SEZEN YÜCE: Sevgili seyirciler Gündem Özel programında bugün konuğumuz Adalet Bakanı Sayın Bekir Bozdağ, efendim hoş geldiniz stüdyo konuğumuz oldunuz.
BEKİR BOZDAĞ: Hoş bulduk iyi yayınlar.
SEZEN YÜCE: Sağ olunuz efendim. Evet Ergenekon davasında tahliye edilen sanıkların durumundan HSYK’nın yapısına kadar gündemdeki sıcak gelişmeleri değerlendireceğiz Sayın Bakan’la. Efendim öncelikle Berkin Elvan’ın vefatı tüm Türkiye’yi yasa boğdu kuşkusuz, dün sabaha kadar da süren tüm Türkiye genelinde protestolar vardı, bugün de cenazesi var. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz, bu konuya ilişkin neler söylersiniz efendim bununla başlayalım.
BEKİR BOZDAĞ: Öncelikle Berkin Elvan yavrumuza Allahtan rahmet diliyorum, Berkin Elvan hepimizin evladı, böylesi bir hadisede hayatını kaybetmiş olması hepimizi derin bir üzüntüye boğmuştur. Kendisine rahmet diliyorum, ailesine baş sağlığı diliyorum, Berkin Elvan’la ilgili olayların olduğu sırada soruşturma başlatıldı. Ona karşı gerçekleşen olayla alakalı daha doğrusu bir soruşturma başlatıldığını biliyoruz. Soruşturma devam ediyor, soruşturmanın sonucunda elbette bu olayda ihmali, kusuru, kastı her ne varsa kişilerin ortaya çıkacak ve onlarla ilgili yasal müeyyideler neyse onlar uygulanacaktır. Bundan yana hiç kimsenin bir şüphesi olmamalıdır, yargı süreçleri sağlıkla işleyecek sonucunda da bir karar verecektir. Ben tekrar baş sağlığı diliyorum, başımız sağ olsun.
SEZEN YÜCE: Evet Allahtan rahmet dileyelim bir kez daha. Sayın Bakan şu anda gündemdeki bir diğer başlık da önemli bir konuda devam edelim istiyorum, herkesin kafası oldukça karışık, özellikle iki kavram arasında aslında insanların kafası karıştı diyebiliriz. Tutuklu ve hükümlü kavramları karıştırıyoruz zira kim hukuki tanımı aslında önemli, kim tutuklu kim hükümlü, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi hem Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay, Yargıtay’ın bu tutukluluk konusundaki içtihatları da nasıl efendim? Bu konuda neler söylersiniz?
BEKİR BOZDAĞ: Bu konuda herkes bunu karıştırıyor.
SEZEN YÜCE: Evet.
BEKİR BOZDAĞ: Esasında gazeteciler, siyasiler, hukukçular, hepimiz karıştırıyoruz, karıştırmayanımız yok. Tutuklu dendiği zaman daha ziyade yargılamanın daha soruşturmanın başında şüpheli veya sanık olan kişinin hüküm verilinceye kadar geçen süredeki halidir eğer tutuklama kararı verilmişse. Karar verildikten sonra ama bu karar Yargıtay’da onamayla kesinleşmeden geçen süredeyse hükmen tutuklu oluyor kişi. Artık tutukluluk statüsü sona ermiş oluyor, hükmen tutuklu statüsüne geçmiş oluyor, karar kesinleştikten sonra da hükümlü statüsüne geçiyor. Ama Türkiye’de bunlar demin ifade ettiğim gibi karıştırılıyor, Anayasa Mahkememizin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlar, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun konuya ilişkin verdiği kararlar, aynı şekilde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği kararlarda tutuklulukla ilgili değerlendirmesi de esasında bu çerçevededir. Özellikle uzun tutuklulukla ilgili davalar olmuş, itirazlar olmuş, mahkemeler bunu değerlendirmiş ve hepsinin ortak şeyi şu, tutukluluk süresinin hesabı kişinin yakalandığı ya da fiilen tutuklandığı tarihten itibaren başlar, hakkında ilk derece mahkemesinin karar verdiği tarihe kadar geçen süreyi kapsar. Uzun tutukluluğun hesabı buna göre yapılır, yani şimdi Türkiye’de azami tutukluluk ağır ceza gerektiren suçlar için 5 yıl, bu 5 yılın hesabı kişinin yakalandığı veya fiilen tutuklama işleminin uygulanmaya başlandığı tarihten itibaren mahkemenin karar verdiği tarihe kadar geç en süre. Ondan sonraki süre bu azami sürenin hesabında dikkate alınmaz Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin, AİHM’in uygulaması çerçevesinde, çünkü artık statüsü tutukludan çıkmış hükmen tutuklu statüsüne geçmiştir.
SEZEN YÜCE: Peki efendim bu açıklamalarınıza göre Ergenekon davasında yargılanmış kişiler tutuklu mu hükümlü mü?
BEKİR BOZDAĞ: Ergenekon davası bildiğiniz gibi geçtiğimiz Ağustos ayında sona erdi, ilk derece aşaması. Mahkeme kararını verdi, kararını verdiği andan itibaren Ergenekon davasında yargılanan kişiler hükmen tutuklu statüsüne geçtiler, dolayısıyla onlar tutuklu statüsünde değil hükmen tutuklu statüsündeler, farklı bir statüye geçmiş durumdalar, onların durumu farklı.
SEZEN YÜCE: Peki uzun tutukluluk gerekçesiyle nasıl tahliye edildiler Sayın Bakan?
BEKİR BOZDAĞ: Uzun tutukluluk biliyorsunuz terörle mücadele kanunu kapsamındaki suçlarla ilgili tutukluluk süresinin iki kat uygulanacağına ilişkin yasadan kaynaklanıyor. Normalde ağır cezayı gerektiren suçlarda bizim hukukumuzda tutukluluk 2 yıldır ama istisnai hallerde uzatılabilir bu, 5 yıl olur. Terörle mücadele kanunu kapsamındaki suçlarda ise bir istisna daha getirmiş kanun 1 kat uygulanıyor diyor, dolayısıyla 5 yılı 10 yıl olarak Türkiye uygulamış. Daha sonra yaptığımız düzenlemeyle bunu normal sınırına çektik, 5 yıla çektik. Dolayısıyla 5 yıldır Türkiye’de ağır ceza gerektiren suçlarda azami tutukluluk süresi, esasında davaların bizim hukukumuz erken bitirilmesine amirdir. Yasanın ilk haline baktığınızda 2 yıl öngörüyor, bunun Türkçesi şudur bir soruşturma başladı bunun yargılamasının nihayetlenmesi 2 yıl alır normalde. 2 yılda mahkeme bunu sonuçlandırmalıdır, eğer herhangi bir nedenle olayın niteliği ve başka nedenlerle soruşturma yargılama 2 yıl içerisinde, yargılama af edersiniz 2 yıl içerisinde bitmiyorsa, bitirilemiyorsa o zaman 1 yıl uzatılabilir ama bu uzatma 5 yılı geçemez. Hukuk devletinde herhangi bir kişi suç isnadıyla karşı karşıya kaldığınızda aleyhinde bir dava açıldığında bu davanın yargılaması 3 yıl, 5 yıl sürüp eğer biz senin suçun şudur cezan da şudur hala diyemiyorsak o zaman hukuk devletinin gereklerini yerine getiremiyoruz demektir. Orada bizim bir eksikliğimiz, bir yanlışlığımız var demektir. Maalesef Türkiye’de uzunca bir zamandır bu uzun tutukluluklar adeta cezanın infazına dönüşmüştü, hatırlarsanız 2010 yılının sonunda 10 yıllık tutukluluk azami süresi yürürlülüğe girdiğinde Hizbullah sanıklarından tahliyeler oldu. Türkiye’de o zaman da şimdiki gibi ağır eleştiriler yapıldı, yani bir insan yargılıyoruz biz mahkemede 10 yıl olmuş dava devam ediyor hala biz devlet olarak senin suçun şudur diyememişiz. Hatta onların içerisinde o zaman 16 yıldır davası devam eden kişiler vardı. Bu hukuk devleti bakımından bir ayıptır, bir eksikliktir, bir noksanlıktır. 10 yıla çektik, şimdi ikinci adımla 5 yıla çektik, mahkemeler davaların süreçlerini yasanın koyduğu sınırları dikkate alarak işletmesi ve bunu süratli bir şekilde yapması lazımdır. Süratli yargılamanın yapılması için de pek çok tedbiri biz aldık ama maalesef buna rağmen davaların uzadığını görüyoruz. Ergenekon davası kapsamında yapılan tahliyeler gerekçelerine göre değerlendirdiğimizde bir kısmının uzun tutuklulukla ilgili yasanın yürürlülüğe girmesi nedeniyle tahliye edildiğini görüyoruz.
SEZEN YÜCE: Evet hatta 2 farklı durum var ve soracaktım Sayın Bakanım, bir kısmı da İlker Başbuğ karara emsal gösterilerek tahliye edildi. Bu iki farklı durumu nasıl değerlendireceksiniz?
BEKİR BOZDAĞ: Kafaları karıştıran durumlardan bir tanesi de bu.
SEZEN YÜCE: Evet.
BEKİR BOZDAĞ: Yasa yürürlülüğe girdi tutukluluktaki azami süre 5 yıla indi ama bu arada hatırlarsanız Anayasa Mahkemesi Sayın İlker Başbuğ hakkında da bireysel başvuru kararı verdi, bireysel başvuru üzerine bir karar verdi. Dedi ki ilk derece mahkemesi tutukluluğa itirazları etkin bir şekilde denetlememiş olması ve gerekçeli kararın 7 ayı aşkın bir süredir hala yazılamamış dolayısıyla kararın Yargıtay denetimine götürülememiş olması kişi hürriyeti ve güvenliğinin ihlaline yol açmıştır diye bir karar verdi. Bu kararı verdiği tarih ile TMK 10’a göre görevli özel yetkili mahkemeleri kaldıran yasanın yürürlülüğe girmesi eş zamanlı oldu. Bu karar çıktı yasa yürürlülüğe girdi ve ertesi gün nöbetçi ağır ceza mahkemesi Sayın İlker Başbuğ’un tahliyesine Anayasa Mahkemesi’nin kararını gerekçe göstererek karar verdi ki bana göre de isabetli bir karar vermiştir. Ama bu yasadan faydalanmak için müracaat eden diğer kişilerle ilgili kararlar verilirken görüyoruz ki bazı ağır ceza mahkemeleri tutukluluk süresinin kısaltılmasını gerekçe göstermiş, bazı ağır ceza mahkemeleri de Sayın İlker Başbuğ’la ilgili Anayasa Mahkemesi’nin verdiği gerekçeli karara referans yapmışlar.
SEZEN YÜCE: Evet.
BEKİR BOZDAĞ: Benim kanaatim Sayın Başbuğ’un gerekçeli kararına referans yapan tahliye kararları ve onların gerekçeleri hukuken doğru gerekçelerdir ama tutukluluk süresi 10 yıldan 5 yıla indi diye verilen kararların gerekçesinin ben doğru olmadığını buradan açıkça kendi adıma ifade etmek isterim. Çünkü demin de ifade ettim kararın verildiği tarihten sonra tutukluluk bitmiştir hükmen tutukluluk başlamıştır, tutuklulukla ilgili düzenlemeler hükmen tutuklular için uygulanabilir nitelikte değildir, Anayasa Mahkemesi ve diğer mahkemelerin içtihatları da bu yöndedir. Ama Sayın Başbuğ kararını gerekçe gösterilerek yapılan kısmın doğru olduğunu söylemek isterim. Burada ben esasında bu tahliyeleri doğrudan TMK 10’u kaldıran kanunun yürürlülüğe girmesiyle irtibatın kurulması belki şöyle olabilir çünkü yeni mahkemeler baktığı için dosyalara yeni mahkemeler elbette yeni bir gözle olaya bakıp değerlendirme imkanı bulacaktır ama sürenin kısaltılması bunu sağlayacak nitelikte değildir. Bu tahliyelerin ana nedeni 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 7 ayı aşkın bir süredir gerekçeli kararı yazmamış olmasıdır, yazamamış olmasıdır. Ben buradan Türkiye kamuoyuyla da bunu açıkça paylaşmak istiyorum çünkü 7 aydır bir mahkeme gerekçeli kararı neden yazma, neden yazamaz anlaşılır gibi değil. Çünkü bizim hukukumuzda gerekçeli kararı yazmak kararın verildiği an bunu dosyaya koymak şeklindedir ama çok az istisnai hallerde.
SEZEN YÜCE: Peki bu konuda HSYK’nın herhangi bir girişimi oldu mu? Bazı şikayetler de var Sayın Bakan bu 7 ay gerekçeli kararı nasıl yazmaz, bunu hukuki bir zamanda da bir müeyyidesi yok mu? Siz aynı zamanda HSYK başkanısınız, bu konuda ne söyleyeceksiniz? Herhangi bir girişimi oldu mu HSYK’nın?
BEKİR BOZDAĞ: Bizim burada yasamıza bakmamız lazım, yasa diyor ki mahkeme kararını verdiği an gerekçesini de açıklar, eğer mahkeme kararı verdiği an gerekçeyi dosyaya hemen koyamıyorsa o zaman en geç 15 gün içerisinde gerekçeli kararı yazıp dosyaya koymak zorundadır diyor. Şimdi kanunun tayin ettiği bu sınır aşmak o zaman yargı görevini yapanlar için kanuna uymamak anlamına gelir. Diyelim bazı davaların sanıkları çok onlar için bu 15 günlük süre yetmemiş olabilir, bunun makul bir nedeni var denebilir bir açıdan ama bir aylık süre, iki aylık süre, üç aylık süre, altı aylık süre geçtik yedi aylık süre, şu anda sekizinci aydayız. 8 ay bir mahkemenin verdiği kararın gerekçesini yazmamış olması veya yazamamış olması hukuken kabul edilebilir bir durum değildir, doğru bir durum değildir. Neden? Çünkü bu durumda bulunan kişiler eğer gerekçeli karar yazılmış olsa o gerekçeye göre dosyasını temyiz edecek, Yargıtay’ın denetimine götürecek, Yargıtay belki bozacak bazıları orada tahliye olacak, belki Yargıtay onayacak ama Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuruya götürecek, ora bir karar verecek belki Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne götürecek. Bu kararın gerekçesinin geç yazılmış olması bu kararda mahkum olan kişilerin kendi aleyhlerindeki kararı Yargıtay’a ve diğer denetim yollarına götürme hakkını kullanmalarını engellemiştir, geciktirmiştir. Bu yönüyle bir hak ihlali de ortaya çıkmıştır, eğer Yargıtay’a gitti dosya oradan tahliye kararı çıktı bu kararın geç yazılması nedeniyle 8 ay, 9 aylık süreyi o insanlar boşa yatmış olacak. Belki berat kararı çıktı, o zaman bu aradaki sürede bu insanların tutuklu kalmaları, cezaevinde bulunmalarının hesabını kim verecek? Elbette kimse veremez bunu, onun için bugün bu tahliyeleri medyada sadece bu TMK 10’un kalkmasıyla özel yetkili mahkemelerin kaldırılmasına, tutukluluk süresinin kısaltılmasına bağlayanlara buradan şunu söylüyorum bu davaları bu kadar zamandır uzatanların burada hiç kusuru yok mu? 7 aydır gerekçeli kararı yazmayanların burada hiçbir kusuru yok mu? Bu gerekçeli kararı yazmayanlar bu tahliyelere yazmayarak görevlerini yasal süre içerisinde yasaya uygun yerine getirmemek suretiyle bu tahliyelerin olmasına yol açmışlardır. Balyoz davası bitti, onunla ilgili Yargıtay aşaması da bitti ve bir onama çıktı. Şimdi Ergenekon davası Yargıtay’a gelmiş olsaydı belki şu ana kadar Yargıtay’dan bir karar çıkacaktı, Yargıtay’ın dosyaya vaziyet etmesini, bir erken karar vermesini de gerekçeli kararı yazmamış olmaları neden olmuştur, bunu burada özellikle ifade etmek istedim.
SEZEN YÜCE: Zirve davasına da bakalım Sayın Bakanım, bu dava da çokça konuşuluyor zira savcı da son kararını verdi ancak mahkeme henüz bir karar vermedi. Buradaki durumu nasıl değerlendirirsiniz? Bu durum nasıl ortaya çıktı efendim? Zirve davası ……… da var.
BEKİR BOZDAĞ: Tabi Zirve davasıyla ilgili konu da çok ilginç çünkü bu dava biliyorsunuz başlangıçta karara bağlandı ve daha sonra Ergenekon davasıyla bu dava da birleştirildi. Burada ilginç olan bir hususu aracılığınızla paylaşmak isterim, bu davanın son duruşması 24 Şubat 2014’te yapıldı, son duruşması o zaman yapıldı. Duruşma tarihinde savcı son mütalaayı sunmuş dosyaya ama mahkeme Nisan ayına duruşmayı erteliyor. Bu neden önemli? Şundan önemli çünkü yeni yasayı meclis kabul etmiş, Cumhurbaşkanımızın önünde duruyor bu zaman, Cumhurbaşkanımız her an yasayı onaylayabilir, yasa yürürlülüğe girebilir. Yasayı onaylamış olduğunda tabi karar verilmediği için hükmen tutuklu statüsüne de geçmiyor bunlar. O zaman sürenin azaltılmasından yararlanma ihtimali doğacak, mahkeme o gün karar verebilir, o gün karar vermiyor peki savcı mütalaasını verdi bir haftaya sonraya kararı erteleyebilir, bir hafta sonraya da ertelemiyor Nisan ayının bana verilen bilgiye göre 10’una görüşmeyi erteliyor. Yani bir nevi baktığınızda böylesi bir tahliyenin olmasını ister gibi bir havayı da işin doğrusu bunu söylemek istemiyorum ama böylesi bir kanun gelirken ve bu cinayeti işledikleri konusunda karar kesinleşmediği için anayasa anlamında kesin bir hüküm vermiyoruz ama öte yandan bütün kamuoyunun adeta suçüstü bildiği bir halde böyle bir noktada mahkemenin kararını verirken bu yeni yasal düzenlemeyi de hesaba katması lazım, ona göre karar vermesi lazım. Tabi burada bir başka şey de var o da şu, şimdi burada Ergenekon davası kapsamında da bir takım cezalar alındığını biliyoruz. Yani Zirve davasından 7 yılı aşmış olay ama Ergenekon’la ilgili kısımda ise daha henüz o azami süreyi de doldurmamış, mahkeme Zirve davasından tahliye kararı verirken Ergenekon’la ilgili kısımdan tutukluluğun devamına karar verebilirdi. Maalesef oradan tutukluluğun kararına da karar vermedi bu da çok ilginç, çok manidar.
SEZEN YÜCE: Peki buradaki çelişkiyi nasıl yorumlayacaksınız?
BEKİR BOZDAĞ: Daha ilginç bir şey söyleyeyim izin verirseniz o da şu şimdi ilk tahliye kararı verirken ikameti terk etmeme noktasında bir adli kontrole de hükmetmiyor. Tahliye kararı veriyor ondan sonra başsavcılık itiraz ediyor bu karara, o itiraz üzerine ikameti terk etmeme ve elektronik kelepçe uygulamasına karar veriliyor.
SEZEN YÜCE: Evet.
BEKİR BOZDAĞ: Yani baktığınız zaman bütün bunların bu kadar üst üste gelmesi hukukun tanıdığı imkanların kullanılmaması işin doğrusu herkesi rahatsız ediyor. Yasa bir imkan vermiş, böylesi bir olayda hakimler takdir hakkını kullanmayacak da hangi hadise kullanacak? Biz takdir hakkını nasıl kullanıyor, niye kullanmıyorsun ona karışamayız ama vicdanları kanatan, vicdanları rahatsız eden şekilde bir takdir hakkını da kimsenin kullanmaması lazım. Diyelim ki kanun 5 yıla indirdi başka bir alternatif yok demiş olsa o zaman mahkemeye hak veririz, senin seçeneğin yok. Ama şimdi mahkeme burada 3 seçeneği de kullanmadı. Bir, karar vermesi gerekirken kararı kanunun geldiğini yürürlülüğe 1-2 gün sonra gireceğini göre göre kararı vermeyerek burada bana göre bir yanlışlık yapmıştır. İki, tahliye kararı verirken Ergenekon’la ilgili davadan da mahkum oldukları için o davada tutukluluk süresi dolmadığı için oradan tutukluluğun devamına karar vermeleri gerekirdi, verebilirlerdi, bu mümkündü, oradan tutukluluğun devamına karar vermeyerek bana göre bir başka eksiklik yapılmıştır. Öte yandan da adli kontrol yoluyla yani ikameti terk etmeme kararı vererek tahliye etmeleri gerekirken onu yapmayarak ayrıca bir eksiklik yapılmıştır. Şimdi 3 tane ayrı ayrı şey var, ben o zaman HSYK Başkanı olarak da bir vatandaş olarak da düşünüyorum bu kadar eksiklik yetkin hakimler ve savcılar tarafından mahkeme tarafından yapılabilir mi? Yapılmaması lazım.
SEZEN YÜCE: İstisnai kararlar verilebilir mi?
BEKİR BOZDAĞ: Yapılmaması lazım, itiraz üzerine elektronik kelepçe uygulamasına verildi. Yani şimdi bir savcı itiraz etse tutukluma kararı verebilir mi? Verebilir. İtiraz etmeden mahkeme şu anda Ergenekon davasındaki süre nedeniyle Malatya’daki ağır ceza mahkemesi tutuklama kararı verebilir mi? Verebilir. Yani bütün alternatifleri böylesi vahşice işlenmiş cinayetler konusunda mahkemenin göz ardı etmesini ben adalet bakanı olarak anlamakta zorlandığımı buradan ifade etmek isterim.
SEZEN YÜCE: Peki suçüstü gibi bazı istisnai kararlar eklenebilir mi, mahkeme daha sonra bu tür kararlar verebilir mi bundan sonraki süreçte?
BEKİR BOZDAĞ: Bunu da bizim şunun üzerinde durmamız lazım mahkemeler bundan sonra davalar önüne geldiği zaman bu davaları yasanın öngördüğü azami 2 yıl içerisinde sonlandırmalı. Çünkü yasa koyucu 2 yılın yeter olduğunu hesap ederek 2 yıl koymuş. Bir cinayet davası veya başkaca ağır cezayı gerektiren bir dava 2 yılda çok rahat biter. Örgütlü olanlar belki uzayabilir ama onu da 5 yılda bitirebilir, mümkün. Bizim sistemimizde 5 yılı aşan davaların bitmemesi düşünülemez. Onun için mahkemeler bundan sonra 5 yılda bitirecek şekilde işlerini planlamaları, ona göre hareket etmeleri lazımdır. Eskiden 10 yıldı hatta 2004’ten önce hiç sınır yoktu tutuklamada nasıl olsa tutuklama sınırı yok birisi bir suç işlemiş, karar verene kadar da tutukluluğu devam ediyor mahkemeler biraz gevşek davrandı. Şimdi 10 yıla indirdiğinizde ondan sonra biraz hızlandı, hatırlarsanız 10 yıla indiğinde Hizbullah sanıkları tahliye olmuştu dosya Yargıtay’ın önündeydi, Yargıtay’ın önünde aylardır yıllardır dosya duruyor ve kanunun yürürlülüğe gireceği belli Yargıtay tutuklu işleri öncelikle görüşmesi lazım, öne alıp bu dosyayı görüşmedi ve tahliyeler çıktı. Onun faturası da siyasi iktidara kesildi. Şimdi Başbakanımızla ilgili Diyarbakır’da bir dava oldu itiraz edildi, uçakla dosya Ankara’ya geldi ve Başbakan’la ilgili dosya jet hızıyla görüşülüp karara bağladı ama Hizbullah sanıklarıyla ilgili dosyalar yıllarca Yargıtay’da bekledi ve arkasından tahliyeler oldu. Şimdi bu tutuklama konusunda sınırın olmaması mahkemelerin davaları süratli neticelendirmesini de engelleyen bir fonksiyonu vardı. Şimdi bu düzenlemeden sonra tabi mahkemeler daha dikkatli davranacak, davaları daha hızlı sonuçlandırmak için gayret göstereceklerdir. Ondan benim hiç ama hiç şüphem yoktur ve o gayret çerçevesinde de davalar kısa sürede bitme imkanı bulacaktır.
SEZEN YÜCE: Efendim şimdi özel yetkili mahkemeler kaldırıldı ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi sohbetimizin başında siz de değindiniz kalktı farklı bir tartışma açtı ve bizi kapatamazlar dedi. Bu konuda neler söylersiniz efendim?
BEKİR BOZDAĞ: Tabi mahkemenin yaptığı bu iş bu açıklama doğru değil. Çünkü özel yetkili mahkemeler kanunla kaldırılmıştır, kanunla kaldırılan mahkemenin yargılama yapma yetkisi yoktur. Kanunun geçici maddesinde kaldırılan mahkemeye iki tane yetki verilmiştir geçiş dönemi için, bunlardan bir tanesi elinde karara bağlanmamış olan dosyaların devir işlemini yapma yetkisi, diğeri ise karara bağlanmış dosyaların gerekçeli kararını en geç 15 gün içinde yazıp dosyaya koyma yetkisi. Bunun dışında bir yetkisi yoktur, artık olmayan bir mahkemedir o, hakimler de olmayan mahkemenin eski hakimleri pozisyonundadır, kendilerini mahkeme varmış kendilerini de o var olan mahkemenin hakimiymiş gibi görüp dosyalara el atmaları ve karar vermeleri mümkün değildir. Verdikleri karar yok hükmündedir. Tabi Anayasa Mahkemesi’ne başvurma yetkileri de yok çünkü ortada mahkeme olacak ki Anayasa Mahkemesi’ne somut norm denetimi yoluyla bir müracaat yapılsın, mahkeme de yok. Ve anayasanın 142. maddesi çok açık mahkemeleri kurmak, mahkemeleri kaldırmak, yargılama usullerini düzenlemek, görev yetkilerini düzenlemek ancak kanunla olur, kanunu da meclis çıkarır. Bu kadar tecrübeli hakimlerin bu kuralı bilmemeleri bence mümkün değildir, bilerek böyle iş yapmaları da yasayla kendilerine çizilmiş sınırları aşmaktır, sınırın dışına çıkmaktır. Tabi bu hakimlerle ilgili HSYK 3. Dairesi inceleme kararı verdi ve bu çerçevede bir inceleme yapılacaktır. Bunun sonucuna göre de buradan bir karar çıkacaktır ama hakimlerin yaptığı iş anayasaya da yasaya da uygun değildir, esasında anayasa ve yasayı kendi ellerindeki yetki sınırlarını aşarak tanımamak anlamına gelir yaptıkları iş ve işlemler.
SEZEN YÜCE: Peki efendim herhangi bir mahkeme Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin de devleti temsil ettiği milli iradeden daha mı üstün tüm bu yaşananlara baktığımızda?
BEKİR BOZDAĞ: Şimdi mahkemeler nasıl görev yapar diye ona bakmamız lazım. Mahkemeler anayasanın 138. maddesinde çok açık diyor ki hakimler anayasaya, hukuka, kanuna ve vicdani kanaatlerine göre görev yaparlar yani anayasayla bağlıdır, kanunla bağlıdır, hukukla bağlıdır, vicdani kanaatleriyle bağlıdır. Bu bağlılık içerisinde hareket etmek durumundadırlar, bunun dışına çıkmaları kendilerine çizilen anayasal sınırı çiğnemeleri anlamına gelir. Meclis yasayı çıkarır, yasaya da herkes uyar, bütün organlar uyar, bütün idari birimler uyar, bütün vatandaşlar uyar ama idarede bulunanlar, yürütmede bulunanlar, yasamada bulunanlar, yargıda bulunanlar ve burada görev yapanlar ise hem yasalara uyarlar hem de yasaları bizzat uygularlar. Yargı görevi yapanlar yasalara uymak zorunda, yasaları uygulamak zorundadır. Çıkan yasayı beğenmeyebilirler, yanlış görebilirler, eksik görebilirler, eleştirebilirler ama bu yasaya uymama ve yasayı uygulamama hakkı vermez. Bir yasa çıktıktan sonra yürürlükten kaldırılıncaya kadar herkesi bağlar, hakim ve savcılar ise herkesten daha çok yasalara uymak ve uygulamakla görevlidir. Çünkü yasalara uymayanlara ağır hapis cezaları veriyorlar, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezaları veriyorlar öte yandan kendileri yasalara uymayanlara bu cezaları verirken kendileri yasaları tanımayan, yasalara uymayan bir yaklaşım içerisine girerlerse elbette bu büyük bir yanlışlık olur.
SEZEN YÜCE: Peki efendim süremizin de yavaş yavaş sonuna geliyoruz şöyle kısaca bir toparlarsak tüm bu süreci de ele alırsak bu tüm yaşananlar Türkiye’nin darbe geleneğiyle yüzleşmesini olumsuz etkiler mi ne dersiniz?
BEKİR BOZDAĞ: Türkiye’nin darbe geleneğiyle yüzleşmesini olumsuz etkilemez. Neden etkilemez? Çünkü Türkiye darbe geleneğiyle yüzleşmiştir, mecliste bu konuda araştırma komisyonu kurulmuştur, 12 Eylül darbesini yapanlar şu anda yargı önünde hesap vermektedir, 28 Şubat post modern darbesiyle ilgili yargılama süreci devam etmektedir, işte Ergenekon, Balyoz gibi son dönemlerde ortaya çıkmış hükümeti devirmeye teşebbüs suçundan dolayı devam eden yargılamalar vardır. Balyoz’da biliyorsunuz hüküm kesinleşmiştir, Ergenekon’da mahkeme karar vermiştir, bu tahliyeler kamuoyunda sanki beraat gibi bir algıya yol açtı. Halbuki tahliyeler sadece mahkemenin kararını bugüne kadar gerekçeli kararını yazmamış olmasının bir doğal sonucudur. Bu yargılamayı yapan kaldırılmış, 13. Ağır Ceza Mahkemesinin gerekçeli kararını bugüne kadar yazmamış olması bu tahliyeleri getirmiştir. Tahliyelerin olması beraat anlamına gelmez çünkü bu davalar Yargıtay’a gidecek, Yargıtay denetiminden geçecek, Yargıtay’ın ne karar vereceğini bizim şimdiden bilme imkanımız yok. Yargıtay tabi onama kararı verebilir, kısmen bozma onama verebilir, tamamen bozma verebilir ama sürecin devam ettiğini görüyoruz. Şu anda siyasetin AK Parti’yi yıpratmak için, hükümeti yıpratmak için bunlar darbe yapmak isteyenleri serbest bıraktı, şöyle yaptı, böyle yaptı havası oluşturmaya çalışıyorlar. Biz hukuk devletinden yanayız, hukuk devletinin doğru işlemesinden yanayız, hukuk devleti olursa hukuk devleti kuralları doğru uygularsa bundan kim istifade ederse etsin biz ondan gocunmayız. Neden? Çünkü hukuk devleti olmak Türkiye’yi güçlendirir, Türkiye’ye kazandırır, Türkiye’nin hukuk devleti olması için ve hukuk devleti olma niteliğinin güçlenmesi için biz önemli adımlar attık. Bundan sonra da bu adımlarımızı atacağız, atmaya devam edeceğiz ama buradan hareketle hükümeti yıpratmak için farklı farklı değerlendirmeler yapanlar oluyor, bunların hepsini göreceğiz biz bu değerlendirmeleri yapanların halini göreceğiz. Ama hepimizin şunu da açık açık ifade etmesi lazım 7 sene siz bir davada yargılama yapıp 7 sene sonra karar veriyorsunuz sonra 7 sene sonra da gerekçeli kararı yazmak için 7 aydan daha fazla zaman bekliyorsunuz. Böyle bir şey olmaz, bu hukuk devletiyle izah edilemez. İnsanların suçu varsa onu vaktinde yapacağınız sağlıklı bir yargılamayla tespit edip karara bağlamamız lazımdır. Bu tahliyeler bir kez daha söylüyorum beraat anlamında değildir, çünkü yargılama yapılmış, isnatlar iddianameye dönüşmüş, iddianame üzerine dava açılmış, dava sonucunda mahkeme de suçları bazıları için sabit görerek onların cezalandırılması yönünde karar vermiştir. Şu anda ortada bir mahkumiyet kararı vardır, bu tahliyeler bu mahkumiyet kararını ortadan kaldırmış değildir. Mahkumiyet kararını ancak Yargıtay ortadan kaldırabilir bozarsa, bozmadığı onayladığı zaman farklı sonuçlar ortaya çıkabilir. Onun için hukuk devleti içerisinde bütün süreçlerin hukuki kanalların sağlıklı işlemesi doğru olandır. Biz hukuki kanalların doğru ve sağlıklı işlemesini istiyoruz, herkesin adil yargılanma hakkından istifadesini ve bütün süreçlerin doğru işlemesini, işletilmesini istiyoruz. Umarım ki kaldırılan 13. Ağır Ceza Mahkemesinin hakimleri yasanın tanıdığı bu 15 günlük süre içerisinde gerekçeli kararı yazarlar. Eğer gerekçeli kararı yazmazlar, bunu biraz daha uzatırlarsa ben Adalet Bakanı olarak burada görev yapan hakimlerin bu noktadaki iyi niyetinden şüphe ederim. Çünkü kabul edilebilir bir durum değildir, 7 aydır eğer siz kararın gerekçesini yazamıyorsanız nasıl karar verdiniz o zaman? Ben bunu sorabilirim, herkes de bunu sorması lazım. Karar verirken hakimler esasında gerekçelerini oluşturmuş halde gelirler o gerekçeye istinaden karar uzunsa kısa karar açıklarlar, karar kısaysa gerekçeyle beraber açıklarlar. Şimdi gerekçesini oluşturuyorsun kararını veriyorsun o zaman o oluşturduğun gerekçeyi yazıya dökeceksin. Şu anda mahkeme maalesef bu gerekçeyi bugüne kadar yazılı hale getirmemiştir veya getirememiştir, umarım ki bunu daha fazla uzatmazlar, daha fazla uzatmaları mahkemelerin bu noktadaki objektif davranış içerisinde, objektif iyi niyet kurallarına uygun davrandığına ilişkin, davranıp davranmadığına ilişkin tereddütleri çoğaltır. Ben şahsen bunu biraz daha uzattıkları zaman adalet bakanı olarak derim ki burada iyi niyet yok derim. Yani kabul edilebilir bir durum değildir.
SEZEN YÜCE: Evet efendim. Yasa dışı dinlemelere baktığımızda montaj ses kayıtları da internette hızla yayılmaya devam ediyor Sayın Bakan. HSYK’yı da siz göreve davet etmiştiniz. Neler yapıldı, bundan sonra neler yapılacak, bu konuya ilişkin neler söylersiniz?
BEKİR BOZDAĞ: Yasadışı dinlemeler herkesi rahatsız etti, bütün toplumu huzursuz etti, iktidarını, muhalefetini, medyasını, STK’larını, işadamlarını, herkesi tedirgin etti. Adeta herkesle ilgili dinleme kayıtları tutulmuş ve onlar tehdit şantaj vasıtası olarak kullanılabilir hale gelmiş ve toplum büyük bir tehlike ve tehdit altına sokulmuş, onu görüyoruz. Şimdi insanlar konuşurken yanına telefonu almıyor, eşiyle dostuyla aynı odada konuşurken bakıyorsunuz telefonları bir yan odaya koyun da gönül rahatlığıyla şurada bir iki tek sohbet edelim der hale gelmiş. O zaman burada bizim burada tedbir düşünmemiz lazım, onun için de tedbir düşündük hükümet olarak getirdiğimiz bir yasayla ne yaptık biliyorsunuz dinlemelere bir düzen getirdik. O düzen içerisinde bundan sonra dinlemelerin azami 3 ay olması, örgüt kapsamında yapılacak dinlemelerin 6 ayla sınırlanmasını getirdik. Eskiden 6 aydı bu dinleme örgüt kapsamındaysa sınır yoktu, bir başka şey yaptık tek hakim karar veriyordu şimdi ağır ceza verecek ve oy birliğiyle karar verecek. Adeta dinlemeleri imkansız bir noktaya taşıyan bir adım attık, sebebi de kişi hürriyetine, güvenliğine, haberleşme hürriyetine güvenliğine, özel hayatın gizliliğine verdiğimiz önemden dolayıdır. Hukuk devletinde suç işleme özgürlüğü yoktur, insanlar böyle bir suç işlediği zaman elbette soruşturulacaktır ama soruşturma hukukun çizdiği sınırlar içerisinde, hukukun öngördüğü usuller içerisinde yapılacak ve insanlar o soruşturma çerçevesinde ortaya aleyhlerinde bir delil çıkarsa soruşturulacak, kovuşturulacak, bunlar olacaktır. Ama bunu yaparken insanların özel hayatını yok edecek uygulamalara izin vermememiz lazım.
SEZEN YÜCE: Peki bu kapsamda internet yasasında yapılan değişiklikler özel hayatın gizliliğini koruyabilecek mi?
BEKİR BOZDAĞ: Şimdi bu tabi önemli bir şey, internet yasasında şey özel hayatın gizliliğini tek başına korumaya yetmez. Neden yetmez? Çünkü teknoloji o kadar hızlı gelişiyor ki kanunlarla bizim teknolojiye yetişmemiz, teknolojiyi geçmemiz mümkün değil. Kanunlar belki geçici bir süre bir tedbiri ortaya koyabilir ama bugünkü gelinen bilimsel teknolojiye yetişmesi çok zor ama kişilerle ilgili onların hakkını, hukukunu koruyan tedbiri almak bizim vazifemiz. Sizinle ilgili bir görüntü çıktı, bir kayıt çıktı, özel hayatınızı bütün kişilik haklarını yok ediyor. Vatandaş olarak bunun kaldırılmasını istediğinizde devletin buna cevap vermesi ifade hürriyetine müdahale değildir, kişinin hürriyetini korumaktır, güvenliğini korumaktır, özel hayatını korumaktır. Bu yasa maalesef farklı takdimlerle yapıldı, yasayla ilgili sanki internete yasak getiren bir yasaymış gibi takdim edildi. Halbuki internete yasak getirmiyor, ne yapıyor? Kişilerin özel hayatını koruyor, kişiyi koruyor, insanı koruyor. İnsanımızı korumayalım, insanların özel hayatına ilişkin ne varsa her şey ortada olsun diyorsak o zaman bir şey yapmayalım. Sayın Baykal’la ilgili, MHP’li bazı vekillerle ilgili, daha başka pek çok kişilerle ilgili kasetler çıktığı zaman herkes nerede bu hükümet diye ayağa kalktı. Şimdi bu bir nevi böyle bir durumda ne yapıyor? Bu kişilerin talebini idare tarafından hayata geçirme imkanı veriyor, böylesi ahlaksız kasetler, ahlaksızca kişi özel hayatına müdahalelerin önüne geçen geçici bir tedbir ortaya koyuyor, kalıcı bir tedbir değil.
SEZEN YÜCE: İhlalleri ortadan kaldırmak için ama tabi çokça tartışıldı hatta internette bir çok sosyal sitesinde bazı sosyal paylaşım siteleri yasaklanacak mı, neden yasaklanıyor anlamında Twitter’dan da çokça soru geliyor bu anlamda.
BEKİR BOZDAĞ: İnternet sitelerine bir yasak getirilmiyor, internet siteleri kapatılmıyor, sadece internette kişinin, kişilerin özel hayatı veya kişi hürriyetiyle ilgili bir haber varsa o haberin o içerikten çıkarmasını getiriyor.
SEZEN YÜCE: Özellikle altını çizelim Sayın Bakanım.
BEKİR BOZDAĞ: Ama kamuoyunda şöyle, tabi. O haberin o içerikten çıkarılmasını getiriyor, şöyle anlatıldı site tamamen kapatılıyor.
SEZEN YÜCE: Yanlış anlamalara mahal ……….
BEKİR BOZDAĞ: Böyle bir şey yok, interneti bu hale getiren bakın geniş bant internet 20 bindi bizden önce şimdi tam 34 milyon oldu.
SEZEN YÜCE: Çok ciddi bir rakam
BEKİR BOZDAĞ: Her okula interneti biz götürdük, 30 binden fazla bilişim sınıfı kurduk, şimdi tablet bilgisayar dağıtıyoruz. İnterneti bu kadar biz yaygınlaştıracağız sonra da önüne geçecek iş yapacağız, yok öyle bir şey. Bizim yaptığımız şey internetin ortaya çıkardığı kişi hürriyeti ve güvenliği, haberleşme hürriyeti ve güvenliği, özel hayatın gizliliği bakımından korumasız hale gelen insanımızı korumaya dönük adımlardır. Yoksa interneti yasaklamak değildir.
SEZEN YÜCE: Evet bu tartışmaya da böylelikle cevap vermiş oldunuz. Efendim çok teşekkür ederiz yayınımıza katıldığınız için.
BEKİR BOZDAĞ: Ben teşekkür ediyorum, iyi yayınlar diliyorum.
SEZEN YÜCE: Sağ olunuz efendim, evet Sayın Bekir Bozdağ’la Adalet Bakanı, Ergenekon davasında tahliye edilen sanıkların durumundan HSYK’nın yapısına kadar, yasadışı dinlemelere, montaj ses kayıtlarına kadar bir çok konuda konuştuk, önemli değerlendirmeler yaptı, önemli açıklamalar yaptı. Değerlendirmeler için tekrar teşekkür ediyoruz, gündemimizin de bu şekilde sonuna geliyoruz. Az sonra gelişmelerle yeniden karşınızda olacağız.
06659 KIZILAY / ANKARA
90 (0312) 417 77 70
basinadalet.gov.tr