Erişilebilirlik Menüsü

Ekran Okuyucu

Seçili Alan Okuyucu

Bağlantı Vurgula İkonu

Bağlantı Vurgula

Metni Büyüt İkonu

Büyük Metin

Metni Sola Hizala

İmleç

Okuma Kılavuzu

Okuma Maskesi

Disleksi Dostu

Kontrast

Solgunlaştırma

Düşük Doygunluk

Yüksek Doygunluk

BOZDAĞ: ALMANYA`NIN KARARI YOK HÜKMÜNDEDİR
03.06.2016

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İstanbul Üniversitesi 11. Ceza Hukuku  Günleri'ne katıldı.

İstanbul Üniversitesi 11. Ceza Hukuku Günleri’nde konuşma yapan Bozdağ'ın konuşmasında öne çıkan başlıklar şu şekilde:

 “İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Türkiye Adalet Akademisi tarafından düzenlenen 11. Ceza Hukuku Günlerini ve bu çerçevede ele alınan konuları enine boyuna bu çalışmalar içerisinde değerlendirildiğini, hükümetimiz için, yargı görevi yapanlar için, hukukçular için değerli bilgilerin ve önerilerin ön plana çıktığını tahmin ediyorum.  Biz de bakanlık olarak burada ortaya çıkan sonuçlardan istifade edeceğimizi ve bunun üzerinden alınması gereken tedbirleri alacağımızı ve gereken adımları atacağımızı buradan ifade etmek isterim. Bu vesileyle böylesine önemli bir çalışmayı yürüten hukuk fakültemizin çok değerli dekanına, Adalet Akademisi değerli başkanına, katkı sunan yerli ve yabancı çok kıymetli uzmanlara ve akademisyenlere şahsım ve bakanlığım adına huzurlarınızda teşekkürlerimi sunuyorum.

Türkiye ceza adalet sistemini iki yetkiden sonra adeta baştan sona yenilemiştir. Türk Ceza Kanunu, Ceza Muhakemesi Kanunu, Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun, Kabahatler Kanunu ve diğer özel kanunlarda yer alan ceza hükümlerinin yeni sisteme uyumlu hale getirilmesi için çok büyük kapsamlı reformlar yapıldı. Türkiye bu işi yapabilir mi? Yapamaz mı? Çıkan kanun birkaç ay uygulanır uygulanmaz diye birçok söylem oldu. Hatta bu konuda çok iddiaya giren isminin önünde Prof. Dr. Yazan çok akademisyenlerde hukukçularda oldu. Çünkü Türkiye’nin böylesi önemli bir reformu, değişimi, dönüşümü yapacağına inanmayan kendine güvenmeyen çevrelerde vardı. O günlerde onları da gördük biz. Türkiye’nin tecrübesine ve yetişmiş insanlarına hep inandık. Çünkü bizim partimiz o alanlarda da çok başarılı örnekler verdi. Yargıtay’ımızın uygulamaları, hukuk fakültelerimizin ortaya koyduğu performans ve bu alanda ortaya çıkan akademik bilgi Türkiye’nin kendi ceza kanununu yapabilecek olgunluğuna fazlasıyla haiz olduğunu göstermektedir.  Kendi kanunlarımızı kendi akademisyenlerimiz, kendi Yargıtay üyelerimiz, kendi siyasilerimiz, kendi uzmanlarımız, kendi komisyonlarımız ve kendi parlamentomuz enine boyuna konuyu inceledi ve yeni Ceza Kanunu ve Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu ve bu alandaki pek çok düzenlemeyi yürürlüğe koydu.  Aradan geçen 12 yıllık zamana baktığımızda önemli mesafeler aldığımızı görüyoruz. Bu kanunlar yeni yürürlüğe girdiği için eksiklikleri olabilir bunları düzelttik. Dünyanın her yerinde kanunlar yapıldığında bunun uygulamaya girmesinden sonra ve hatta pek çok yerde uygulamaya girmeden öncede bazı değişiklikler yapıldığını söylüyor. Bu kanunlarda değişiklik yapılmasını bir beceriksizlik olarak görmüyorlar çünkü köklü bir reform yapılıyor.

Türk Ceza Kanunu biz mecliste kabul ettikten sonra hukuk fakültelerimiz, avukatlarımız ve bu alanda uzman olan kişiler artık kanun yürürlüğe gireceğine inandılar ve ceza kanunu ne getirdiğine bakarak ondan sonra alıp incelemeye başladılar. Ticaret Kanunu’nda da öyle oldu. İlgili tüm taraflara görüşe gönderdik ama neredeyse yok denecek kadar az dönüş oldu. Daha sonra yasa mecliste kabul edildikten sonra herkes hatta sanayici ve iş adamları dâhil kendi alanlarında uygulanacak kurallarla ilgilenmesi gerekli olan kişiler, kurumlar yasa yürürlüğe girdikten sonra okudular, okuduktan sonra telaşa kapıldılar. Daha öncesinde kanununda ne var ne yok diye baştan sona okumadıkları için sanki önceki kanunlarda olup da yeni kanuna aktarılan hükümlere yeni geliyormuş gibi bir hava oluştu, bunun üzerine muhataplarıyla konuştuk ve kanun yürürlüğe girdikten sonra ortaya çıkan aksaklıklar ihtiyaçlar oldu onun üzerine bazı değişiklikler yaptık.

Böyle derli toplu okumadıkları için sanki önceki, kanunlarda olup da yeni kanuna aktarılan hükümlerle yeni geliyormuş gibi bir hava oluşturuluyor. Onun üzerine onlarla da konuştuk ve kanunlar göndertilmeden bazı değişikliler yaptık. Yürürlüğe girdikten sonra uygulamada ortaya çıkan aksaklıklar, ihtiyaçlar oldu onun üzerinde bazı değişiklikler yaptık. Bu normaldir, olması gerekendir, doğru olandır. Türkiye de bu normal ve olması gerekeni yapmıştır, gerekli adımları atmıştır. Koruma tedbirleri konusunda, ceza muhakemesinde ortaya konan anlayış son derece önemli değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Türkiye de eskiden işkence miktarları vardı. Çok yoğun bir şekilde olurdu. Hemen hemen her gün haberler de yer alırdı. Şu anda işkence miktarlarının gazetelerde, televizyonlarda duyabiliyor musunuz? Başka uluslararası örgütlerden gelip bak şu işkence var bu işkence var nedir bu konu diye soranlar oluyordu. Şimdi kaç tane gelen var kaç tane soran var? Gelenler azaldı. Soranlar da cevabını aldığı zaman Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bu gelişimi tebrik edip ayrıldılar. Neden çünkü ceza muhakemesinin yeni anlayışı şüpheliden sanığa doğru gidişin tam esaslarını ortaya koydu. Yeni yöntemler yeni imkânlar suçluya ulaşmayı kolaylaştırdı. Suçun delillerini hukuk içerisinde doğru bir şekilde ortaya koymayı sağlayan düzenlemeler oldu. 

Bunlar ne yaptı? Birçok olumsuz şeylerin olmasının önüne geçti. Yani örneğin iletişim dinlenmesi konusunda teknolojinin sunduğu imkânlarla beraber bu konudaki hükümetin attığı adımlar ve yeni ceza muhakemesi kanunu işte teknik araçlarla izleme, takip ve gizli soruşturma için ve diğer yeni müesseselerin tamamı bu anlamda delillerin tespiti, şüphelilerin bulunması ve yargının önüne çıkarılması konusunda soruşturma makamlarına çok imkânlar verdi. O nedenle bakıyorsunuz Türkiye de davalarda bir artış oldu. Cezalarda da bir artış oldu. Bu konuda da çok ciddi eleştiriler var. Bu kadar dava niye arttı? Bu kadar ceza niye arttı? Sanki suç işlemede bir patlama olmuş gibi algı oluşuyor. Esasında usul yasamızın ve teknolojinin sağladığı imkânlar nedeniyle bu konuda netice almak imkânlı hale geliyor. Açık dosyalar neredeyse yok denecek kadar azaldı. Faili meçhul neredeyse yok denecek kadar azaldı. Bütün bunlar bu kanunların başarısı, teknolojinin sunduğu imkânların sonucudur diye düşünüyorum. Tabi koruma tedbirleri konusunda attığımız pek çok adımın içerisinde en çok eleştiri alan bir adımı bu. O da Sulh Ceza Hâkimliklerinin kurulması.

Sulh Ceza Hâkimlikleri, Ceza Muhakemesi Kanununda en fazla cezaya uğrayan, en fazla iftiraya uğrayan, en fazla mağdur edilen madde olmuştur. Bir takım paralel operasyonların gölgesinde kalmıştır ve işin esası gündelik tartışmaların arasında kaybolup gitmiştir. Bakanlığın yaptığı çalışmalara baktığımızda Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun, önceki yüksek kurulun sayın üyelerinin Sulh Ceza Hâkimliğinin kurulmasının gerekliliğini uzun uzun anlatan bir görüşü Adalet Bakanlığı’na gönderdiler, yazılı görüşleri var. Yargıtay başkanının imzasıyla Yargıtay’ın görüşü de yazılı olarak Adalet Bakanlığı’na gönderildi, onlarda sulh ceza hâkimliğinin ne kadar önemli ve gerekli olduğunu anlatıyorlar ve bunun çıkarılmasında sağlanacak faydadan bahsediyorlar. Daha önceki Yargıtay başkanı Ali Akan’ı bizzat ziyaret ettim “bu yasaya gündeme getirmeden önce Türk ceza hâkimliğini kuracağız bu konuda yazılı görüşünüz var mı? Sizinle istişare etme gereği duydum” dedim. Sayın başkanım dedi ki “çok isabetli bir karar bunu mutlaka yapalım hatta sulh hukuk mahkemelerini de kaldılarılım ” dedi. Bu yasa parlamentodan geçti ve Türkiye’de birden bire kıyamet koptu. Bu hâkimliklerin proje hâkimlikler olduğundan, siyasi iradenin emrindeki hâkimlikler olduğundan ve birçok bahisten vurdular. AB komisyonları da Türkiye’nin Türk ceza hâkimliğini hayata geçirilmesini bizden istedi. Harekete geçirince de takdirlerini iletti.  Bunu şunun için anlatıyorum; siz doğru bir iş yapsanız bile eğer onun yanlışlığı konusunda birileri algı oluşturmak isterse o algıda başarılı olma şansları her zaman olmasa bile zaman zaman olmaktadır. Neden bu düzenleme yapıldığını buradan çok net ifade etmek isterim; koruma tedbirleri konusunda uzman bir hâkimlik oluşturmamız gerek, eskiden Türk ceza mahkemesi vardı yargılama işi yapıyordu ve koruma tedbirleri hakkında kararlar veriyordu. Onlar kendisini yargılama yapan mahkemenin hâkimi gibi konumlandırdıkları için koruma tedbirleri talebini yeteri kadar incelemiyorlar, vakit dahi ayırmıyorlar. Hemen savcının talebine göre bir karar veriyor ve pek çok haksız kararlar ortaya çıktı çok ciddi mağduriyetlerde ortaya çıktı. Ayrıca o kararı veren daha sonra o konudaki yargılama süreçlerinde görev alma ihtimali bulunması da yeterli ve sağlıklı dilekçe yazmasına da engel oluyordu. Onun için işin esasına fazla girmeden bir değerlendirme yapıyorduk. Bu nedenle konuyu uzman biri incelesin. Sadece işi bu olan dosyayı başından sonuna kadar bütün detaylarıyla incelesin ve bu konuda karar versin diye sulh ceza hâkimlikleri var.

Kişi güvenliği ve hürriyetiyle doğrudan ilişkili olan tedbirlerin bu konuda uzmanlaşmış ve sadece işi bu olan bir hâkim tarafından incelenmesi esasında hukuk devletinde olması gereken bir güvencedir. Biz böylesi bir güvenceyi ortaya koyduk ve bu adımı attık şu ana kadar ortaya çıkan uygulamaya baktığımızda da başarılı bir uygulama olduğunu görüyoruz sadece bazı çevrelerin bazı davalarla veya bazı soruşturmalarla alakalı eleştirileri var bunun dışında baktığımızda çok önemli bir sistem olduğunu görüyoruz. Sulh ceza hâkimliklerinin kendi içerisinde itiraz mekanizmasına ciddi eleştiriler yapıldı. Takipsizlik kararı veriliyor bu karara itiraz yapılıyor bir sonraki sulh ceza hâkimliği bakıyor eğer o yerde tek sulh ceza hâkimliği varsa, en yakın yerdeki ağır ceza mahkemesi nezdinde ki sulh ceza hâkimliği yapıyor buna ciddi eleştiriler yapıldı. Eskiden de bakıyoruz en yakın yerdeki ağır ceza mahkemesi bakıyor. Ağır ceza mahkemesi üyeleri oturup burada takipsizlik kararı doğrumu haklımı haksız mı enine boyuna bir tartışmamı yapıyorlar, kaleme geldiği gibi gidiyor ama şimdi bu konuda uzman olan bir hâkim karar veriyor, itiraz ediliyor sonra bu konuya bir başkası bakıyor o da bu konuda uzman oda bu konuda karar veriyor. Birbirini tanırlar samimi olurlar ağır ceza üyeleri ile takipsizlik kararı verenler birbirini tanımıyorlar mı? Herkes birbirini tanıyor, önemli olan birbirini tanıması değil verilen kararın hukuka uygun ve doğru olması bu açıdan baktığımızda da son derece haksız bir eleştiri olduğuna ben inanıyorum o nedenle de Sulh Ceza Hâkimliklerinin haksızlığa uğradığını da ifade etmek istiyorum. Zaman içerisinde göreceğiz Türkiye’deki Sulh Ceza uygulaması eleştirenlerin en çok savunduğu uygulamalardan biri olacaktır çünkü bu koruma tedbirlerinin güvencesidir, işin hüviyetinin de güvencesidir son derece önemli bir reformdu.

Bazı önemli değişiklikler yapmayı planlıyoruz. Ne yapacağız derseniz öncelikle kapsamını genişletmek ayrıca uzlaştırmanın da kapsamını genişleteceğiz ve uzlaştırmanın sağlıklı bir şekilde uygulanmasını engelleyen uygulamadan kaynaklı sorunları çözücü adımlar atacağız. Pek çok konu yargının önüne gitmeden uzlaştırma marifetiyle çözülebilir diye düşünüyoruz. Onun için de uzlaştırmanın hem kapsamını hem etkinliğini artıran düzenlemeleri önümüzdeki günlerde Türkiye kamuoyuna açıklayacağız. Bir örnek vereyim şu anda nasıl uygulanıyor uzlaştırma siz kavga ettiniz herhangi bir insanla, ondan şikâyetçisiniz, hemen çıktınız savcıya size soruyorlar uzlaşma ister misiniz? Siz burnunuzdan soluyorsunuz, savcı size soruyor veya kolluk size soruyor uzlaşma ister misiniz? İster misiniz? Ben uzlaşma istesem niçin şikâyetçi olayım? Ama siz oraya bir ay sonra gitseniz öfke geçtikten sonra, sinir geçtikten sonra aklı-selim bir şekilde olayı değerlendirdikten sonra buna deseniz ki siz uzlaşma ister misiniz? Ben cevaplarım evet isterim. Onun için de uzlaşmanın teklifinden başlayarak pek çok aşamasında önemli değişiklikler olacaktır. Burada da farklı bir yapı ortaya çıkacaktır. Yine basit uygulama dediğimiz bir usulü Ceza Muhakemesi Kanununun içerisine taşıyacağız. Tabi bu usul yeni bir usul, çok ciddi eleştiriler de var buna. Biz basit yargılama müessesesinin hukukumuza şimdi aktaralım diyoruz tamam kapsamını çok dar tutalım, yani herkesin duyduğu zaman bu işte mahkemenin huzuruna gelmeden basit yargılama usulüyle çözülebilir nitelikleri kapsıyor. Çok dar bir alanda uygulamayı başlatacağız. Eğer uygulama başarılı olursa hukukçularımızdan, hâkimlerimizden savcılarımızdan, kamuoyundan şu konuları da bunun kapsamının içine alın önerileri çerçevesinde belki zaman içerisinde genişleme yapılabilir. Ama şu aşamada müesseseyi hukukumuza taşımak çok sınırlı bir alanda bunun uygulanmasına imkân verme yönünde bir kararımız olduğunu buradan ifade etmek isterim. 

İstinaf mahkemeleri

Tabi önümüzdeki dönemde Türkiye’de çok önemli bir değişiklik de İstinaf Mahkemeleri 20 Temmuz 2016 İstinaf yargılamasının Türkiye de fiilen başladığı tarih olacak. Cumhuriyet döneminde çok büyük değişimler oldu bu alanda. Ama en büyük reform Atatürk’ün liderliğinde yeni Cumhuriyet’in başında oldu. Şer’i hukuktan laik hukuka geçerken pek çok husus baştan aşağı yenilendi ama ondan sonraki süreçlerde yapılan değişikliklere baktığımızda bir takım değişiklikler var ama köklü bir reform anlayışı yok.  Bu anlamda baktığımızda köklü reformların Ceza Muhakemesi Kanunu, Hukuk Muhakemesi Kanunu, Ticaret Kanunu, Borçlar Kanunu diğer kanunların hepsine baktığımızda adeta Cumhuriyet’in başındaki bir yenilenme gibi bir yenilenme sürecinin 2002’den sonra başladığını görürüz. Çok büyük değişiklikler olmuştur. Ama en büyük reform ikinci büyük reform Atatürk’ün yaptıklarından sonra en önemlilerinden birisi hiç kuşkusuz istinafın faaliyete geçmesidir. İstinaf bir yandan yargılamayı hızlandıracak, bir yandan kararların doğru ve isabet oranını artıracak, bir yandan hakimlerimizin ve savcılarımızın motivasyonunun olumlu etkilenmesini sağlayacak, bir yandan da Danıştay ve Yargıtay’ın gerçek anlamda istinaf mahkemesi fonksiyonunu kazanmasına yol açacak. Ceza Muhakemesi davalarının yüzde 91’İ, Hukuk Mahkemesindeki davaların yüzde 89’u, İdari Mahkemede ki davaların yaklaşık yüzde 80’i İstinafta kesinleşecektir. İdari yargılamadaki davalarında yaklaşık % 80'i istinafta kesinleşecek. Bu son derce önemli bir sistemi Türkiye'de hayata geçirecek. İstinaf ilk derece mahkemesinden gelen kararı adeta ilk derece mahkemesi gibi yeniden ele alacak değerlendirecek. Yargıtay, Danıştay dosyayı sadece onar veya bozarsa geri gönderiyor. Esasa girme yetkisi yok. Ama istinafın üyeleri, bu dosyanın esasına girip, ilk derece mahkemesi gibi esastan karar verme hakkı yetkisine sahip. Yanlışlık varsa kendileri düzeltecekler. Eksiklik varsa kendileri tamamlayacak. Ve ilk derece mahkemesi gibi doğrudan karar verecek.

Bu açıdan baktığımızda istinafın Türk hukuk tarihinde çok önemli bir dönüm noktası olduğunu buradan ifade etmek isterim. Tabi yeni uygulamaya başlayınca bazı sorunlar olacaktır. Onda şüphemiz yok. Fakat zaman, içerisinde bu sorunları süratle giderecek ve sistemin sağlıklı işlemesi için hepimiz gayret edeceğiz.

 
 

Almanya'nın Kararı

Sözlerime son verirken Almanya'da Almanya parlamentosunun aldığı karala ilgili de bir kaç hususu yine buradan ifade etmek isterim.

Ermeni soykırım iddiaları Türk Milletine, Türkiye devletine, Türk tarihine ve aziz ecdadımıza açıkça bir iftiradır. Parlamentoların kararıyla tarihi iftiralar hakikate dönüştürülemez. Veya bir kanunla tarihi iftiralar hakikate dönüştürülemez. Düzmece mahkemelerle de tarihi iftiralar, mahkeme kararıdır diye hakikate dönüştürülmez.

Ama maalesef tarihi tarihçilere bırakmayan, gündelik siyasal politikalar çerçevesinde, tarihi de gündelik siyasal politikalara alet eden hastalıklı bir anlayış Dünyanın pek çok ülkesinde bulunmaktadır. Türkiye’yi ir konuda sıkıştırmak için işte şöyle olur böyle olur karar alıyorlar. Buradan bir kez daha söylüyorum. İstediğiniz kadar karar alın, Türkiye'yi bu tür sahte kararlarla bu iftira kararlarla sıkıştırma imkânınız yoktur. Bizim için bu karar yok hükmündedir.

Bizim mirasçısı olmakla iftihar ettiğimiz Türk devletlerinin tarihinde ve ecdadımızın geçmişinde, yüzümüzü kızartacak, başımızı önümüze eğdirecek herhangi bir icraat yoktur. Türk milleti ve Türk devletleri her zaman adaletin, hakkaniyetin, merhametin, şefkatin, yardımın ve mazlumun yanında duruşun sembolü olmuştur. Tarih bunun şahitlikleriyle doludur bizim milletimizin geçmişinde Almanya’nın geçmişinde olduğu gibi insanları diri diri fırınlarda yakma yoktur. Hamdolsun böyle bir utancımız ne bugün ne dün nede Türk milletinin tarih sahnesinde yer aldığı günden bugüne hiç olmamıştır bundan sonrada olmayacaktır. Yahudiler İspanya’dan kaçarken kucağını açan Türkiye olmuştur. Halepçe’de Kürtlere katliam yapılırken onlara kucağını açan Türkiye olmuştur. Afganistan’da Rusya’nın zulmünden kaçarken onlara kucağını açan Türkiye olmuştur. Şimdi de İŞİD’in teröründen Irak ve Suriye’den kaçanlar gelirken onlara kucağını açan Türkiye olmuştur. Esad’ın zulmünden katliamından kaçanlar yine merhamet ocağı olarak Türkiye’yi görmüşlerdir. Bizim tarihimizde darda ve zorda olana yardım etme geleneği vardır. Ama Avrupa ve Almanya diyor ki Suriye’de Esad’ın adamları öldürsün ve Suriyeli kadınlar çocuklar ölsün aman buraya ayak basmasınlar diye Avrupa’nın bütün hükümet ve liderleri gece gündüz bunun için uğraşıyorlar. El vicdan sizde vicdan ve merhamet medeniyeti anlayışı var mıdır? Biz bunu yapıyoruz, tarihte bunu yaptıklarımızın şahitlikleriyle dolu ama şimdi kalkıp neler söylüyorlar hele ki bunu Almanya’nın söylemesi; dünyada bunu en son söyleyecek devlet Almanya’dır ama maalesef söylüyorlar.

İdeolojik iftiralar Türk düşmanlığı ve Türkiye düşmanlığından beslenen mihraklar ve bu çevrelerin söyledikleri bu hakikati değiştirmez. Almanya’da çok sayıda Türk kökenli milletvekili var çok ilginçtir nasıl bir karakter ve fıtrat var onu da anlamış değilim, kendi anasına babasına içinden çıktığı millete, ecdadına ve tarihine bir insan nasıl bu kadar düşman olabilir. Almanları anlıyorum onlar kendi ülkelerinin Türkiye’ye dönük bir takım hesapları nedeniyle bunu yaptılar ama bu Türk milletvekilleri ne hesapla yaptılar.

Onun için ben bu kişilerle ilgili olarak da bir kez daha söylüyorum. Sadece bir kişinin anasının babasının Kürt kökenli olması veya kişinin Türkiye vatandaşı olması onun Türkiye ile ilgili her konuda doğru söyleyeceği anlamına gelmez. Bu tür içi bozuklar, kanı bozuklar Türkiye ile Türk milletinden, Türkiye devletini de temsil edemezler bizim hakkımızda söz söyleyemezler. Onlar ancak Almanya’nın menfaati hakkında söz söylerler. Biz onları iyi tanıyoruz. Bundan sonra da çok iyi tanıyacağız. Çok iyi tanımaya çok iyi bir şekilde değerlendirmeye de devam edeceğiz. Bu milletin hukukunu hakkını her yerde koruyanların başımızın üstünde yeri vardır. Ama milletine ihanet edenler de bu ihanet nasıl bir muamele gerekiyorsa öyle olur. Onun içinde bu tür kişilere bakarak üzülmeyin çünkü her milletin içerisinde her daim onlara ihanet edenler olabilir. Adnan menderes üniversitesinde birisi çıkıp hepimizin ecdadına hakaret ediyor İstanbul’un fethi ile ilgili belli ki kitap okumamış, belli ki Fatih sultan Mehmet hanı tanımıyor ama onun eleştirdiği kabile devleti dediği devletin başı Osmanlı devletinin sultanı ordularının başkumandanı  Fatih Sultan Mehmet Han’ın 6 dili konuşan bir hükümdar.  Bu konuşanlar bizim tarihimizdeki hakikatleri değiştirebilir mi değiştiremez ama kitap yüklü merkep olmakta insan onurunu taşımaya imkân vermez, ben tekrar bu toplantının hayırlı olmasını diliyorum heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

  

Adres

06659 KIZILAY / ANKARA

Telefon

90 (0312) 417 77 70

E-Posta

basinisaretadalet.gov.tr