“Ben her bir hâkim ve savcı adayımızı huzurlarınızda ayrı ayrı kutluyor başarılarının meslek hayatları boyunca da devamını Cenabı Allah’tan temenni ediyorum. Onları yetiştiren ailelerine de çok çok teşekkür ediyorum. Çünkü iyi insanlar yetiştirmek hem ailesine, hem milletine, hem devletine yararlı evlatlar yetiştirmek hepimiz için en onurlu görevdir. Onlar da çocukları için çok emek sarf ettiler. Orta öğretimden yüksek öğretime ve bugüne gelen kadar onların başarısı için hem imkânlarını seferber ettiler hem de dualar ettiler. Pek çok uğraş verdiniz. Bugün sizler de yaptığınız emeklerin semeresini görüyorsunuz. O yüzden bu değerli hâkimlerimizi ve savcılarımızı yetiştiren anneleri, babaları hassaten tebrik ediyorum, sağ olsunlar, var olsunlar.
Onlara eğitim veren Adalet Akademisi değerli başkanına, değerli üyelerine ve ders veren hocalarına da huzurlarınız da teşekkür ediyorum. Staj süresince onlara katkı veren, yol gösteren, rehberlik eden bütün yargı mensuplarına ayrı ayrı teşekkür ediyorum.
Pek çok zorlukları aşarak buraya geldiniz. Ama bilmelisiniz ki asıl zorluk bundan sonra başlamaktadır. Bugüne kadar yaptıklarınız bundan sonra yapacaklarınızla mukayese edildiğinde, bundan sonra yapacaklarınızın daha da önemli olduğunu yaşayarak göreceksiniz. Onun için de her bir hâkim ve savcımıza buradan ifade etmek isterim ki üstlendiğiniz görev şerefli bir görevdir. Yer gök ne varsa her şeyin adalet üzerinde durduğuna inanan bir medeniyetin mensuplarıyız. Eğer adaletin kaybolduğunu insanlar görür ve buna inanırsa orada hiçbir şeyi ayakta tutma imkânı kalmaz. Mülkün temeli adalet ama her şeyin temeli adalet, sadece mülkün değil. Dünyada ve kâinatta temeli adalet olmayan hiçbir şey yoktur. Adaleti bozan, adaleti bozmak için sirayet eden her şey bilin ki dünyanın da kâinatın da insanların da en birinci düşmanıdır. Çünkü bütün bunları yaşatacak şey hiç şüphesiz adalettir. Adaleti ayakta tutacak şey de elbette ki topluma hizmet eden herkes kendi yaptığı işi en iyi yaparak, doğrusunu yaparak, kendine yüklenen sorumluluklarını yerine getirmek suretiyle adaleti tahakkuk ettirecektir. Sadece hâkim ve savcılar değil idari görevde olanlar dâhil, tarlasında çiftçilik yapan dâhil, herkes bir noktada adaletin tecellisine hizmet etmektedir. Ama yargı görevi yapanlar, bütün bunlardan daha farklı doğrudan adalet arayanların müracaat ettiği yer ve onlara adaletin ne olduğunu öğreten kararıyla adaletin tesis eden, devletle ihtilafı olan, herhangi bir vatandaşla ihtilafı olan herkes adalet arayışıyla yargıya müracaat ediyor. Yani yargıya gidersem hakkımı alırım diyor. Benim hakkımı vermediler ama yargı mutlaka benim hakkımı verir diyerek, güvenerek, inanarak yargıya geliyor. Eğer ceza davası ise kendi cezalandırma hakkından vazgeçiyor, devletin cezalandırma hakkını da yargı kullanıyor. Ama hak ettiği ceza neyse mutlaka bunlar verir inancıyla geliyor. Bizim hepimizin yargıya olan inancı, ayakta tutmamız lazım. Yargının esas gücü, emin olun halkın yargıya ihtiyacı olan herkesin yargıya duyduğu güvendir. Emin olmak yargıçlar savcılar için son derece önemli bir vasiyettir. Eğer biz bu eminlik vasfımızı koruyamazsak yargıya da, adalete de, milletimize de, devletimize de en büyük zararı başta biz veririz. Onun için ben mesleğe yeni başlayacak hâkim ve savcılarımıza buradan diyorum ki eminlik vasfınızı, güvenilirlik vasfınızı hayatınızın her anında korumak için çok büyük gayretin çok büyük çabanın içerisinde olun. Buna leke getirmeyin, leke getirilmesine asla izin vermeyin. Güvenilirlik vasfını korumak yargıya olan güveni de güçlendirecektir. O da sizin gücünüze güç katacak, sizin verdiğiniz kararlardan canı yanan insanlar dahi "hâkim doğru karar verdi ben bunu hak ettim" demesine yol açacak ve o kararı kabullenmesini sağlayacak. Bu son derece önemlidir. Bunu sağlayacak yegâne şey sizin tarafsızlığınızdır. Görevinizi yaparken görevinize anayasa, yasa ve hukuk çerçevesinde ve bunlara bağlı bir vicdan anlayışıyla bakarsanız, işinizi yerine getirirseniz tarafsızlığınızı her daim muhafaza edersiniz. Hepinizin farklı ailelerden gelmesi normaldir. Başka siyasi sosyal anlayışların, görüşlerin olması normaldir. Farklılıklarımız bizim gücümüz, kuvvetimiz, zenginliğimizdir. Ama bizler yargı görevi yaparken anayasa, yasa, hukuk ve bunlara bağlı bir vicdanı bir tarafa koyup kendi sahip olduğumuz görüşleri anlayışları kararlarımıza ve adli işlerimize esas alırsak o zaman adalete hep beraber ihanet etmiş oluruz.
Onun için ben mesleğe yeni başlayacak bütün hâkim ve savcılarımıza diyorum ki; meslek hayatınız boyunca anayasamıza sadık kalın. Hukukumuza sadık kalın. Kanunlarımıza sadık kalın. Beğenmeseniz de sadık kalın. Eleştirseniz de sadık kalın. Çünkü bunları siz uygulamakla görevlisiniz. Değiştirmek yasama organının işi, oralar değiştirildiğinde de ona uyarsınız. Ama eğer biz vicdanımızı anayasa, yasa ve hukuka bağlı değil de ideolojilerimize, mensubiyetlerimize FETÖ gibilere bağlarsak o zaman bu millete de, bu devlete de, adalete de en büyük ihaneti biz yapmış oluruz. Akıl hürriyeti, vicdan hürriyeti son derece önemli. Aklının hürriyetini kaybedenlerin kendisine hayrı olmadığı gibi ülkesine de, milletine de hayrı olmaz. Akıl sağlığı önemli ama akıl hürriyeti akıl sağlığı kadar önemli bir başka iştir. Sağlıklı durup esir olan bir akılla, kimse sağlıklı karar alamaz. Onu için de hâkimlerimizin savcılarımızın, her bir insanın akıl hürriyetine sonuna kadar sahip olması lazım. Aklını başkalarına rehin eden birisi, bir şey söylediği zaman onu sorgulamaksızın ona hemen itaat eden bir aklın sahibinden ben asla adaleti beklemem, bekleyemem. O emreden kişi zulüm yap dediği zaman, zulmü adalet zanneden birisi adalet dağıtamaz. Ancak zulme kılıç olabilir. Onun için de bütün hâkim ve savcılarımızın her birerinin vicdan hürriyetini de iyi anlaması gerekir. Bazen kamuoyunda şöyle konuşuluyor benim vicdanım hür diyor, ben vicdanıma göre karar verdim. Vicdanım çok rahat, kafamı koydum mu yatıyorum. Eğer vicdan anayasa, kanun ve hukukla bağlı olmazsa o zaman ideolojiyle bağlı olur. O zaman tarikatla, dinle, mezheple, siyasetle bağlı olur. Sevgiyle, saygıyla, kinle, nefretle, düşmanlıkla bağlı olur. Bunlara bağlı bir vicdanın verdiği karar, vicdan sahibinin verdiği karar o vicdan sahibini tatmin edebilir. Çünkü o bağlı olduğu şeylere uygun karar verdiği için vicdanı müsterihtir. Ama bu doğru mudur? Değildir. Eğer sizin vicdanınız sevdiklerinize başka, sevmediklerinize başka davranmayı emrediyorsa ki öyle olur vicdan oraya bağlarsanız sonra sevmedikleriniz sizin zulmünüzü adalet diye yaşamak zorunda kalır. Eğer sizin vicdanınız anayasa, yasa, hukuka ve kanuna bağlı değil başka şeylere bağlı olursa o bağlı olduğu şeylere uygun verdiğiniz kararı siz adalet tecelli etti diye siz rahat ederken zulmü ayakta tutan bir kararın altına imza atmış olursunuz. Onun için hâkim ve savcı mesleğine başlayan değerli hâkim ve savcılarımıza diyorum ki vicdanınız hiçbir yere bağlı olmayan bir yaprak gibi olmasın. Rüzgâr nereden kuvvetli eserse o yöne gider. Vicdanınız hür olsun ama anayasa, yasa ve hukuka bağlı olsun. Bazen vicdanınız istemese bile anayasa, yasa öyle diyor diye, o kararın altına rahatlıkla imzanızı koyacaksınız. Koymanız lazım. Davanın taraflarına göre bakıp kararlar verdiğinizde o zaman siz rahat edebiliyorsanız demek ki hâkim ve savcı olma vasfınızı kaybetmişsinizdir demektir. Onun için de taraflar sizi asla etkilemezler. Benim yaşadığım örnekler var kendi şahsıma. Benimle ilgili davalardan bazıları, bazı hâkimlerin önüne geldiğinde şak diye Bekir Bozdağ’ı görür görmez basıyor. Ya ret basıyor ya da benim aleyhime açılmış bir dava ise hemen tazminat hükmü diye giriyor. Bunu yaparken de çok büyük keyif alıyor. Çok iyi iş yaptık diyor. İbadet yaptığını düşünüyor. Ya peki haklı mı haksız mı yok. Adalet Bakanıyım benimle ilgili konularda böyle olursa artık diğer insanları siz düşünün. Bütün mesleğe iyi başlayan hakim ve savcılarımıza vicdanınızı ve aklınızı hiç kimseye vermeyin anayasa, yasa ve hukuka sadakat içerisinde bunlar ne diyorsa bunların gereğini yapmak konusunda cesaret ve samimiyetle yolunuza devam edin. Ülkemizde güçlenecek, milletimiz de güçlenecek, yargıya olan güven artacak.
15 Temmuz Türkiye açısından son derece önemli tarihi bir gün olmuştur. Türkiye de Fetullahçı terör örgütüne mensup askerler ve onlara eklemlenen bazı çevrelerce başlatılan silahlı darbe teşebbüsü milletimizin birlikte ayağa kalkması, Cumhurbaşkanımızın ölüme uçması, milletle halkla beraber mücadele kararı, hükümetimizin duruşu, siyasetin duruşu, medyamızın birlikte duruşu, sivil toplumun birlikte hareketi hâsılı 79 milyon aziz milletimizin darbeye karşı birlikte mücadelesiyle başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
Artık Türkiye’de bir gerçek daha ortaya çıkmıştır. Demokrasi, milli irade, hukukun üstünlüğü, seçilmişlere sahip çıkma seçen milletin görüşleri ne olursa olsun herkesin ortak değeri haline gelmiştir. Demokrasi Türkiye de tehlike ve tehdit altında diyenler Türkiye de artık demokrasinin tehlike ve tehdit altında olmadığını ona ölümüne sahip çıkan 79 milyon insan olduğunu gördük. Ve büyük bir kahramanlık destanı yazıldı. Kurtuluş savaşında Atatürk’ün arkasında Türkiye’nin dört bir yanı işgal edildiği halde ölmeye koşan bu milletin evlatları aradan geçen yaklaşık yüz yıl sonra onuruna, demokrasisine, hukukuna, iradesine sahip olmak için bu sefer farklı bir zeminde ölümüne bir araya gelmiştir. Bu büyük bir övünç vesilesidir. Batıda, Amerika da benzer bir tavrı herhangi bir ülkenin halkı koymuş olsaydı emin olun bugün günlerdir aylardır bunu alayül ala bir şekilde bütün dünya konuşuyordu. Nobel’in hangi ödülünü bu millete verelim? Veya tankın altına yatana neyi verelim diye her taraftan öneriler, teklifler duyardınız. Ama Türk milleti böylesi destansı bir kahramanlığı ortaya koyunca, ne batıda ne Amerika da bu milleti takdir eden en ufacık bir söyleme rastlayamadık. Adeta darbenin başarısızlığının sükûtu hayali içerisinde olan hayal kırıklığını yaşayanlar destansı kahramanlığı görmek istemediler. Ama onlar görse de görmese de biz yaptığımızı biliyoruz. Bu millet yaptığını biliyor. Onun için de ben aziz milletimize huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. İyi ki aziz milletimiz var, iyi ki Rabbim bizi böylesine büyük bir milletin evladı olarak yaratmış ve bizler böylesine büyük bir mücadelenin içerisinde omuz omuza olduk. Allah’ıma hamd ediyor şükrediyorum.
Darbe başarılı olsaydı Türkiye ne olurdu? Onu herkesin bir kez daha düşünmesini özellikle istirham ediyorum. Darbe başarılı olmuş olsaydı sadece seçilmiş Cumhurbaşkanı, seçilmiş hükümet, seçilmiş parlamento kapatılmayacaktı, indirilmeyecekti. Bunun yanında anayasa da ayağa kaldırılacaktı ve Türkiye de rejim değişikliği de olacaktı. Yeni bir rejime Türkiye yelken açacaktı. PKK ve onun mensupları Türkiye’nin bir bölgesini bölmek için özerklik ve bağımsızlığa giden bir yolu açacak ve Türkiye süratle bölünme sürecine sokulacaktı. Alevi, Sünni, Kürt, Türk çatışması milletimizi farklı bir noktaya getirecek ve Türkiye ne zaman biteceği belli olmayan bir iç çatışmanın alanı haline dönecektir. Ve Türkiye de dinde reform adı altında Fetullah Gülen alçağının anlayışını din olarak bu millete anlatmak için yeni bir reform dalgasına maruz kalacaktı. Onun için yüzyıl sonra ayağa kalkan Cumhuriyetimiz, Cumhuriyetin başında her şeyini kaybeden devletimiz, yüzyıl sonra boğaza yeni yeni köprüleri, pek çok alt yapı ve üst yapısıyla dünyanın en güçlü devletlerinden biri haline gelen ülkemiz, yeniden yüzyıl geriye götürülecek, ekonomisi batacak, insanları birbirini kıracak, ayakta duran doğru dürüst insanı kalmayacak ve sonra bizi birbirimize kırdıranlar gelip bize yeniden bir rota çizecekler. Ama kolu kırılmış,kanadı kırılmış ülkesi bölünmüş, rejimi değişmiş, bambaşka bir yer. O yüzden 15 Temmuz akşamı Türkiye bölünmekten kurtulmuştur. Türkiye rejim değişikliğinden kurtulmuştur. Türkiye Atatürk’ün yerine FETÖ’nün ikame edilmesinden kurtulmuştur. Türkiye iç savaştan kurtulmuştur. Türkiye dinde reforma varacak sapıklıklardan kurtulmuştur. Ekonomik büyük bunalımlardan, krizlerden kurtulmuştur. Pek çok evladının hayatına mâl olmaktan pek çok evladının da sakat kalmasından hasılı büyük bir tehlike ve tehditten kurtulmuştur. Uçurumun kenarından hep beraber döndük. Uçurumun kenarından bizi döndüren de bu aziz millet olmuştur. Onun için tekrar tekrar teşekkür ediyorum.
Ama burada izniniz olursa Türk yargısına bir paragraf açmak istiyorum. Türk yargısı 15 Temmuz gecesi demokrasiye, hukuka, milli iradeye, seçilmişlere sahip çıkma adına gerçekten büyük bir mücadeleyi cesurca, kahramanca yerine getirmiştir. Darbe teşebbüsü başladığı ve Türkiye kamuoyundan yeni öğrenildiği saatlerde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımız, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığımız derhal soruşturma başlatmış tutuklama ve gözaltı talimatları vermiş. Diğer bütün Türkiye’nin illerindeki Cumhuriyet Başsavcılıkları soruşturmalar başlatmış ve bunu Türkiye kamuoyuna duyurmuştur. O vakit herkes ne olacak kim kazanacak, darbeciler mi yoksa ona karşı duranlar mı muvaffak olacak hele bir bakalım diye olayın seyrini gözlerken yargı ne yapmış darbeye karşı tanka, topa, helikoptere, otomatik silahlara karşı hukukla dikilmiştir. Ve bu son derece önemli ve tarihi bir olaydır. Bu çerçevede Bursa da yakalanan bir sıkıyönetim komutanının üzerinde Türkiye’deki sıkıyönetim komutanlarının listesi, Türkiye’deki üst derece makamlara yapılmış atamaların listesi ve sıkıyönetim mahkemelerine atanmış başkan ve üyelerin listesi ortaya çıktı. Ve bu listeler hem savcılıklarımıza hem emniyet birimlerimize iletilmek suretiyle Ankara’da el koyan İstanbul’da el koyan ve darbeyi sevk ve idare eden bu teröristlerin diğer illerdeki unsurları illerin sevk ve idaresini eline geçirmeden savcılarımızın kollukla beraber, hâkimlerimizin verdiği kararlar çerçevesinde yürüttüğü çalışmayla bir bir toplanmış ve diğer illerde işin başına geçemeden bu hainlerin hepsi yakalanmıştır. Bu da son derece önemlidir. Bugünleri yazanlar o zamanda olanları mutlaka görecektir. Bugüne kadar bunlar olmadı ama bu dönemde gerçekten yargımız büyük adım attı. Arkasından HSYK’da Yargıtay’da, Danıştay’da, Anayasa Mahkemesi’nde ve kürsüde görev yapanlarla ilgili FETÖ ile irtibatı iltisakı olduğu değerlendirilen ve bu darbe teşebbüsüyle irtibatı olduğu değerlendirilebilecek olanlarla ilgili de çok tarihi adımlar atıldı. Önemli kararlar alındı. Bu kararların alınış tarihi son derece önemli. Alınış tarihi diyorum affedersiniz alınış vaktidir. Çünkü darbenin daha başlangıç saatlerinde bütün bunlar yapılmıştır. Bugüne kadar bir darbe olduğu zaman darbeye biat eden, darbenin ilk saatlerinde darbecilerin emrinde olduğunu açıklamanın ayıbını yaşayan bir yargımız vardı. Ama hamdolsun 15 Temmuz da darbecilerin karşısında ölümüne ayakta duran, ölümüne hukuk, ölümüne demokrasi diyen bir yargımız oldu. Buradan açıklıkla ifade etmek isterim ki o gece hâkim evinde kurulan kriz merkezinde Müsteşarımız, HSYK üyelerimiz, savcılarımız hepsi oradaydı. Herkesin belinde silahı da vardı herkes oraya o gün ölmeye gelmişti. Emin olun öyleydi. Bu toprağın üstünde şerefsizce gezmektense bu toprağın altında şereflice yatmanın en büyük adamlık olduğunu görerek oradaydılar. Darbe başarılı olsaydı bu darbecilerin kendilerine ve ailelerine ne tür zulmü reva göreceklerini bilerek ve samimiyetle, cesaretle göğüsleyerek oradaydılar. Bir adanmışlık anlayışıyla oradaydılar. Onun için ben yargımıza, HSYK Başkan Vekilimiz, Başkanları ve üyelerine, savcılarımıza, Yargıtay Başkanımıza, Danıştay Başkanımıza, Anayasa Mahkemesi Başkanımıza ve üyelerine, yargının her kademesinde görev yapan hâkim ve savcılarımıza huzurlarınızda şükranlarımı sunuyorum. Hukuka, demokrasiye, milli iradeye sahip çıkan, tankın topun karşısında hukukla mücadeleyi seçen ve onunla alt eden bir yargının olduğu dönemde Adalet Bakanı ve HSYK Başkanı görevini bana nasip eden Rabbime de sonsuz şükürler ediyorum. Hamdolsun, şükür olsun. İnşallah ülkemiz bundan sonra demokrasisini güçlendirerek, hukukun üstünlüğünü tahkim ederek, milli iradeyi güçlendirerek, Türkiye’nin her yanını mamur hale getirerek adaleti her işin esasına koyarak yoluna daha güçlü bir biçimde devam edecektir. Bundan yana kimsenin endişesi olmasın.
Fetullahçı terör örgütünün başı terörist Fetullah Gülen’in iadesiyle ilgili sürece dâhil de bir iki kelime etmek isterim. ABD ile Türkiye Cumhuriyet arasında suçluların iadesi ve cezai konularda adli yardımlaşmamız vardır. İade süreçleri bu anlaşmanın ilgili hükümleri çerçevesinde yürümektedir. Türkiye, bu anlaşmaya göre dört ayrı dosyaya ilişkin iade taleplerini ABD’nin adli makamlarına iletti. Aramızdaki anlaşmanın dokuzuncu maddesine göre iade talebinin iletilmesi halinde karşı tarafın alması gereken önlemlerin başında ilgili kişinin yakalanması, tutuklanması gelmektedir. Dokuzuncu madde çok açık.Biz dört dosya gönderdik, bu dört dosya hakkında 9’uncu madde diyor ki “Taraf ülke karar verene kadar ilgili kişiyle alakalı tedbir alır, tutuklamada yapabilir, karar verene kadarda tutuklu kalır.” 40 gün, 50 gün 100 gün değil bir sınır yok. ABD yetkili makamları dokuzuncu maddeye göre karar verene kadar onu yakalamak ve tutuklamak zorundadır. Burada bir tercih hakkı yoktur. Çünkü çok açık. Sözleşme maddesi ne zaman karar verecek! Daha sonra tedbir için bunu yapacak, tedbir için onu tutuklayacak sonra dosyalarını inceleyecek ABD’nin iç hukukuna göre iade veya iade etmeme konusundaki kararını netleştirene kadar tutması gerekiyor. Karar netleştirdikten sonra iade edecekse edecek, etmeyecekse tutukluluğunu kaldıracak anlaşma bu. Ama bu kısma uyulmadı. Sanki yargılama yapıyoruz. Biz yargılama yapmıyoruz, ABD’de yargılama yapmıyor. Biz yargılama yapılabilmesi için iade talebinde bulunuyoruz. Türkiye olarak bir savunmada yapmıyoruz. Onların bizden bir savunma istemesi mümkün değil. Biz sadece delillerimizi iletiyoruz, delilleri koyuyoruz, diyoruz ki bunun yargılanması için Türkiye’ye iade edin ama maalesef ortaya çıkan fotoğrafa baktığımızda sanki idari makamlar bir yargılama yapıyormuş gibi bir görüntüde ortaya çıkıyor. Burada bir yargılama olmadığını özellikle ifade etmek isterim. Hem bu iade dosyaları kalktığında, Fetullah Gülen’in yakalanması, tutuklanmasını Türkiye olarak talep ettik, hem de 15 Temmuz 2016 darbe girişimi nedeniyle acele tutuklanmasını da karşı tarafa ilettik ve bunların İngilizcesini de, Türkçe ’sinide ilettik. Dün Oda-TV haber geçiyor. Kim adına yayın yapıyor bilmiyorum ama sahipleri sanırım öyle yazın dediler. “Türkler iade talebinde bulunmuş ama İngilizcesini koymamışlar.” Böyle bir algı operasyonu yapılıyor. Böyle bir şey olur mu? Biz İngilizcesini de, Türkçesini de koyuyoruz. Bütün bilgileri belgeleri koyuyoruz öyle gönderiyoruz. ABD Türkiye ile aralarında olan anlaşma gereğince Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmesi konusunda karar vermesi. Türkiye ile ABD arasındaki ilişkiler bakımından son derece önemli. Biz Türkiye olarak bunu ABD’den aramızdaki anlaşma gereği sadece değil, Türkiye ABD arasındaki stratejik ortaklık ve güçlü işbirliği vesilesiyle de talep etme hakkına sahibiz ve biz bu talebimizi yeniliyoruz. Eğer ABD Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade etmezse bu Türkiye’deki şu anda zirve yapmış olan ABD karşıtlığını daha da büyümesine yol açacaktır. Kesinlikle Türkiye ve ABD ilişkilerini olumsuz etkilemekten başka bir sonuç doğurmayacaktır. ABD hukuksal süreçlere atıf yapsa da Türkiye ve ABD çok net bir biçimde biliyoruz ki; hukuksal süreçler karar vericilerin nihai kararlarını oluşturma bakımından bir etkiye sahip olsa da nihai kararları gene siyaset vermektedir. Mazeret ararsa iade etmemek için onlarca mazeret bulabilir. İade etmek için delil ararsa istemediği kadar dosyada delil var. Sonuçta bu karar hukuka sığınılarak verilse de siyasi bir karardır. ABD bu konuda ya Türkiye’yi tercih edecek Fetullah Gülen’i Türkiye’ye iade edecek ya da 79 milyon Türk milletini ve güçlü bir Türkiye’yi Fetullah Gülen teröristini himaye etmek suretiyle feda edecektir. Bunun birini karar verecektir. Bu çok net bir şeydir. Son olarak Fetullah Gülen’in bu darbe teşebbüsünün planlayıcısı sevk ve idare edicisi Türkiye’deki mensuplarınca gereğinin yapısı olduğunu en iyi ABD yetkililerinin bildiğini ben tahmin ediyorum. CIA’in bunu bildiğine CİA’in elinde Fetullah Gülen’in darbeye teşebbüsüne sevk ve idare ettiğine dair delil miktarı Türkiye’nin elindeki delil miktarından daha fazla olduğundan eminim. Çünkü Fetullah Gülen’in kalbinin saniyede kaç defa attığını, kaç defa nefes verdiğini, oraya girenin çıkanın kim olduğunu gecenin karanlığında o malikânenin etrafında uçan siyah sineklerin cinsiyetlerini dahi bilen CIA’in Fetullah Gülen’in bu işi sevk ve idare ettiğini bilmediğini bize söylemek, bütün dünyanın ve Türk milletinin aklıyla alay etmektir. Herkes biliyor gün gibi ortada onun için bundan sonra vereceğimiz kararda ona göre olacaktır. Ben ABD yönetiminin bu konuda Türkiye ile işbirliğinin, Türk milletiyle iş birliğini tercih edeceğine, güçlü bir Türkiye’nin bir teröristten daha fazla Türkiye ABD ilişkilerinde ABD’nin yararına olacağını göreceğine olan inancımı burada ifade etmek istiyorum. Umarız ki bu süreç gecikmez ve Türkiye’ye iadesi gerçekleşir.
Ben tekrar Hâkim ve Savcılarımıza mesleklerinde başarılar diliyorum. Allah hepinizin yolunu bahtını açık etsin diyorum. Kararlarınızda Adaletin tesisine, güçlenmesine yargıya olan güvenin artmasına vesile kılmasına Rabbimden niyaz ediyorum.”