BOZDAĞ: MAHKEME KARARLARI KENDİ İÇİNDE DE HUKUKSAL DENETİME TABİDİR
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Ekrem İmamoğlu ile ilgili ilk derece mahkemesinin verdiği kararın kesinleşmediğini vurgulayarak, “Yargı bağımsız ve tarafsızdır. Kararlarını da Anayasa, kanun ve hukuka bağlı bir vicdanla dosya ve delil durumuna göre takdir ederler ve mahkeme kararları bildiğiniz gibi kendi içinde de hukuksal denetime tabidir. İşte ilk derece mahkemesi bir karar verdi. Bu istinaf, istinaf karar verirse temyiz denetimine tabidir.” dedi.
Adalet Bakanı Bozdağ, Kanal 7 canlı yayınında gündeme ilişkin soruları yanıtladı. Adalet Bakanı olarak yargısal süreçlerle ve yargı kararlarıyla ilgili görüş bildirmeyi doğru bulmadığını ifade eden Bakan Bozdağ, "Sayın İmamoğlu ve etrafında ona destek veren kimi siyasiler mağduru oynamayı ve mağdura yatmayı tercih ettiler. Ama bir şeyi unutuyorlar. Türk halkı mağduru sever. Mağdura dua eder, destek olur. Ama mağdura yatanı sevmez. Bunlar resmen bu karar nedeniyle mağduru oynayarak, mağdura yatarak Türk halkını aldatabileceğini düşündüler" diye konuştu.
Hasta hükümlü ve tutuklulara özel çalışmalar yapıldığını hatırlatan Bakan Bozdağ, emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde hayatını kaybetmesi ile ilgili de şunları söyledi:
“Sayın Cumhurbaşkanımız Vural Avar'la ilgili özel af yetkisini kullanmak istediğini bana söyledi ve süreci başlatmamızı da istedi. Biz merhum Avar'a bu dileği ilettik. Çünkü müracaat etmesi gerekiyor sürecin başlaması için. Fakat başlangıçta müracaat etmedi. Rahmetli oluşundan, yani çok az bir süre önce müracaatı oldu. Biz hemen işlemleri başlattık. Ve süratle işlemlere tekemmül ettirmeye sürdürürken bu arada rahmete kavuştu.” ifadelerini kullandı.
Bakan Bozdağ’ın konuşmasından bazı bölümler şu şekilde:
HASTA TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERLE İLGİLİ DÜZENLEMEYİ İLK BİZ YAPTIK
Hasta hükümlüler, tutuklularla ilgili insani bir hassasiyeti vatandaşlarımız gösteriyor. Ben hepsine katılıyorum. Bizim burada insani hassasiyeti üst düzeyde tutmamız lazım. Bunun için de geçmişte biz, cezaevinde tek başına hayatını devam ettiremeyecek durumda olan hükümlülerin Adli Tıp Kurumu tarafından da bu durum tespit edilmesi halinde cezalarının infazının ertelenmesine imkan veren bir düzenleme yaptık. Esasında hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili ilk düzenlemeyi biz yaptık. Daha önce böyle bir düzenleme de yoktu. Biz yaptık ve bundan istifade eden içeride bulunan hükümlülerden insanlar oldu. Ama istifade etmeyen de pek çok insan oldu. İstifade edememelerin sebebi, Adli Tıp Kurumunun bu konuda verdiği raporlardır. Adli Tıp Kurumu gidiyor, inceliyor, değerlendiriyor ve bu konularda ‘Tek başına hayatını devam ettirebilir. Yahut da işte şöyle bir sağlık tesisinde olursa bu mümkündür’ diye raporlar veriyor. Adli Tıp Kurumu Başkanımızı çağırdım, konuştum, Vural Avar'dan bağımsız. Bütün hasta tutuklu ve hükümlülerle ilgili. Dedim ki, ‘Bakın burada insani bir durum var. Hasta insanlar var. Bunlarla ilgili Adli Tıp Kurumunun değerlendirmelerini bu insani durumu da gözeterek yapmasında fayda var. Ve kamuoyu buradan çok rahatsız.’
ARKADAŞLARIMIZ BU KONUDA ÇALIŞMAYI SÜRDÜRÜYOR
Bu konuda takdir Adli Tıp Kurumunun vereceği raporla ortaya çıkıyor. Adli Tıp Kurumu rapor vermediği takdirde cezaevi yönetiminin ve infaz savcısının yapabileceği hiçbir şey yok. Adli Tıp Kurumunun ilgili ihtisas dairesi başkanını da çağırdım, onunla da konuştum. Dedim ki, ‘Bu konu çok önemli konular bunlar. İnsanlar hasta ve bunlara ilişkin konularda bir hassasiyete ihtiyaç var.’ Ben hassasiyet gösterilmesini ve takdir haklarının bu noktada eğer bir takdir hakkı varsa pozitif şekilde hasta hükümler lehine kullanılması gerektiğini hep söyledim. Baktım olmuyor, olmadı da. Bakan olduktan sonra yaptıklarımı söylüyorum. Ben kamuoyuna şunu açıkladım; Hasta tutuklu ve hükümlüler için, daha insani bir uygulamayı nasıl hayata geçirebiliriz? ‘Bunun için biz Bakanlık olarak çalışmaya başladık’ dedik. Ve bir çalışma başlattık. Hala da arkadaşlarımız bu çalışmayı sürdürüyor. Biz bu çalışmada neler yapabiliriz? Daha iyi nasıl bir düzenleme yapabiliriz? Bunu doktorların yüzde 100 takdiri dışında kalarak bir kurala bağlayarak çözebilir miyiz? Dünya nasıl çözmüş? Dünyada bunun örnekleri var mı? Şimdi bunu çalıştırıyorum. Önümüzdeki günlerde bu konuda da bir formülü Türkiye kamuoyuyla paylaşma imkanımız olabilecektir. Şu anda henüz daha mutabık kaldığımız bir formül oluşmadı. Çünkü çok değişik görüşler var.
CUMHURBAŞKANIMIZ 3 AY ÖNCE TALİMAT VERDİ
Vural Avar, Allah gani gani rahmet eylesin diyorum. Tabii ölen herkes için taziye bizim geleneğimizde var. Eşi hanımefendiye, ailesine de başsağlığı diliyorum. Ama burada da şunu ifade etmekte fayda var; Sayın Cumhurbaşkanımız Vural Avar'la ilgili özel af yetkisini kullanmak istediğini bana söyledi ve süreci başlatmamızı da istedi. Biz merhum Avar'a bu dileği ilettik. Çünkü müracaat etmesi gerekiyor sürecin başlaması için. Fakat başlangıçta müracaat etmedi. Rahmetli oluşundan, yani çok az bir süre önce müracaatı oldu. Biz hemen işlemleri başlattık. Ve süratle işlemlere tekemmül ettirmeye sürdürürken bu arada rahmete kavuştu. Yani bu noktada yapılan eleştiriler tabii bilmeden yapıldığı için onlara bir şey demiyorum. Zaten Sayın Cumhurbaşkanımız bundan 3 ay önce talimat verdi. Yani biz kendi ilettiğimiz vakit ilgili görevli arkadaşlarımız kendilerine ilettiler bunu. Yani muhterem eşinin de bu olaydan bilgisi olduğunu tahmin ediyorum. Şimdi haber haberdar oldular. Ve o dönemde 3 ay yaklaşık diyorum yani süreç işlemiş olsaydı bu sürede işlem tekamül ederdi. Ama maalesef süreç başlamadı. Tabii neden başlamadı, kendi neden böyle bir yol izledi onu bilemiyorum. Fakat sonunda müracaat etti. Biz ilettiğimizde müracaat etmedi. Ama daha sonra müracaat etti ama müracaat ettikten sonra da biz süreci hızlıca başlattık. Fakat daha süreci bir hafta olmadan kendisi rahmete kavuştu. Yani bu noktada Sayın Cumhurbaşkanımızın hassasiyeti en üst noktadadır.
BU HAFTA İÇ GENELGEYİ YAYINLAYACAĞIZ
Sadece onun ilgili değil. Başka da bazı böyle durumlar var. Onları açıklamak istemem. Ama her defasında tabii Adli Tıbbın raporu gerekiyor. Maalesef Adli Tıptan bu yönde olumlu raporlar çıkmadı. Adli Tıpla ilgili bizim bir iç genelgemiz var. O genelgeyi çalıştırıyorum. Önümüzdeki günlerde bu genelgeyi yürürlüğe koyacağız. Çünkü adeta Adli Tıp, Cumhurbaşkanımızın özel af yetkisini kendi neredeyse kullanan bir uygulaması var. ‘104’ün kapsamına girer, girmez’ diye bir değerlendirme yapıyor. Halbuki 104’ün kapsamındaki özel af yetkisi Anayasa cumhurbaşkanına bırakmış. Takdir ona ait. Ama ne diyor? Sürekli hastalık, engellilik ve kocamışlık hali. Adli Tıbbın yapması gereken şey sürekli hastalık, kocamışlık ya da engellilik hallerinden biri ya da birkaçı var mı? Bunun teşhis ve tespitini içeren bir rapor vermesi icap eder. Ama öyle yapmıyor Adli Tıp. 104. madde kapsamına girer girmez diye rapor veriyor. 104. madde ilgili fıkrasında sürekli hastalık, sakatlık ve engellilik nedeniyle hükümlerin cezasını azaltmak ya da tamamen kaldırmak. Yani özel af dediğimiz bir af yetkisini cumhurbaşkanına tanıyor. Ama maalesef Adli Tıp bu konuda raporlamalarda farklı sonuçlar çıkıyor. O yüzden de biz neden kaynaklanıyor bu? Konuştum ilgili daire başkanımızı çağırdım, ‘Buradaki sorun ne dedi? Nereden kaynaklanıyor? Biz onu çözelim. Yasal bir düzenleme var mı yok mu?’ Bizim iç genelgemizi işaret etti. Biz de o iç genelgede gerekli değişiklikleri yapıyoruz. Bu hafta da inşallah iç genelgeyi de yayınlayacağız. Adli Tıp Kurumunu kanunundaki yetki sınırına çekiyor bu. Tabii bu gene Adli Tıp Kurumunun takdiri. Hükümet olarak bu konudaki takdiri hastalar lehine kullanılmasının çok doğru olduğuna inanıyorum. Diyelim içeride kanser tedavisi gören birisi var. Kanser tedavisinde moralin motivasyonun ne kadar önemli olduğunu bilen birisiyim ben. Böyle bir hasta 4. evre kanser tedavisi görüyor ve Adli Tıp Kurumundan rapor geliyor. ‘Bu tek başına hayatını devam ettirebilir. Veyahut da şöyle olur, böyle olur’ diye gelince benim içim sızlıyor. Ben ben bundan rahatsızım. Kendi kendini hayatını idame ettiremeyecek insanlar var. Örneğin pantolonunu çıkarıp giymekte zorlanan insanlar var. Ama ‘İçeride kalabilir’ diye raporlar geliyor. Ben de çağırıp soruyorum; ‘Ya bu adam nasıl içeride kalacak? Pantolonlu çıkarıp giyemiyor.’ Bilmelerini isterim ki aziz vatandaşlarımızın kendilerinin bize ilettiği, yönettiği eleştirilerin hepsinin bu işin muhataplarına biz iletiyoruz. Bugün Adli Tıp Kurumu üzerinde bu konuları özellikle ifade etmek istiyorum ki kamuoyu önünde de bunu ifade etmek istedim. Hastalıkların teşhis ve tespiti konusu orada olacak. Onlar takdir edecek. Hepsinden bağımsız. Tabii burada Sayın Cumhurbaşkanımıza ulaşanlar oluyor. Oradan da kamuoyundan yansıyor, medyaya yansıyor, başka yere yansıyor. Orada da takip ediliyor bu hasta hükümlülerinin durumu ve oradan da bize intikal ediyor. Biz her defasında bu sürecin sağlıklı ve hastaların lehine olması için gerekeni yapıyoruz ve yapmak için de çırpınıyoruz adeta. Ama rapor çıkmayınca savcının yapacağı bir şey yok. Cezaevi idaresinin yapacağı bir şey yok. Raporu verenler de ‘Tıbbın kuralları bunu gerektiriyor’ diyor. ‘Biz kuralla bağlıyız’ diyor. ‘Tıbbın kurallarına göre bu böyle’ diyor.
Onları dinleyince de onlara da bir şey diyemiyorum. Ama ben bütün bunlara rağmen ‘Siz gene de takdir hakkınızı hasta lehine kullanmakta eğer böyle bir takdire kalıyorsa siz ortada kaldığınız her yerde bunu hastalar lehine kullanmakta fayda olduğunu’ da kendilerine açık açık söyledim. Buradan da Türk milletinin huzurunda söylüyorum.
MAHKEME KARARLARI KENDİ İÇİNDE DE HUKUKSAL DENETİME TABİDİR
Bir defa şunu açıklıkla ifade etmek lazım. Bu kararı Adalet Bakanlığıyla ya da siyasetle Sayın Cumhurbaşkanımızla irtibatlandıranlar büyük bir iftiranın içindedirler. Çok net. Çünkü yargı bağımsız ve tarafsızdır. Kararlarını da Anayasa, kanun ve hukuka bağlı bir vicdanla dosya ve delil durumuna göre takdir ederler ve mahkeme kararları bildiğiniz gibi kendi içinde de hukuksal denetime tabidir. İşte ilk derece mahkemesi bir karar verdi. Bu istinaf, istinaf karar verirse temyiz denetimine tabidir. Dolayısıyla hukuk içinde verilen kararların kesinleşmesi de kanunların öngördüğü usul ve şekilde olur ve Sayın İmamoğlu'yla hakkında verilen karar ilk derece mahkemesi kararıdır.
BÜYÜK BİR ALGI OPERASYONU İLE KARŞI KARŞIYAYIZ
Yargıtay denetimi, istinaf denetimi bunun hukukilik denetimini zaten yapacaktır. Zaten istinaf aynı zamanda vaka denetimi de yapıyor ama Yargıtay sadece hukuki bir denetim yapıyor. Dolayısıyla bu kararın hukukilik denetimi İstinaf ve Yargıtay tarafından da yapılacaktır. Şu kadarını söylemekte fayda görürüm. O da şu. Şimdi yargılama niçin yapıldı? Soruşturma niçin açıldı? Ona bakmakta fayda var. Yüksek Seçim Kurulu Başkan ve üyelerine karşı kullanılan ifadeden dolayı yapıldı. Hakaret iddiasıyla soruşturma açıldı. Sonra da mahkeme Yüksek Seçim Kurulu üyelerine heyet halinde çalışan üyelerine alenen hakaret gerekçesine dayandırarak bir mahkumiyet kararı verdi. Burada kamuoyunda hiçbir şey yok mahkeme böyle bir değerlendirme yaptı havası, algısı da bir yandan oluşturuluyor. Ama mahkemenin kısa karar gerekçesine baktığınızda bu görülüyor. Öte yandan iddianamede de bu görülüyor. Öte yandan da tabii bu süreçle ilgili herkes kendince konuşuyor.
Karar açıklandıktan sonra sanki İmamoğlu'na siyasi yasak gelmiş, belediye başkanlığından indirilmiş, karar kesinleşmiş ve ortaya büyük bir mağduriyet çıkmış gibi bir algı oluşturdular. Şimdi karar ayın 14’ünde çıktı bugün ayın 25’i, sayın İmamoğlu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak görevinin başında mı? Devam ediyor. Bu ne zaman siyasi yasakla sonuçlanır? Yargıtay oynadıktan sonra oluşur. Şimdi sanki Yargıtay süreci yokmuş ya da bitmiş, İstinaf süreci yokmuş ya da bitmiş, olay kesinleşmiş Sayın İmamoğlu belediye başkanından alınmış hapse konulmuş gibi veyahut da yarın konacakmış gibi bir büyük algı operasyonuyla karşı karşıyayız.
MAĞDURA YATARAK, TÜRK HALKINI ALDATABİLECEĞİNİ DÜŞÜNDÜLER
Sayın İmamoğlu ve etrafında ona destek veren kimi siyasiler mağduru oynamayı ve mağdura yatmayı tercih ettiler. Ama bir şeyi unutuyorlar. Türk halkı mağduru sever. Mağdura dua eder. Destek olur. Ama mağdura yatanı sevmez. Bunlar resmen bu karar nedeniyle mağduru oynayarak, mağdura yatarak Türk halkını aldatabileceğini düşündüler. Buradan kendilerince çünkü çak derken yeni başladık derken kucaklaşırken baktığınız zaman bütün bunların hepsi bu mağduriyet istismarındaki samimiyetsizliklerini de paçalarından aşağı doğru adeta akıyor. Yani mağduriyeti istismar etmeyi dahi beceremediler. Ya istismara kalktılar çok net halk gördü. O yüzden karardan sonra vatandaşın fikrinin değişmesinin biraz bir müddet sonra değişmesine baktığınızda burada görülen şey halk sayın İmamoğlu ve etrafındakilerin mağdura oynadığını gördü. Mağdura yattığını gördü. Kendini aldatmak için bir sürü iş yaptığını gördü. Orada kırmızı kartını çıkardı. Ben mağduru severim, mağdura oynayanı sevmem.
CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN BİR MÜCADELENİN KAHRAMANIDIR
Tayyip bey üzerinden yeni bir Tayyip Bey'e Sayın İmamoğlu çok öykünüyor. Etrafındakiler de Tayyip Bey'in hikayesine benzer bir hikayeyi sayın İmamoğlu üzerinden acaba biz Türkiye’ye sunabilir miyiz diye büyük bir çaba içerisindeler. Ama bu ikisini mukayese etmek kıyaslamak çok yanlış. Sebebi de şu. Şimdi Sayın Cumhurbaşkanımız İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönem, o dönemin şahitleri hayattalar, o döneme şahit olmayanlar da bilahare okudular. İstanbul çöp yığınlarıyla adeta donatılmış vaziyetteydi. O zaman pandemi yoktu. Türkiye maskeyle İstanbul'da o dönemde tanışmıştı. Bu kokudan kendilerini korumak, pislikten kendilerini korumak için İstanbullular maskeyle geziyordu. Tayyip Bey başkan oldu. Çöp yığınları gitti. Sokaklar tertemiz oldu. İstanbul susuzdu. İSKİ skandalıyla İstanbullular perişan olmuştu. İnsanlar elini yüzünü yıkayamıyor, boy abdesti alamıyor, temizliklerini yapamıyor ve İstanbul'un caddeleri, sokakları su istasyonlarıyla benzinlik istasyonları gibi dolmuştu. Tayyip Bey Istranca Dağları'nı aştı, bir sürü zorlukları geçti. Hükümetin engellemelerini hep bertaraf etti. İstanbul'u suya kavuşturdu ve Haliç kokudan, pislikten geçilmiyordu. Haliç'i tertemiz yaptı. Millet Tayyip Bey'in mücadelesini, hırsını, çalışkanlığını, İstanbul'a kazandırdığını görünce onu Türkiye'nin başında görmek istedi. Tayyip Bey'in başardığını halk gördü. Şimdi İmamoğlu ikide bir çıkıp diyor ya hükümeti engelliyor beni. Hükümetin zerrece bir engeli yok. Rakamlar ortada, imkanlar ortada. Ama o günü yaşayan herkes bilir ki o dönemin hükümeti Tayyip Bey'i engellemek için neler yaptı? Tayyip Bey çıkıp da bunlar beni engelliyorlar demedi. Çıktı mücadelesini yaptı, engelleri aştı. İstanbul'u büyük eserlerle donattı ve Türk halkı dedi ki ‘Tayyip Bey acaba Türkiye'yi yönetse Türkiye'nin hali daha iyi olmaz mı?’ Tayyip Bey'in Türkiye'nin iktidarına yürüyüşünü ve Türkiye'yi yönetmeye aday oluşunu gören o dönemdeki siyasiler bununla ilgili bir mücadeleyi başlattılar. Şimdi bir defa bir bu. Tayyip Bey başarı hikayesinin kahramanı. İkincisi Tayyip Bey bir mücadelenin kahramanıdır. Ayrıca Refah Partisi, Milli Selamet Partisi içerisinde yaptığı mücadele ortada. İl başkanlığı, gençlik kolları başkanlığı sırasında ve Türkiye'de başörtüsü zulmü başta olmak üzere haksızlığa uğrayan dünyanın dört bir yanındaki mazlumların yanında duruşu ve bunun mücadelesini verişiyle bir büyük hak mücadele adamıdır Tayyip Bey. Çok büyük bir mücadele vermiştir. Taa Bosna-Hersek'ten tutun Srebrenitsa’dan Afganistan'a varıncaya kadar Kudüs'e varıncaya kadar dünyanın dört bir yanında mağdur ve mazlumların Türkiye'de ve dünyadaki en gür seslerinden biri olurmuştur. Başörtüsü zulmünü yapanların karşısında onlara zalim diyen ve onlara karşı mücadele eden bir duruşu ortaya koymuş ve ihlasla, samimiyetle Tayyip Bey bu mücadelede milletin gönlünde taht kurmuştur. Tayyip Bey'le ilgili karar çıktığı zaman bütün milletin gözü yaşlıydı. Kaldı ki Tayyip Bey'le ilk kararda değil. Karar kesinleştikten sonra millet toplandı, cezaevine gideceği zaman toplandı. Ben o zaman belediye başkan adayıydım. Ve seçim karargahına benim hemşehrilerim on beş güne yakın neredeyse sokamadım ben. O zaman çok üzülmüşlerdi. Birilerine de çok kızmışlardı. Burada üzülme yok. Burada bir bayram var, düğün var. Davulu zurnası eksik kurbanı eksik bir bayram var, bir düğün var. Şimdi bu mağdur olan, üzülen birisi bayram yapar mı? Sizin hayatınızı karartacak bir karar çıksa siz neredeyse halay çeker misiniz? Sunuculuk yapar mısınız? Getirip çağırıp onları takdim yani kendi aleyhine siyasi hayatı veya bütün geleceğiyle ilgili nice olumsuzlukları barındıran bir karar ortaya çıkmış. Siz dünyanın neresinde gördünüz? Böyle bir karara muhatap olup da kürsüde konuşmacıları takdim eden bir sunucuyu gördünüz mü? Bir belediye başkanını gördünüz mü?
HAK MÜCADELESİ İLE BİR ÖFKENİN BİRİKTİĞİ YER OLMAK ARASINDA ÇOK BÜYÜK BİR FARK VARDIR
Sayın İmamoğlu'yla Sayın Cumhurbaşkanımızı mukayese edenler şunu bir defa görmesi lazım. İmamoğlu'nun bugün Cumhurbaşkanı Hükümet Sisteminde ‘Hükümet beni engelliyor’ iddiasından başka söylediği bir şey yok. Bir başarı hikayesi yok. Tayyip Bey'in çöpleri, Haliç'i temizlemesi ve İstanbul'u suyla buluşturması gibi bir başarı hikayesi İstanbul'da yok. Oy veren herkes, hatta AK Parti'ye kızıp oy veren birçok dostum var, tanıdıklarımız var, hepsi pişman. Samimi olup da oraya oy verenler onlar da pişman. Sadece Cumhurbaşkanımızla Türkiye siyasetine oynamakla vakit geçiren bir siyaset anlayışı. İki bir hak mücadelesi yok demin. Hangi haklı davanın mücadelesini vermiş? Hangi mazlum ve mağdur grupların sesi olmuş? Dünyanın neresinde olan bir haksızlığın karşısında durmuş. Ama Sayın Cumhurbaşkanımıza karşı birilerinin köpürttüğü öfkenin toplandığı odak noktası olmuştur. Hak mücadelesiyle bir öfkenin biriktiği yer olmak arasında çok büyük bir fark vardır.
İstinaftan çıksa bile istinaf nihai yer değil. Çünkü bu tür suçlarda temyiz yolu da açık dolayısıyla Yargıtay’ın da görmesi gerekir. İstinaf ve Yargıtay süreci ne kadar sürer buna dair bir takvim vermem mümkün değil. Yani o belli olmaz. Bir yıl da sürebilir, daha da az sürebilir daha fazla sürebilir. Çünkü Yargıtay'da istinafta pek çok dosya var. Yani bunun takvimi konusunda bir şey demem mümkün değil. Önemli olan süreçlerin sağlıklı ve usule uygun işlemesi işletilmesidir. Şu anda bu süreçler açık ne kadar sürecek bilemiyorum.
06659 KIZILAY / ANKARA
90 (0312) 417 77 70
basinadalet.gov.tr