de huzur, güvenlik içerisinde olmasına bir teminat getiriyor. Şimdi bizim yasalarımızda hakaret suç. Niye suç insanların saygın ve onurlu bir kişi olarak yaşaması itibar suikastçilerine, itibar cellatlarına karşı onları korumak için. İftira suç neden en önemli iftira ettiği için ceza alacak ama neden ceza alıyor? Çünkü temiz insanları aslı olmadık şeylerle suçlamak ve ona iftira atmak, o insanın saygınlığını ve onurunu yok ediyor. Esasında iftiraya uğrayan kişinin saygınlığını, onurunu korumak için müfteriyi cezalandırdığı için çok çok kıymetli. Suç isnadı oda suç. Bir kişiye suç uydurmak, bir herhangi haksız bir şekilde o da suç. Bütün bunların hepsi kişilerin canını koruyan, malını koruyan ve onurunu koruyan pek çok bizim ceza mevzuatımızda düzenleme var. Bunlar zaten görevini ifa ediyor. Şimdi  bu gelen şey nedir derseniz, baktığınızda özellikle en çok tartışılan 29. Madde çerçevesinde baktığımızda çok şöyle başlıyor, sırf endişe, korku ve panik yaratmak saikiyle yani birisi bir iş yapacak tek amacı toplum içinde endişe, korku ve panik yaratmak. Ne yapacak? Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlıkla ilgili bir takım beyanlarda bulunacak. Her beyan değil. Ülkenin iç ve dış güvenliği açık yazıyor yasada, kamu düzeni, genel sağlıkla ilgili. Ama bunların hepsi de gerçeğe aykırı olduğunu bildiği beyanlar olacak söylediği beyanlar. Yani genel sağlıkta diyelim şöyle bir salgın var milleti korku paniğe… Hükümet tedbir almadı ama öyle bir şey yok. Bakıyor şimdi toplumun iç ve dış güvenliğini bozmak. Bu gerçeğe aykırı beyan olacak ve bütün bunların sonucunda da ortaya kamu barışının bozulması elverişli olacak bu yapılan işlerle. Yani bir kişi bir yalan söyledi kamu barışı bunla bozulur mu? Enflasyon şu oldu, kamu barışı mı bozuluyor. Falan hastanede şu oldu, genel sağlık mı bozuluyor? Kamu barışını bozan bir şey mi oluyor? Bunları alenen yayacak bu beş tane şart birarada olunca olur. Bu neyi koruyor esasında kamu düzeninin, ülkenin güvenliğinin ve genel sağlığının bozulmasına dönük kitlesel hareketleri yani kriz kaos oluşturmak, ülkede insanları birbirinin karşısına dikmek işte gezi bunun bir örneğidir onun gibi sokakları savaş alanına çevirmek ve bunun için de aslı astarı olmadık hadiseleri yayınlamak. Ben hiç unutmam Zeytin Dalı Harekatı vardı. O zaman bir şey kurduk biz. Zeytin Dalı Harekatına karşı dezenformasyona karşı bizim dünyayı ve Türkiye kamuoyunu doğru bilgilendirmek için bir şey kurduk. İletişim merkezi kurduk. O zaman Başbakan Yardımcısıydım ben. TRT Genel Müdürümüz de vardı. Anadolu Ajansı Genel Müdürümüz de vardı. Şimdi Varank Bakanımız Mustafa Varank Bakanımız, Mahir Ünal Bey MİT'den Milli Savunmadan arkadaşlarımız vardı, İbrahim Kalın bey vardı. Çok bütün haberleri takip ediyor ve sonuçta neler çıktı biliyor musunuz? PKK terör örgütü yıllar önce başka bir ülkede olmuş olayı sanki Türk askerinin Zeytin Dalı Harekatı çerçevesinde yaptığı bir operasyon sırasında olmuş gibi gösterdi. Biz hemen saniyeler içerisinde onları bulduk ve dünya kamuoyunu buradan bilgilendirdik. Gezi olaylarında gördük. Her gün aslı astarı olmadık şeyler, Kobani olaylarında. Şimdi son kimyasal bireysel bir şey bir bu defa. O ülkenin kamu barışını bozmaya elverişli.

TÜRK TABİPLER BİRLİĞİ BAŞKANI'NIN SÖYLEDİĞİ, HEM TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİNE HEM DE TÜRK MİLLETİNE BİR İFTİRADIR

Girmez tabii ama o büyük bir iftiradır. Bir defa Türk Tabipler Birliği Başkanı'nın söylediği yenilir, yutulur bir şey değildir. Hem Türk Silahlı Kuvvetlerine bir iftiradır. Hem Türk milletine bir iftiradır. Hem de Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne bir iftiradır. Terör örgütlerinin ağzıyla konuşup terör örgütlerinin her uydurduğuna doğru diye atlayanların bu milletle olan bağının tartışmakta hiçbir çekince yok. Bunun cezası zaten bizim mevzuatımızda var. Tabii Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma başlattı. Soruşturma devam edecektir. Ama şu kadarını söyleyeyim. O yargı konusu bizim işimiz değil. Yargı kendi mecrasında işleyecek. Ama ondan bağımsız olarak söylüyorum Türk Tabipler Birliği'nin üyesi olan hekimlerimizin hepsine sesleniyorum, odalara sesleniyorum böyle bir başkanı taşımak zorunda değiller. Milletine düşman, devletine düşman, terör örgütüne hayran birisiyle Türk Tabipler Birliği'nin anılmasını doğru görmem. Ya olacak iş mi? Esasında bizden önce Türk tabipleri buna karşı çıkması lazım. Türk tabipleri sen bizi temsil edemezsin demesi lazım. Ama maalesef sadece bu ilk değil yani bundan önce de Tabipler Birliği'nin başkanının açıklamaları var. Onun için de esasında Türk Tabipler Birliği ve böyle birlikleri terör örgütlerinin emrine amade kılanlarla engellemeyi de bizim tartışmamız lazım. Böyle bir durumda ne yapılacak, neler konacak bunu tabii elbette Türkiye'nin tartışmasında büyük fayda var.

TALEPLERİMİZ YERİNE GELMEZSE, SÖZÜMÜZÜ TUTAR BU SÜRECİ TIKARIZ

Biz takip ediyoruz zaten bir üçlü takip mekanizması da kuruldu. Dışişleri, Adalet Bakanlığı ve Külliye'den oluşan bir ekip bu meseleyi yakından takip ediyor ve bu çerçevede Finlandiya İsveç ziyaretleri yapıldı. İsveç heyeti Türkiye'ye geldi yakında Finlandiya heyeti de Türkiye'ye gelecek burada teknik düzeyde uzmanlar arası görüşmeler yapılacak. Sayın Cumhurbaşkanımız çok net ifade ettiler. Türkiye bu işin başlangıcında aramızda varılan mutabakat çerçevesinde başlangıç kısmına evet dedi ama aramızdaki mutabakat çerçevesinde. Terör örgütlerine verdikleri desteği kesmek Türkiye'nin taleplerine olumlu cevap vermek kaydıyla Türkiye bu adımı olumlu sonuçlandırabilir. Çünkü başlangıçta evet demek bu işin bittiği anlamına gelmez. Bu sürecin Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu tarafından da onaylanması gerekir. Genel Kuruldan çıkmadan bu iş sona erdi kimse diyemez. O yüzden süreci takip edeceğiz. Ve Sayın İsveç Başbakanı da Sayın Cumhurbaşkanımızdan randevu talep etti bildiğiniz gibi yakında muhtemelen o da Türkiye gelecek bu konuları konuşacağız, konuşulacaktır. Türkiye'nin talepleri yerine geldiği takdirde Türkiye elbette İsveç’in de, Finlandiya'nın da NATO üyeliğine herhangi bir rezerv koymaz. Ama talepleri yerine gelmezse Türkiye sözünde duran bir ülkedir. Sözümüzü tutar bu süreci tıkarız.

Adres

06659 KIZILAY / ANKARA

Telefon

90 (0312) 417 77 70

E-Posta

basinisaretadalet.gov.tr