ABD’DEN ADIM BEKLİYORUZ
Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, CNN Türk’te katıldığı programda gündeme ilişkin önemli açıklamalarda bulundu. ABD yeni Adalet Bakanı’na yazdığı mektubun ayrıntılarını anlatan Bakan Bozdağ, terörist elebaşı Fetullah Gülen’in iadesi konusunu da değerlendirdi.
MEKTUBUN ÖZÜNDE TEBRİK, BAŞARI DİLEĞİ VE FETÖ VAR
ABD Başkanı Trump’ın resmen göreve başlamasından sonra Adalet Bakanı da atandı. Bu vesile ile yeni Adalet Bakanına görevinde tebrikler ve başarılar ileten bir mektup gönderdim. Bu mektubun içerisinde de Türkiye – ABD ilişkileri iki ülke bakanlıkları arasında en önemli gündem konusu olan FETÖ örgüt lideri terörist Gülen’in iadesi konusuna Türkiye’nin verdiği önemi bunun Türkiye-ABD ilişkileri bakımından arz ettiği hassasiyeti ve bunun iadesinin Türkiye-ABD ilişkilerini olumlu etkileyeceğine dair kanaatimi de ifade eden bir mektup gönderdim. Özü bu: Tebrik, başarı dilekleri içeriyor ve FETÖ’nün iadesinin iki ülke bakanlıklarının ana konusu olduğu, iki ülkenin ana konusu olduğu ve bunun Türkiye-ABD ilişkilerine büyük katkı sağlayacağına dair olan inancımızı ifade ettik.
YENİ YÖNETİMDEN OLUMLU ANLAMDA DEĞERLENDİRME GÖRÜYORUZ
Sayın Trump’ın ve sayın Başbakanımızın görüştüğü başkan yardımcısının ifadeleri ve ABD adına açıklamalar yapan yetkililerin bu konuya ilişkin değerlendirmelerine baktığımızda bir fark var. O nedir? Önceki yöneticiler bunun tamamen bir yargı işi olduğunu söyleyip, topu tamamen yargıya atan bir yaklaşım içerisindeydi. Ama yeni yönetim bunun hukuki bir konu olduğunu söylüyor, işi yargıya atmıyor. Ama üzerinde konuşup değerlendirme yapmamız, birlikte çalışmamız gerektiğini hususuna daha fazla vurgu yapıyor. Baktığımızda bir olumlu anlamda bir değerlendirme görüyoruz. Daha önce de olumlu değerlendirmeleri vardı. Tabi yeni bakan başladıktan sonra bizden oraya giden mektup, telefonla görüşme talebimiz var, inşallah görüşme yaptığımızda da sayın bakana bu konuyu telefonda anlatma imkanı olacaktır, karşılıklı görüşme imkanımız olacaktır ve bakanlıklarımız arasında uzmanların bu konuyu yeniden ele almasına ilişkin büyükelçimizin bakanlığımıza ilettiği bir notta var. Onun üzerind tekrar uzmanlar bu konuyu ele alacaklar. Gerekirse bizzat bu konuyu sayın bakanla görüşmek üzere ABD’ye gidebilirim, sayın Bakanı da Türkiye’ye davet edeceğim. Türkiye’de bunu konuşabiliriz. Bu iki ülke ilişkilerinin olumlu anlamda gelişmesi bakımından son derece önemli bir konu bunu en iyi şekilde muhataplarımıza anlatıyoruz.
DOSYA HALA MAHKEMEYE GİTMEDİ
Gönderdiğimiz bütün evraklar Adalet Bakanlığı’nda, orada duruyor. Daha önce sayın Loretta Lynch ile görüştüğümüzde bunların yargı makamlarına gönderilmesini bizzat istedik. Onların bize aktarımı şu: “Biz bu dosyaların yargı nezdinde savunucusu olacağız. Avukatı olacağız, Türkiye’nin avukatı olacağız, elimizin sağlam olmasını istiyoruz. O yüzden dosyaları tam tekemmür ettirelim, elimizi daha güçlü hale getirelim öyle gönderilim” diye düşündüklerini ifade ettiler. Bunun üzerine ben de kendilerine şunu söyledim: “Bu dosyalar sağlam dosyalar, yeterli delilleri içeren dosyalar. Özellikle darbe teşebbüsü nedeniyle gönderilen geçici tutuklama talebi Türkiye’de gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün FETÖ mensuplarınca ve bu örgüt liderinin talimatı sevk ve idaresi doğrultusunda yapıldığından şüphe yok ve bununla ilgili dosyada yeteri kadar delil var. Eğer bu dosya bir kişinin iadesi için yetmeyecekse o zaman hiçbir dosyadan iade bekleme imkanı olmaz. Bana göre o kadar sağlam bir dosya. Siz gönderin bizim dosyamızı bu konuda kararı mahkeme versin.” O günden bu güne dosya hala gitmedi.
MALİKANEDEN SEVK VE İDARE DEVAM EDİYOR
Dosyalar daha yargıya gitmedi. Bizim için önemli olan şey o. Bir yandan iş yargının işi deniyor öte yandan da işi yargıya göndermiyorlar. Biz de ısrarla diyoruz ki “Siz yargıya gönderin bunun kararını yargı versin.” Öte yandan Fetullah Gülen, Fetullahçı terör örgütünü Pelsinvaya’daki malikanesinden sevk ve idare etmeye devam ediyor. Terör örgütü faaliyetlerini sürdürüyor. Bir yandan medyayı kullanarak bunu yapıyor, bir yandan ziyaretçileri vasıtasıyla, örgüt üyeleri vasıtasıyla talimatlar veriyor. Röportajlar veriyor. Bir terör örgütü liderinin elini kolunu sallayarak dost ve müttefik olduğumuz ABD’nin gözü önünde Türkiye aleyhine faaliyetleri devam ediyor. Bunun Türkiye’de doğurduğu rahatsızlığı sadece hükümette değil, halk bazında doğurduğu rahatsızlığı ve Amerika karşıtlığının büyüklüğünü çok net bir şekilde ifade ettik. Dedik ki “Usame Bin Ladin ABD ve ABD halkı için ne anlam ifade ediyorsa, Fetullah Gülen Türk halkı ve Türkiye devleti için aynı anlamı ifade ediyor. Usame Bin Ladin’ni himaye eden bir yaklaşım veya o intibayı uyandıran bir ülke bakımından diğer ülkede nasıl bir algı uyandırırsa şimdi şu anda aynı algı bizde oluşuyor ve halkta da oluşuyor. Onun için bir terör örgütünün hem de bu kadar kişinin kanında eli olan bu kadar kişiyi yaralayan ve demokrasiye insan haklarına darbe vuran bir terör örgütünün burada yönetiliyor olması burada faaliyetlerine hem de demokratik bir hukuk devletinde hiçbir kısıta tabi olmadan devam etmesi bizim kabul edebileceğimiz bir şey değildir. Bu Türkiye – ABD ilişkilerine zarar verecektir. Türkiye’de böyle bir karşıtlık var. Onu herkes görüyor. Bunun sebeplerinden birisi de FETÖ’nün herhangi kısıta tabi olmadan bütün bu olumsuzluklara rağmen ve iadesi için yeterli her türlü bilgi, belge, delil ABD’nin elinde olmasına rağmen herhangi bir kısıta tabi olmadan faaliyetlerine devam etmesi ve Türkiye’ye iade edilmemesidir.
AÇIKLAMA YAPILACAK YER TÜRKİYE’DİR, TÜRK YARGISIDIR
Terörist Gülen’in Türkiye’de darbe teşebbüsünde bulunduğuna ve bunu sevk ve idare ettiğine dair bilgiler bizim elimizden daha fazla ABD yetkili makamlarının elinde vardır. Böylesi bir örgütün dünyanın pek çok yerinde faaliyette bulunan bir örgütün ABD istihbaratı tarafından takip edilmediğini düşünmek saftillik olur. Gelsin konuşsun, Türkiye’de milletin yargısına hesap versin. Kendisi her tarafa beyanatlar yetiştiriyor, açıklamalar yapıyor. O zaman açıklama yapılacak yer Türkiye’dir, Türk yargısıdır. Gelir burada anlatır. Ne olup bittiğini anlatır, isnat edilen iddialara bir bir cevap verir, başka delilleri varsa o delillerle bunu çürütmek istiyorsa onu çürütür. Herkes buradaki gerçeği çok net bir şekilde görür.
BÜTÜN DERTLERİ TÜRKİYE’Yİ ZORA SOKMAK
Baktığınızda FETÖ lideri terörist başı Gülen ve ekibi şu anda Türkiye’nin aleyhine uluslar arası alanda bir gazeteciden demeç almak, bir siyasetçiye açıklama yaptırmak bir Sivil Toplum Örgütü’ne o manada bir destek çıkarmak, başka başka, bir sürü paralar döküyorlar. Türkiye’nin aleyhine sonuçlar almak için. Bütün enerjilerini oraya veriyorlar. Sivil toplum örgütleriyle, okullarıyla, gazetecileriyle orada yetiştirdiği kişilerle şunlarla bunlarla bütün dert Türkiye’nin aleyhine oralarda bir sonuç elde etmek ve Türkiye’yi zora sokmak sıkıntıya sokmak. Türkiye’de bir kaosun, bir krizin kötü sonuçların ortaya çıkmasını sağlamak. Bunu çok net ve aleni yapıyorlar. Büyük ihanetin içindeler.
ÖNLEM ALINABİLİR, ARAMA YAPILABİLİR
Gülen konusunda önlem alınabilir, biz bunu talep ettik, ediyoruz da. En azından çağırıp, “Gel bakalım bir, sen hakkında şu iddialar var” demesi lazım, en azından gidip orada arama yapması lazım, yeni bir durumun olduğunu hissedecek şekilde oraya işlem yapması, kısıt koyması lazım. “Türkiye’nin böyle iddiaları var, bize bir sürü dosya gönderdi, delil var.” demesi ve ona göre tedbirler alması lazım. Bu güne kadar bu anlamda aldığı bir tedbir, uyguladığı bir şey yok. Aramızda bizim Adli Yardımlaşma Anlaşmamız var. Bu anlaşmada çok net bir şekilde böyle bir geçici tutuklama talebi gittiği zaman bununla ilgili gerekli adımın atılmasını takdire bırakmıyor. Geçici tutuklamanın derhal yapılması gerektiğini söylüyor. Bu anlaşmanın ihlal edildiğini söylemiyor onlar başka maddeler var, o maddelere göre de şunlara şunlara bakarız diye de kendi açılarından öyle değerlendirme yapıyorlar. Bizim değerlendirmemize göre burada o iddia ettikleri maddelerle bu geçici tutuklamaya ilişkin madde birbirinden çok farklı şeyler, burada yapılan iş bir yargılama değil, iade konusu bir kişinin bir mahkeme gibi yargılanıp bütün delillerin masaya yatırılıp, yargılama bittikten sonra iade talep edilmesi değil. İade konusu iadesi istenen kişiye ilişkin şüpheler ve bu şüpheleri somut bir şekilde gösteren deliller varsa yargılanmak üzere ilgili ülkeye iadesini gerektirir. Biz şimdi burada bir suç yargılaması yapmıyoruz, bir iade usulü işliyor. Ama olaya baktığınızda sanki ortada bir mahkeme kurulmuş, adalet bakanlığı böyle bir şey yapıyor gibi durum söz konusu.
HERKES ÖRGÜTTEN KAÇIYOR
Biz hep şunu söylüyoruz Adalet Bakanlıklarını rolü gelen dosyaları yargıya iletmek ve yargının verdiği karar çerçevesinde de adım atmaktır. Biz 15 Temmuz Darbe teşebbüsünün hemen ardından yanılmıyorsam Eylül gibi gönderdik. İade dosyaları da var, onlar da ayrı var. Bütün bunların hepsi orada duruyor. Ben buradan şunu söylerim: FETÖ hiçbir ülke için kullanışlı bir malzeme değil, Türkiye’de herhangi bir Türk vatandaşı FETÖ ile isminin yan yana anılmasını istiyor mu? İstemiyor. Herkes bu örgütten kaçıyor ve bu örgütle yan yana gelmek istemiyor. Kim bu örgüt üzerine bir hesap yaparsa , bu hesap Türkiye üzerinde tutmaz, başka ülkelerde de tutmaz. Bu örgütün başka ülkelerde de elverişli bir malzeme olma vasfı ortadan çıktı. Birileri bu örgütü kullanmak istiyorsa, bu örgütün kullanılacak vasfı kesinlikle kalmadı. Bütün dünya ülkeleri gördü; bu örgütün yetiştirdiği örgüt üyelerinin Türkiye’de neler yaptığını, o ülkelerde de bu okullarda veya başka yerlerde bu örgüt adına yetiştirilen kişilerin, o ülke vatandaşları, daha sonra örgüt liderinin talimatıyla bunların görev yaptığı her okulda örgüt liderinin arzu ettiği istikamette bir yönetim şekli oluşturmak için harekete geçmeleri için hiçbir mani yok.
KUTSAL İHDAS EDİYOR
ABD’de de söyledim. Eğer ABD bugün Türkiye’nin aldığı tedbirlerin benzerini almazsa 10 yıl sonra, 15 yıl sonra bu tedbirlerden daha ağırını ABD kendi alacaktır. Başka yerler de alacaktır. Çünkü bu örgüt her yerde yetiştirdiği kişileri bir defa millet, ülke, devlet, din, bayrak, anne, baba, kardeş, aile duygusunu bir kenara atıyor örgütün liderine bağlılığını öne çıkarıyor ve o bağlılık üzerinden işi götürüyor. Sizin bütün kutsallarınızı bir tarafa bıraktırıyor yeni bir kutsal ihdas ediyor. Siz o kutsala ne kadar bağlı olursanız kendinizi o kadar faydalı hisseder hale getiriyor. Onun için Türkiye’de yaptığı eylemin bir benzerini bu örgüte karşı tedbir almayan ülkelerde yapmayacağının hiçbir garantisi yok. Biz dost ve müttefik olan bütün ülkelere bunu açık net söylüyoruz. Türkiye’de olan burada da, başka yerde de olabilir. Onun için bu konuda herkesin uyanık olması, gerekli tedbirleri ülkelerinin menfaati için alması gerekir.
ABD- TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Ülkeler arasındaki ilişkilere bakmamız lazım. ABD-Türkiye ilişkileri Amerika halkının da Türkiye halkının da çıkarına iyi ilişkiler içinde olması her iki ülkeyi de kazandırır. Bunun altını çizmekte fayda var. Türkiye – ABD arasındaki iyi gitmesini istemeyen çevreler her defasında Türkiye ile ABD arasında bir maraza çıkaralım, bir sıkıntı çıkaralım, Türkiye ile ABD biraz öyle bir hale gelsin diye bir yandan ateşe odun atıyorlar. Bunu yapan büyük çevreler var. Biz hep şunu söylüyoruz: Türkiye’nin, ABD ile AB ile Rusya ile başka bütün güçlerle iyi ilişkiler içinde olması Türkiye’nin daima çıkarına olmuştur. Bizim aleyhimize faaliyette bulunan terör örgütleri sadece ABD, Fetö yok öte yandan Irak’ta PKK var, Suriye’de hem DEAŞ var, hem de PYD-YPG var. Türkiye’nin aleyhine faaliyette bulunan DHKPC terör örgütü var. Onların da başka ülkelerde kampları var veya başka teröristlerin himaye edildiği şeyler var. Bunları Türkiye görüyor ve başka ülkelerde görüyor. Bizim muhataplarımızla konuştuğumuzda bunları kendilerine ifade ediyoruz. Her ülkenin kendi değerlendirmesi ayrıdır. Ama bütün bunlarla mücadele uluslararası terörle etkin bir mücadele dayanışmayı gerekli kılıyor. Çünkü terör örgütleri tek başına bir yerde doğup sadece oradan aldığı güç ile orda terör faaliyeti yapamıyorlar. Silahını bir yerden alması lazım, lojistiğini alması lazım, finansı olması lazım bir sürü şeyler var. Bütün bunlara karşı etkin mücadele için uluslararası işbirliği şarttır. Bugün DEAŞ terör örgütü başka terör örgütleri uluslararası işbirliğini şart kılıyor mu kılıyor. Fetullahçı terör örgütü de uluslararası işbirliğini gerektiriyor. Türkiye içerisinde biz ülke olarak gereken adımları atıyor gerekeni de yapıyoruz. Bizim dışımızdaki ülkeler egemen ülkeler, bağımsız ülkeler onlarla ilişkilerinde bir hukuku var. Bu ilişkileri hukuk çerçevesinde yürütmemiz gerekiyor var biz ona göre yürütüyoruz. Onlara da şunu söylüyoruz: Bu konularda Türkiye ile dayanışma içinde olmak, işbirliği içinde olmak son derece önemli ve dayanışma, işbirliği içerisinde olursak netice almamız kolay olur. Dayanışma ve işbirliği olmadığında uluslararası alanda bazıları uluslararası ülkeler tarafından himaye görüyor. Onlara destek veriyor. Orada hayatını devam ettirebiliyor ve farklı bir noktada duruyor veya sizin terör örgütü diye baktığınıza onlar başka bir gözle bakabiliyor, farklı bir değerlendirme içine girebiliyor. Biz burada da şunu söylüyoruz: Terör örgütlerine; terör örgütlerinin hedefleri, yaptıkları, yapmadıkları açısından değil terör örgütüyse o çerçevede hepimiz bakmamız lazım. Bizim lehimize terör eylemi yapıyor veya bizim karşımızdakilere terör eylemi yapıyor veya şunları yapıyor, şu ülke zarar görüyor, bu ülke fayda görüyor ayrımına girmememiz lazım.
TERÖRE SAHİP ÇIKANLAR VAR
Bu konuda bir dayanışma ve işbirliği yok. Onu görüyoruz hepimiz. Şuanda sadece Fetullahçı terör örgütüyle ilgili değil. Diyelim ki bazı ülkeler gelin bize gelin diyerek çağrı yapıyorlar. Size sığınma verelim diye çağrı yapanlar var. Başka başka şey yapanlar var. Biz bunları görüyoruz, bunları görmemiz bişey değiştiriyor mu? Değiştirmiyor. Çünkü her ülke kendi açısından bir değerlendirme yapıyor. Biz de diyoruz ki: Terörün rengi, dili, dini, vatanı ve memleketi olmaz. Terör terördür. Eğer bugün bu teröre karşı ortak bir hareket yapamazsak işbirliği ve dayanışma içinde olamazsak bugün Türkiye’de can yakan can acıtan bir terör başka bir zaman senin ülkende başka bir yerde aynı şekilde can yakabilir, can acıtabilir. Onun için burada ortak hareket etmemiz lazım. PKK terör örgütü her yerden STK’ları var. Oradan örgüte bir yandan terörist devşiriyor, bir yandan finans oraya aktarılıyor, bir yandan terörün propagandası yapılıyor. Biz bunu bütün ülkelerle oturup konuşuyoruz. En son Fehriye Erdal olayı, terörist olduğu sabit, katil olduğu sabit ve aradan yıllar geçti 15 yıl hapis cezası şimdi verdiler Fehriye yok ortada. Yani şimdi baktığınızda diyorlar ki: Avrupa’da bu değişik ülkelerde himaye gördü ve Türkiye’nin taleplerine “Hayır” cevabı verdiler. Biz belki bundan sonraki süreçte şunu yapacağız ve yapıyoruz da: Türkiye’ye karşı bu konularda hangi hukuk uygulanıyorsa bizde mütekabiliyet ilkesi çerçevesinde bizimle dayanışma içerisinde olanlara karşı suçların iadesi konusunda bizzat aynı dayanışmayı göstereceğiz ama Türkiye’nin taleplerine kulak ardı edenler olduğu zamanda Türkiye’ye yapılan muamelenin aynısı da yaparız.
Bu terör örgütleri için değil, bir terörist ise onlar için yapmayacağız. Biz Türkiye olarak teröristleri ve terör örgütlerini Türkiye’nin aleyhine birileri teröriste, terör örgütlerine bizim baktığımız gibi bakmıyor diye bir farklı yaklaşım içerisine girmeyeceğiz. Orda ayrı ama diğer konularda Türkiye mütekabiliyet ilkesine uygulayacaktır.
FETÖ İADESİ
Fetö’nün iade edilmemesi ABD-Türkiye arasındaki ilişkilere büyük bir zarar verir. Sürecin uzaması da ilişkileri olumsuz etkiliyor. Ama sürecin neticelendirilip iade edilememe yönünde bir karar çıkması elbette Türkiye-ABD ilişkilerine onarılması çok zor bir büyük tahribat verir. Onda hiç kimsenin tereddüdü olmamalıdır. Çünkü Türkiye bunu kendisine dönük çok büyük bir saldırıyı gerçekleştiren terör örgütünün dost ve müttefik bildiği bir ülkede elini kolunu sallayarak gezmesi ve herhangi kısıta tabi olmadan hayatını devam ettirmesini kabul edemez. Bu Türkiye’den böyle bir beklenti içinde kimse olmaması gerekir. ABD’nin aleyhine faaliyette bulunan bir terör örgütü lideri veya ABD’de darbe teşebbüsünde bulunmuş, 248 kişiyi şehit etmiş, 2194 kişiye de yaralamış bir terör örgütünün lideri Türkiye’de olsa, Türkiye’de faaliyetlerine devam ettirse, ABD halkının tamamı darbeyi yapan terör örgütü bu örgüttür, darbeyi yaptıran terör örgütü lideri de budur diye bir kanaat sahibi olsa, ABD devleti de bu kanaat sahibi olsa, ABD yargısı da bu kanaatin sahibi olarak bunun geçici tutuklanmasını ve iadesini talep etse ve Türkiye ABD’nin bugünkü tutumuna benzer bir tutum ortaya koymuş olsa ABD halkı ve ABD devleti nasıl bakar buna, iyi bakar mı? Usama Bin Ladin Türkiye’de olmuş olsaydı, biz ABD’nin iade taleplerine kayıtsız kalmış olsaydık ABD bundan bir memnuniyet duyar mıydı? Bir rahtsızlık duymaz mı? Elbette duyardı. Türkiye devleti de, Türk milleti de Fetullahçı terör örgütünün ABD ‘de herhangi bir kısıta tabi olmadan faaliyetlerini sürdürmesinden rahatsızlık duymaktadır. İade edilmemesi bu rahtsızlığın daha da büyümesine yol açacak ve iki ülke arasındaki ilişkilere büyük bir zarar verecektir. Biz diyoruz ki: Bir terör örgütünü ve onun elebaşını Türkiye-ABD dostluğunu zarar görecek bir tercihle bir noktada tutmamak lazım. Bu dostluğu güçlendirecek şey Fetö’nün iadesidir. Fetö’nün iadesi, ABD- Türkiye ilişkilerine çok büyük katkı sağlayacaktır ve güçlendirecektir, daha büyük işleri birlikte yapmamıza imkan sağlayacaktır.
FETÖ KAÇACAK
Bazı ülkelerde, özellikle Kanada başta olmak üzerede çiftlikler satın alındığına dair ciddi istihbaratlar var. Başka ülkelerde var ama son dönemde Kanada’da biraz daha yoğunlaşmış bir çalışma görüyoruz ve orada büyük bir çiftlik alındığına dair de istihbaratlar var. Trump’ın başkan seçilmesinden sonrada bu çalışmaların daha da ivme kazandığına dair istihbaratlar geliyor. Bu istihbaratı, ABD adli makamlarına da yazılı gönderdik. Şu anda Kanada’nın hukuki statüsü biraz farklı biliyorsunuz. Onların hukuk yapısı farklı ve Türkiye ile Kanada arasında bu anlamda bir anlaşma da yok. O yüzden orayı biraz daha tercih ediyorlar. Şu anda bunlar istihbarat. Başka ülkeler de Mısır ile ilgili bir arayış olduğu, Mısır yönetimi ile temas kurmak için baya bir gayret içerisine girdiler. Hala da o arayışlarını sürdürüyorlar. Öte yandan başka ülkeler var. Güney Afrika, Brezilya var. Bunlarla ilgili de arayışlar var. Şu ana kadar bize gelen istihbaratlar içerisinde Kanada’nın daha öne çıktığı, orada istihbaratın aktardığına göre çok büyük bir yer satın almış durumda şu anda. Alanlar belirli. Biz bu bilgileri de ABD Adalet Bakanlığı’na da ilettik. Bu uzun zamandır bir arayış var buralarla ilgili. Çünkü ABD’nin iade etme ihtimalini onlar bir yerde tutuyorlar. Böyle bir şey gerçekleşirse ona karşı Trump’ın başkan seçilmesinden sonra bu konuda ki arayışlarını daha da arttırdılar, çalışmalarını daha da hızlandırdılar. Arazi yeni alınmış. Onlar da belirli kimler olduğu. İsimleri burada isimleri paylaşmam. İstihbari bilgi bunlar sonuçta. Türk vatandaşları ama isim olarak burada bir isim vermeyi doğru görmüyorum.
Ülkelerin niyetlerini okumak istemem. Onu doğru da görmüyorum. Siz ABD ile ilgili de sordunuz. Niyet okuyuculuğu doğru değil. Devletin yönetiminde bulunan insanlar olarak eğer bir fikrimiz varsa bile buna dair bunu kamuoyunun önünde paylaşarak devlet yönetemeyiz. Doğru bir şey değildir bu. Devletin yönetiminde konuşulması gereken yerlerde bunlar konuşulur ona dair değerlendirmeler yapılır. Ama onun ötesinde biz objektif olan şeylere bakarız. Objektif olan kısmı kamuoyuyla da paylaşırız. Objektif olan kısım net Yunanistan darbe teşebbüsünde bulup daha sonra kaçan ve Yunanistan’a giden kişilerle ilgili iade talebini ret etmiştir. Yargı bunu yaptı ve buna dair itirazlar yapıldı. Onlarda ret etti. Gerçeklik bu. Bu iki ülke arasındaki görüşmelerde konuşulan konularla tam zıt bir sonuç çünkü konuşmalarımız sırasında bu iade konusunda Yunanistan gibi darbe tecrübesi olmuş, darbede bedel ödemiş bir ülkenin daha farklı bir tutum ortaya koyacağı beklentisi bizde yüksekti ve bu beklentiyi teyit eden açıklamalar, yaklaşımlar da vardı. Ama sonuç başka türlü çıktı. Bunu biz görüyoruz. Bu sonucun böyle çıkması Türkiye’nin bundan sonraki ilişkilerini bozacaktır. Bizim aleyhimize bir karar çıktığında bizde mütekabiliyet çerçevesinde bu adli yardımlaşma hususlarında bundan sonra bizde ele alacağız ve ona göre bir değerlendirme ve takibatı yürüteceğiz.
SİYASETTE BYLOCK TARTIŞMASI
Soruşturmalar içerisinde şüpheli olan ve şuanda sanık olanlara baktığımızda onların içerisinde siyaset yapmış pek çok kişi var. Değişik partilerde bulunmuş kişiler var. Türkiye’de bunu medya bu açıdan takip yapmıyor. Bylock ile ilgili konu şu anda soruşturma konusu bunlar üzerinde çalışmalar devam ediyor ve bunun içerisinde kim varsa onlarla ilgili adli süreçte işler. Bu konuda bazı medyada isimler çıkaranlar, yayanlar var. Onların çoğu asılsız haberler ve iftiralar yayınlanıyor. Çünkü buna dair olan bilgiler şuanda yargıda. Yargıda olan şey gizlidir. Bunu bir başkasının bilebilme ihtimali yoktur. Onlara ilişkin çalışmalar sürüyor. O çalışmalar sonucuna göre devam ediyor. Şuanda tamamlananlar ile ilgili işlemler yürüyor. Onun dışında olanlar ile ilgili de işlemler devam edecektir.
Bylock şuanda yargı inceliyor ve devam ediyor. Diyelim ki biriyle ilgili Bylock iddiası var. O kişinin dosyasında var. Şuanda kamuda çalışan veya sivil hayatta olan kamu görevlisi değil de başka mesleklerde olanlar var. Bunların hepsiyle ilgili şuanda devam eden süreçler var. Nasıl neticelendirilecek? İddianame düzenlenirse orada göreceğiz, dava açılırsa yargılama süreçlerinde bunların sonuçlarını hep beraber göreceğiz.
Meşhur isimler demiyorum. Bu süren soruşturmaların içerisinde değişik partilerden geçmişte siyasette bulunmuş insanlarda bunların içerisinde var. Bunlar kimdir ben bilmiyorum. Şuanda Türkiye’nin dört bir yanında 81 ilde soruşturma var. Bu soruşturmaların içerisinde binlerce kişi hakkında tahkikat yürütülüyor. Onların hepsini ben tek tek bilme imkanım yok ama basına yansıyanlara baktığımızda değişik yerlerde, değişik illerde partilerde görev almış kişiler hakkında çalışmalar var. Şuanda kayyum atanan Belediye başkanları var. Başka partilerin kendi içerisinde çalışma yaptıkları var. Bunlar devam ediyor.
YENİDEN KALKIŞMA İHTİMALİ
Ben Fethullahçı terör örgütünün Türkiye’de bundan sonra bir güç kullanma ihtimali olduğuna ihtimal vermiyorum. Yani öyle bir gücü falan kalmadı. Devlet gereken adımları attı ve atmaya da devam ediyor. Ve bu açıdan böyle bir şeyi yapma imkân ve kabiliyeti yok. Onun dışındakilerin hepsi şey, üfürüyorlar piyasada. Birileri konuşuyor. Çünkü terör örgütü pek çok yalan söyledi. İşte 15 Temmuz oldu. Başarısızlıkla sonuçlandı. Tutuklamalar devam ediyor. Yargı, soruşturmalar sürüyor. Örgüt üyelerinin itirafçı olmasını engellemek için siz hiç merak etmeyin, işte falan tarihte olacak, bu iş bitiyor, yani örgütün ele başı Gülen de, darbe başarısız oldu diye sevinenlere, sevine dursunlar, şunu yapsınlar, bunu yapsınlar dedi. Ve bunun arkası geleceğini söyledi. İşte bakanları, sağ kalırlarsa, yani öleceklerini ima ederek, sağ kalırlarsa da böyle zillet içine düşücekler falan filan. Hatırlarsanız orada çok net bir açıklama yaptı, darbenin tekrarlayacağına dair. Arkasından başka tarihler verildi. Ağustosta bir tarih verildi, eylülde verildi, ekimde verildi, kasımda verildi. Verilmedik tarih kalmadı. Bütün tarihleri verdiler. Sonuçta bütün bu tarihler geldi, geçti. Terör örgütü bunu bilerek yapıyor. Sürekli beklentiyi diri tutuyor. Yani sizi kurtaracağız. Cezaevinden çıkaracağız. Kamudan uzaklaştırılanları geri alacağız. Şöyle olacak, böyle olacak. Bekleyin, yarın hallediyoruz. Bir hafta kaldı. Falan gün tamamdır bu iş. Hiç endişe etmeyin. Tek dert örgütün çözülmesini önlemek. Ve örgüt nedeniyle soruşturulan, darbe nedeniyle soruşturulan kişilerin gerçekleri anlatmasının önüne geçmek. Bunu başarmak için sürekli yalan söylüyorlar. Şimdi çok ilginç de bir durum var. Öyle bir psikoloji de oluşturdular. 99 tane şey iddia ediyor. 99’u da yalan çıkıyor. Kamuoyu da görüyor, yalan çıktığını. Sonra 100. iddiada bulunuyor. İnsanlar bu 100. iddiayı da ciddiye alıyor. Örgütün içindekiler, 100. iddiayı da gerçek kabul ediyor. Hemen olacak diyor. Ben de diyorum ki bir de şunu sorun. Daha önce 99 tane tarih verdi. Bu 99 tarihin hepsi yalan çıktı, boş çıktı. 100.süne biz niye inanalım. Bir de bunlar, bunun mehdi olduğunu söylüyorlar. Bir mehdi bu kadar yalan söyler mi? Bir sürü yalan, bir iftira söylüyor, söyletiyor. Örgütün itirafçılığını engellemek ve örgütün henüz yakalanmamış dışarıda olan örgütten uzaklaşma ihtimali bulunan, olup biten bu hadiseler karşısında örgütten kopma düşüncesinde olan kişilere de aman kopmayın. Yani burada daha iş var. Daha netice var. Bunu şey yapmak istiyorlar, diri tutmak istiyorlar. Hem içeridekilerini hem de dışarıdakileri kontrol etmek, maksadıyla bunu yapıyorlar.
RÜYALARLA KANDIRIYORLAR
Türkiye Cumhuriyeti devleti, FETO terör örgütü dahil, diğer bütün terör örgütleriyle eş zamanlı mücadebilecek güç ve kudrete sahiptir. Bunları yargıya teslim edecek ve yargıda hesap vermelerini sağlayacak imkanlara sahiptir. Bunu da zaten başarılı bir şekilde yapıyor. Bundan sonra da yapmaya devam edecektir. Benim ailelere tavsiyem, bu örgütün yalanlarına, iftiralarına kanmasınlar. Çocuklarını da kandırmasınlar. Sahte rüyalar üzerinden şu anda çok büyük algı operasyonları yapılıyor. Dışarıda uydurulan rüyalar, ziyaretçiler, avukatlar veya başka örgüt üyeleri vasıtasıyla cezaevlerine intikal ettiriliyor. Cezaevlerinden dışarı yansıtılıyor. Bir de cezaevlerinde bir kısım örgütün has adamları onlar bazılarını orada uydurup dışarı yayıyor. Rüyalarla sürekli maneviyat takviyesi yaparak orada peygamberlerden sahabilerden dinen değerli görülen saygı duyulan kişiler üzerinden birtakım örneklemeler yapmak suretiyle örgütün dağılmasını ve itirafçılığını engellemek istiyorlar. Bir yandan rüyalar, öte yandan darbe beklentilerini ayakta tutarak bunu yapmaya çalışıyorlar. Ben diyorum ki ailelere çocuklarınıza sahip çıkın. Bu sahte rüyalara, yalancılara, iftiracılara bu örgüte çocuklarınızın daha fazla kapılarak peşinden gitmesine engel olun, onlarla bağlarını kopartın, kopartmaya gayret edin. Eğer bunu yapmazsanız bu örgüt bu çocuklarınızı yarın, bugün terör örgütü, bugüne kadar kullandığı bir yöntem vardı. Onlarla kullandı. Yarın başka yöntemlerle bunları daha kötü bir şekilde kullanacak ve örgütün hedeflerine hizmet ettirecektir. Buna engel olacak şey, sadece güvenlik güçleri veya yargılama faaliyetleri değil. Ailelerin de bu örgütün elde ettiği kişilere kendi çocuklarının üzerine gidip örgütün elinden onları almaları gerekir. Onalrın da mücadelesi gerekir. Aksi takdirde tabi bu örgüt yeni eleman devşirme imkanını kaybettiği için daha önce örgütün içine aldığı ve örgütün içinde yetiştirdiği kişileri elinde tutmak ve ileride onları kullanmak için uğraşıyor. Buna da ailelerin tavır koyması lazım. Ailelerin tavır koyması lazım. Cezaevlerinden örgüt adına yapılan aktarımlara çok dikkat etmelerinde fayda var. Yani çok büyük aktarma var. Şimdi diyor ki bir tane anlatayım ben bir rüyayı. Malatya’da anlatılan bir sahte rüya. İşte bayram namazına Peygamber efendimiz, güya geliyor. Orada duvarlar kalkıyor. Cezaevinde olan herkes saf duruyor. Arkasında namaz kılıyor. Ondan sonra Malatya bununla çalkalanıyor. Yani diyor ki ben hiç duymadım böyle bir şey diyor. Olurmu diyor, böyle oldu nasıl duymazsın. Cezaevindeki orada olanlar da biz duymadık falan diyor. Onlara da diyorlar ki sizin imanınızda şüphe var. Şey var yani, içinize bir şey girmiş. Yoksa ben bunu yaptım diyor. Örgütün has adamı bunu aktarıyor. Dışarıya da aktartıyor. Ailesine de gönderiyor. Öte yandan içeride de bunu konuşuyor. Öbürleri diyor ya duvarlar yıkılmadı, kimse gelmedi, biz bayram namazı falan kılmadık. Böyle bir şey yok. Ama bunu yayıyor. Böyle oldu. İşte Silivri’ye Hz. Yusuf geliyor. İşte Malatya’ya peygamber efendimiz gidiyor. Böyle bir sahte rüyalar. O kadar başka rüyalar var ki yani bunların nereden buluyorsunuz diyorum. Şeyde yapıyorlar. Nedir o, işte atıyorlar, kâğıtlar, o kâğıtların, araya düşen kağıtlar olduğunda bakılıyor. Oradan çıkıyor. Daha sonra biz tedbir aldık. Tabi oralar tüm kapattık. O şeylerle, haberleşmelerini engelleyen adımlar attık ama o arada bu tür şeylere baktığında rüyayı yazıyor. Buradan oraya atıyor. Oradan oraya. Tüm bunların hepsi de engellendi, şu anda öyle bir şey yapma imkânı yok ama bunu nasıl yapılıyor şimdi. Ziyaretçiler üzerinden yapılıyor. Geliyor işte örgütün üyesi birisi gelen ziyaretçiye bunu anlatıyor. Gelen ziyaretçi de inanırsa bunun şeyine, o da bunu böyleymiş diye dışarıda paylaşıyor. Veya örgüt üyesi bilinmeyen birisi kripto, tanınmıyor. Geldi ziyarette bulundu veya bir avukat. Oradan dışardan geliyor. İçerden dışarı bir şekilde bu yayılıyor.
Şu an yasal ziyaretçiler geliyor. Onlara bizim engel olma imkânımız yok. Yasa gereği annesi, babası, eşi, yakınları bunların ziyaret etme hakları var. Bunlar gelip yapacaklar ziyaretlerini.
FETÖ İLE DEAŞ AYNI
Şimdi bu aklın ve kalbin rehin olmasıyla ilgili bir şey. Şimdi akıl hür olmazsa, kalp hür olmazsa, siz aklınızı ve kalbinizi bir yere teslim ederseniz oradan aktarımları tartışmazsınız. Burada örgüt bunu yapıyor. Yani aileden koparıyor. Anne babayla araya mesafe koyduruyor. Sadece örgütün kitaplarını, örgütün bütün yayınlarını, örgütün gazetelerini, örgütün sosyal medyasını yani insanı tek bir noktaya getiriyor. Orada sürekli işliyor ve büyük bir beyin yıkama faaliyeti oluyor. O şeyin içerisinde, yapının içerisinde dönüştürüyor, bambaşka bir insan haline geliyor. Yani bu şeyler var biliyorsunuz filmlerde çip takılan insanlar var. Bakıyorsunuz işte normal birisi ama çipi harekete geçirdiğinde birden bire bambaşka bir insana dönüyor. Onu hemen o çipi kim taktıysa onun içindeki yazılım neyse, ne yüklüyorsa ona göre onu kullanıyor. Şimdi terör örgütleri, sadece FETÖ değil, DEAŞ terör örgütü de aynısını yapıyor. PKK terör örgütü de aynısını yapıyor. DHKP-C terör örgütü de aynısını yapıyor. Yazılımları adeta değiştiriyorlar, kendi yazılımını yüklüyorlar. Ondan sonra da o düğmeye bastığı zaman örgüt onu o istikamette kullanıyor. Ben onun için diyorum ki herkes akıl hürriyetine sonuna kadar sahip çıkmalı. Aklını kimse kimseye rehin vermemeli. Kalp hürriyetine de sahip çıkmalı. Yani başka birilerine kalbini de rehin etmemeli. Terör örgütleri onu yapıyor. Şimdi kalkıyor DEAŞ’tan birisi bombayı üstüne gidiyor, gidiyor masum insanların olduğu yerde patlatıyor. Kendi de ölüyor. Onlar da öldürüyorlar. Şimdi kendinin şehit olduğunu düşünüyor DEAŞ’lı terörist. Öldürdüğü kişilerin de şehit olduğunu düşünüyor. Kendi daha büyük bir hedef için mücadele ediyor. Bunun aynısı FETÖ’de var. İşte Türksat’ı vurmaya ve teslim almaya giden darbeci teröristler, oraya gittiklerinde bir çatışma çıkıyor ve iki tane oradaki çalışanı şehit ediyorlar. Sonra orayı ele geçirdikten sonra bir bardak su istiyor gelen darbecilerden birisi. Öldüren biri. Sonra da çömeliyor, besmele çekiyor. Üç nefeste suyu içiyor. Güya İslami bir şey yapıyor kendince. Usul uyguluyor. Oradaki şehitlerin arkadaşlarından birisi dayanamayıp diyor ki bakın diyor siz biraz önce diyor. Gözünüzü kırpmadan iki tane arkadaşımızı şehit ettiniz diyor. Şimdi de oturmuş besleme çekerek su içiyorsunuz diyor. Onun cevabı çok ilginçtir. O da diyor ki ben diyor, arkadaşınıza iyilik yaptım diyor. Onlar diyor şimdi şehit oldu diyor. Ben de diyor şehadet şerbetini içmeye geldim. Hazır oldum yani, ben de ona hazırım. Şimdi darbeci öldürdüğü kişinin şehit olduğunu düşünüyor, ona inanıyor. Kendi bu darbe sırasında ölürse kendisinin de şehit olacağına inanıyor. Şimdi DEAŞlı teröristle, FETÖ’cü terörist arasında mantalite olarak ne fark var. Hiçbir fark yok. Bunlar dini kullanarak bu terörü yaptırıyorlar. PKK da bir ideolojiyi din yerine koymuş, o da onu kullanarak aynı terörü yaptırıyor. Sonuçta beyinleri yıkıyorlar, kalpleri yıkıyorlar. Ve insanların sorgulamasını ortadan kaldırıyor. Sorguyu nasıl yapıyor. Örgüt nasıl istiyorsa, o dilden sorgulama yapıyor. Şimdi işte yargılamalarda görüyoruz. Bir terör örgütü, DHKP-C’li birinin yargılamasında inye bunu yaptın diye sorulduğunda ben diyor haksızlığa isyan ediyorum. İşte haksızlık yapılıyor, onlara karşı yapıyorum. Diyorlar ki sen haksızlığa isyan ediyorsun, masum bir insanı gidip öldürüyorsun. Bundan daha büyük bir haksızlık olur mu? Ne günahı var bu insanların? Ama şimdi o kafayı öyle bir şekilde yıkıyor. Kalbi de öyle yıkıyor. O kendisini çok sağlıklı düşünen biri gibi görüyor. Kendisi gibi olmayanları sağlıksız düşünen biri gibi görüyor. Onun için de bütün vatandaşlarımızın bu konularda dikkatli olmasında fayda var. Yani ben hep söylüyorum. Sadece bir kişinin kitaplarnını birisi okuyorsa o kendine biraz dikkat etmesi lazım. Başkalarının kitaplarını da okusun, başkalarının gazetelerine baksın. Başka televizyonlara da baksın. Her tarafa bakmak bize güç katar. Her yerden okumak bize güç katar. Ama biz kendimizi sadece bir alana hapsettiğimizde farkında olmadan biz o alana doğru kendimizi yönlendirmiş oluyoruz.
KAMUDAN UZAKLAŞTIRMALAR
Şu anda kamudan uzaklaştırılan binlerce kişi oldu. Şimdi kamudan neden uzaklaştırılıyor. Devlet kendisini ve milletini korumakla yükümlü Hem kendi varlığını koruyacak hem milletini koruyacak. O zaman burada sadakati Anayasal düzene bağlılığını da dikkate alması lazım. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldı. Ve yeni ülkeler çıktı. Ve bu ülkelerin tamamında arındırma kanunları diye kanunlar çıktı. Yani kamudan bazı çalışanları uzaklaştırdılar. Almanya’da yaklaşık 500 bin civarında Doğu Almanya döneminde çalışan kişi kamudan uzaklaştırıldı. Neden? Komünist rejime bunların sadakati daha yüksek olabilir. Dolayısıyla demokratik rejime, Almanya’nın, yeni Almanya’nın felsefesine sadakati olmayabilir. Bu devlet için bir tehlike ve tehdit oluşturabilir diye bunları ne yapıyor, uzaklaştırıyor. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin verdiği değişik kararlarda şunu mahkeme açıkça ifade ediyor. Her devlet çalıştırdığı kişilerde sadakat arar. Devletin bu hakkıdır. Sadakatinden şüphe ettiği veya sadakatsizliği ortaya çıkan kişilerle de çalışmama hakkına sahiptir. Şimdi bir şirket için biz bunu söylüyoruz. Şirkete ihanet birini ne yapıyorlar, kapıya koyuyorlar. Devlete birisi ihanet ettiği zaman sadakatini ortadan kaldıran eylem ve söylemler içine girdiği zaman devlet de bu konuda gereken adımları atmak durumundadır. Atmazsa da kendi varlığı için tehdit olur. Bakın. Bu önemli bir konu olduğu için. Yaşar Paşa, şimdi Jandarma Genel Komutanımız. Onu yere yatıran, kafasını ayaklarıyla basan kendi emir subayı. Şimdi Genelkurmay Başkanı’nı rehin almaya çalışanlar en yakınında olan insanlar. Yani baktığınızda bu örgüt öyle bir örgüt ki kolay tespiti de mümkün değil. Yani devletin bütün güvenlik mekanizmalarını aşıp oraya ne yapabiliyor. Oraya girebiliyor. Onun için de öylesi yapısı farklı, girift olan ve gizliliği en önemli prensip olarak kabul eden, takiye denen bir anlayışla da nerede yükselmek istiyorsa oradakilerinin değer verdiği şekle kendisini sokmayı temel ilke edinen ve bu konuda da çok başarılı olan bir terör örgütü var. O zaman siz devleti buna karşı nasıl koruyacaksınız? Bir tedbir almanız lazım. İşte bu olağanüstü hal ilan edilirken de devletin kendisi için tehdit ve tehlike olarak gördüğü bu yapıda devleti arındırma düşüncesi var.
Bu herkesin kanuna yazılmış açıkça hangi terör örgütleriyle irtibat, iltisak ve üyelik ilişkisi olduğuna dair bir kanaat varsa buna dair bir değerlendirme yapılabilir. Ve kamuyla ilişkisi kesilebilir diyor. Bu bir yargılama yapmıyor. Bir mevcut 657’ye göre bir soruşturma usulü var. O soruşturma usulünü öngörmüyor. Farklı bir sistem kuruyor. Çünkü ortada olan tehlike ve tehdidin boyutu giriftliği yapısı, bunu zorunlu kılıyor. Bu çerçevede adımlar atıldı. Bunun arkasından bakan yardımcılarının başkanlığında daha son KHK çıkmadan önce bir itiraz şeyi gayri resmi oluşturuldu. Ve bu çerçevede oralara yapılan itirazları değerlendirildi. Bazı kişiler daha sonra iade edildi. Kapatılan bazı dernekler daha sonra ne yapıldı, yeniden açıldı. Şimdi en son çıkan KHK ile de olağanüstü hal işlemlerini incelemek üzere bir 7 kişiden oluşan komisyon kuruldu. Bunun anlamı çok büyük. Nedir o? Bir defa bütün itirazlar buraya gelecek. Burada bir komisyonun 7 üyesi var. Biri Yargıtay’dan, biri Danıştay’dan tetkik hakimi, bir Adalet Bakanlığı’ndan, birisi İçişleri Bakanlığı’ndan, üçü de Başbakanlık’tan oluşacak. Ve bunlar nasıl çalışacağını da bir çıkacak yönetmelikle usul ve esasları kamuoyuna ilan edip çalışma şekli de belli olacak ve bütün müracaatları bunlar bir de ayrı gözle değerlendirilecek. Talepler kabul edildiğinde KHK’ya gerek kalmadan onlar görevine iade edilmiş olacak. Talepler reddedildiği takdirde de yargı yolu açılmış olacak. İdari yargıya gidebilecekler. İstinafa gidebilecekler. Danıştay’a gidebilecekler. Bireysel başvuruyla Anayasa Mahkemesi ve AİHM bütün bu süreçlerin önü hukuk devletinde olduğu gibi bu da açılmıştır. Bütün bunların hepsi değerlendirilecektir. Ama ben şunu söyleyeyim. Hiç eksiklik olmamıştır demek doğru değil. Sonuçta insan yapıyor bunu. Ben HSYK için bir şey söyleyeyim. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulu pek çok hakim ve savcının meslekten ilişiğini kesti. Ve oybirliğiyle karar verdi. 17 üye var. Hep beraber, 17 kişi çok farklı kanaatlere sahip 17 kişi birlikte değerlendiriyor. Ve oyluyorlar. İtirazlar olduğu zaman, bir tane itiraz olduğu zaman o yapılmıyor. Böyle bir şey de yapılıyor. Şu ana kadar HSYK ile ilgili bir şikayet kamuoyuna yansımadı. Niye yansımadı? Orada bir çalışma var. Başka yerlerde de öyle. Kamudan uzaklaştırılan yaklaşık 100 bin civarında insan var. Baktığınızda bu kadar insan içerisinde eleştiri konusu yapılan çok az sayıda bir şey var. Bunlarla ilgili değerlendirmeler bu komisyonlara geldiğinde bunlar tarafından yapılacaktır. Bunlar değerlendirilecek.
MAĞDUR EDEBİYATI YAPIYORLAR
Ona göre burada bir şeye de dikkat çekmek istiyorum. Özellikle FETÖ bir mağdur edebiyatı yaratarak bir kamuoyu oluşturma peşinde. Yani ortada işte şunlar var mağdur, bunlar var mağdur. Şunlar var mağdur şeklinde büyük bir algı operasyonu da yapıyor ve bunu bütün partiler üzerinden yaptırmaya çalışıyor. Bütün medyalar üzerinden yaptırmaya çalışıyor. Çünkü herkese göndereceği adam var. Onların yakın gördüğü tanıdığı, ya bu da olur mu dediği cinsten insanlar çıkabiliyor. Bütün bunlar üzerinden bir şey de algı oluşturulmaya çalışılıyor. Yani bunu da gözardı etmemek lazım. Çünkü bütün kurumlar gerçekten hepsi büyük bir titizlikle bu çalışmaları yürüttü. Yani bunları yürütenlerin hepsi büyük bir titizlik yapıyor. Bir de şunu da ifade edeyim. Sadece FETÖ ile ilgili de değil bu şey. Biliyorsunuz bütün terör örgütleriyle ilgili irtibat ve iltisak değerlendiriliyor. İşte birisi bakıyor, ya bunun ne alakası var? Onun başka bir yerden bir alaka değerlendiriliyor. Öbürü başka bir yerden. Yani hepsi aynı gerekçeyle kamudan uzaklaştırılmıyor. Bazıları başka örgütlerle irtibat nedeniyle uzaklaştırılıyor. Ben kişiler üzerinden değerlendirme yapmayı burada doğru görmem. Bu genel değerlendirmeyi yapıyorum. Ve bu inceleme komisyonu sonuçta bütün kamudan uzaklaştırılanların delillerini inceleyecek, savunmalarını inceleyecek ve ona göre bir karar verecek. Ve burada benim delillerime bakılmadı, bana istinat edilen konularda şunlar şunlar vardı elimde, hiçbir değerlendirmeye tabi tutulmadı kimse demeyecek. Sonra bir itirazı varsa yargıya gidecek. Yargı da bunun değerlendirmesini yapacak.
Şimdi bu komisyonda diyelim 7 kişi olacak ama bunun altında bunlara çalışmalarında yardımcı olacak çok geniş kapsamlı uzmanlar olacak. Sonuçta bunlar o uzmanlarla beraber çalışacak. Yani onlar tek tek bunları inceleyecek bunlar da beraber çalışacak. Tabi bu komisyon 2 yıllık bir komisyon ama süre yetmediği takdirde Bakanlar Kurulu kararıyla birer yıl birer yıl uzatılma durumu da sözkonusu. Dolayısıyla bu çalışmaların tamamı bitene kadar bu komisyon varlığını devam ettirecek.
ASILSIZ İHBARLAR
Başbakanımızın biliyorsunuz yayınladığı bir genelge var. İmzasız şeylerin dikkate alınmaması mevzunda. En çok vatandaşın şikayet ilettiği yer Adalet Bakanlığı ve Cumhuriyet savcılıkları. Buralara iletiliyor. Ve bu tür iddiaların gündeme geleceği konusunda savcılıklar da çok dikkatli. Çünkü bir kişi beyanda bulunuyor, bu FETÖ’cüdür diye. Dilekçe veriyor. Onu savcılık hemen kabul etmiyor. Onu bir tahkik ediyor, bu doğru mu değil mi? Eğer doğru değilse onlarla ilgili o suç isnadında bulunan kişilerle ilgili iftiradan soruşturma açılması ve yargılama yapılması söz konusu olacaktır. O öyle bir yetkisi de olacak. Bizim bakanlığa gelen her şeye, diyelim memurlarla ilgili geliyor. Başka şeyler. Bizim prensibimiz hepsi şu. Bunların hepsi bir iddiadır. Bu iddianın doğru mu eğri mi olduğunu tahkik edeceğiz. Bakacağız. İddia doğruysa ona göre işlem yapacağız. İddia iftiraysa biz o iddiada bulunan kişi hakkında işlem yapıyoruz. Şu anda devlet kurumlarının tamamı bu konuda kişilerin bazılarının farklı nedenlerle masum olan kişileri bu işin arasına katmak isteyebileceği ve bunun için çalışabileceği öngörüsünü yaptılar ve bütün tedbirler ona göre alındı. O yüzden tahkik yapılmadan sadece birisi biri hakkında böyle diyor diyerek insanlar hakkında bir işlem yapılmıyor. Bütün vatandaşlarımız bundan emin olsun. Bir iddia olduğunda bu iddia araştırılıyor. Tabi imzası varsa, altına adını koymuşsa ona göre. Zaten imzasız olanla ilgili onunla ilgili işlem yapılmıyor. Ama öbürlerinin hepsi inceleniyor. Doğruluğu sabit olması halinde ona göre bir işlem yapılıyor. Yoksa öbür türlü siz yanlış yaparsınız. Bu konuda sadece Adalet Bakanlığı değil, bütün bakanlıklar aynı hassasiyeti gösteriyor. Aynı şeyi gösteriyor. Sonuçta bu iş veballi bir iş. Siz birini kamudan uzaklaştırıyorsunuz. İşinden oluyor. Onun ailesi var. Yakınları var. Bakmakla yükümlü olduğu kişiler var. Bu kararları vermek de öyle kolay iş değil. Herkes bir de bu çerçeveden baksın. Bu kararı veren insanların hepsi de kılı kırk yararcasına çalışıyor. Ve bir kişiye en ufak bir haksızlık olmasın diye gayret sarf ediyor. Bütün bunlara rağmen, zaman zaman olabilir. Onlar da dediğimiz gibi bu itiraz ve şikâyet yollarıyla yeniden incelemek yoluyla düzeltiliyor ve bundan sonra da aynı şekilde düzeltilmeye devam edecektir. Ama ben bunların sayısının çok olduğunu düşünmüyorum. Yani bu şimdiye kadar çıkan rakamlara baktığınızda çok az.
Bundan sonra da öyle çok büyük rakamlar ortaya çıkacağına ben ihtimal vermiyorum. Çünkü herkes çok büyük bir titizlikle bu çalışmaları yürütüyor. Ve sadece kanunun emrini yerine getirmekle kalmıyor. Aynı zamanda vicdani sorumluluğun gereğini de yerine getirerek bu işleri yapıyor. Ben de bakan olarak diyelim geliyor. Ben imza atıyorum. O atılan imzanın bütün mesuliyetini üzerime alarak atıyorum. Onun için bilerek herhangi bir vatandaşıma haksızlık yapmadım, yaptırmadım. Diğer arkadaşlarım da yapmadı, yaptırmadı. Ama yani haksızlık yapma şeyi olmaksızın bir değerlendirme yapmış olabilir. Onda hataya düşmüş olabilir. Onlar da zaten itirazlar yoluyla düzeltiliyor. Bundan sonra da yeni komisyon çalışmasıyla bunlar belki daha geniş ele alınacak. Bütün dosyalar daha geniş bir şekilde incelenecektir. Bundan kimsenin bir endişesi olmasın. Kimsenin mağdur olmasını biz istemeyiz. Ama terör örgütünün bir mağdur edebiyatı yaptığını ve bunu topluma yaymak istediğini de buradan ifade etmekte fayda görüyorum.
Şimdi şöyle söyleyeyim. Suç konusu ayrı bir konu, idari tasarruf ayrı bir konu. Şimdi siz birisini suç nedeniyle yargıla dediğiniz zaman bunun nasıl olacağı CMK’da belli. Soruşturacaksınız. Mahkemeye iddianameyle dava açacaksınız. Herkes alenen kendini savunacak, delillerini ortaya koyacak. Herkes burada bunu yapacak. Ve sonuçta mahkeme bir karar verecek. Bunun için somut deliller lazım ve bu çerçevede yürür. Ama idari tasarruf yapmak için ayrı. Yani kamudan uzaklaştırılan herkes suçludur diye bir anlam yok. Kamudan uzaklaştırılan irtibat ve iltisak nedeniyle uzaklaştırılıyor. Ve bir KHK’nın ortaya koyduğu prensip çerçevesinde uzaklaştırılıyor. Bu bir idari tasarruf. Adil tasarruf değil. Soruşturma makamlarının yaptığı adli işlemler. Onun için idari tasarruflarla adli tasarrufları birbirine karıştırmamak lazım. Sanki idari tasarrufa tabi tutulan herkes suç işlemiş gibi bir algı da yapılıyor. O fevkalade yanlış. İdari tasarruf yapılan kişiler içinde suç işleyenler varsa zaten onlarla ilgili savcılık işlem yapıyor. Ama işlem yapmadığı kişi o idari tasarruf yapılmış. Diyelim bir irtibat ve iltisak nedeniyle. Ama bir örgüt üyeliği varsa o zaman örgüt üyeliğinden işlem yapılır.
HAYIR DİYENLERİN YALAN PROPAGANDASI
Bu bir yalan. Birkaç tane örnek üzerinden kalkıyor. Muhalifler yapılıyor şeklinde değerlendiriliyor. Bu yani bu referandum sürecinde aynısı yapılıyor. Efendim hayır diyenlerle şu oluyormuş, bu oluyormuş. Bunu diyenler gerçeği çarpıtıyorlar. Yani bir kişi iktidara muhalif oldu diye bir değerlendirme bugüne kadar hiç tabi tutulmadı. Böyle bir şey olabilir mi? Diyelim ki bazı isimler çıkarılıyor ya ben özelleştirmek istemiyorum. Onlara ilişkin değerlendirme farklı gerekçelerle yapılıyor. Ama bir kişi efendim iktidara şunu demiş, falana bunu demiş. Yani bunun demek iktidara yapılmış çok büyük bir iftiradır. Yani böyle bir şey yok. Ve şimdi demin ben söyledim. Yani referandum sürecinde de aynısı yapıldı. Diyelim adam hayır demiş, başka bir yere götürüyor, başka bir şey yapıyor. Bunlar kirli ve ahlaksız algı operasyonları. Millet bunları görüyor. Şu anda iktidara karşı en ağır eleştirileri yapan yüzlerce insan var. Medyada var, efendim başka yerlerde var. Kime ne oluyor? Herkes, konuşuyor. Ya işte konuşuyor, şu oluyor, bu oluyor. O zaman somut bir örnek gösterin. Yok böyle bir şey. Diyelim ki birisiyle ilgili bir soruşturma yapılıyor. Diyor ki tweet attı diyor, adamı diyor hemen içeri attılar. Dışardan bakan insan tweet attı diye insanın içeri alındığını düşünüyor, tutuklandığını düşünüyor. Böyle bir şey var mı, yok. Ama ne yapmış sinkaflı birisine hakaret etmiş. Yani biraz daha açık ana avrat birisine sövmüş. O da şikayetçi olmuş, onunla ilgili işlem yapılıyor. Ondan sonra diyor ki buna diyor bak tweet attı diye işlem yapıldı diyor. Böyle bir şey olur mu? Bakın, ben şunu söylüyorum şu anda. Kim suç işlerse, onlar karşılığını mutlaka bulur. Bunu ne yapıyor insanlar bir bölünmüşlüğün içerisine girmiş bazı insanlar. İdeolojik bir gözlük takmış. Tamam mı o kendi cephesinden bir olaya bakıyor. Öbür kesim de başka bir cepheden bakıyor. İşte geçen ne oldu? Darbe teşebbüsü sırasında ezan okuyanlara oradan gelip müdahale edenler, saldırı yapanlar, onlarla ilgili bir şey oldu. Başka bir şey. Ondan sonra başörtülü bir hanımefendiye saldırı oldu, onunla ilgili başka şeyler oldu. Yani herkes ya ne oldu, ne oluyor, gidiyor. Burada da aynı şey söz konusu. Herkes hemen bir şey yapıyor. şimdi burada bizim kanunlarımıza bakmamız lazım. Her suçun karşılığında kanunlar bir ceza öngörüyor. O cezaya bakacağız. Diğer işlere bakacağız. Sonra bu olayla ilgili savcılık itiraz etti, zannedersem yakalama kararı onunla ilgili yanılmıyorsam arkadaşlarımdan aldığım bilgiye göre itiraz üzerine yakalama karar çıktı. Olayla ilgili itiraz ediyor. Onunla ilgili böyle bir şey çıkıyor. Buradan hemen bir siyasi sonuç çıkarmak. Falana yapılıyor. Aaa o serbest. Filana yapılıyor, aaa o tutuklandı. Yok böyle bir şey. Bunu yargı yapıyor sonuçta. Bir karar veriyor. Diyor ki böyle böyle diyor. Takdir ediyor. Sonra yargının içinde itiraz mekanizmaları var. Diyelim o karardan savcı doğru görmüyorsa ona itiraz ediyor. Daha sonra diğer yer, bu kararı değerlendiriyor. O da bir karar veriyor. Sonuçta bir karar verildi. Hepimiz o karara uyacağız. Birini himaye etti veya himaye etmedi şeklinde mahkeme kararları değerlendirilemez. Bu ideolojik ayrışmaların ortaya çıkmasından kaynaklanıyor. Her şeye ideolojik bakıyor. O diyor ki efendim bu bize yapıldığı için yargı onu koruyor. Öbürü de diyor ki bu bize yapıldığı için yargı onu koruyor. İkisi de farklı farklı insanlar. Yargı kimseyi korumaz. Birisi suç işlediği zaman yargının önüne geldiğinde yargı kanunu uygular.
TUTUKLU GAZETECİLER
Türkiye cezaevlerinde gazetecilik mesleğini icra eden kişiler var. Tutuklu var, hükümlü var bunlar arasında. Ama kamuoyunda şöyle bir algı oluşturulmaya çalışılıyor. İşte gazetecilik yaptığı için kişiler tutuklandı veya hapis cezası aldı. Ama bizim mevzuatımızda gazetecilik yapmak suç değil. Gazetecilik yaptı diye bir kişiye suç isnadı yapılamaz. Bir kişi tutuklanamaz. Ne yapılıyor baktığınız zaman şeyde. Bir suç varsa buna dair soruşturma yapılıyor. İşte geçen AGİT’ten bir heyet geldi. Biz bu konuları da konuştuk. Aldık elimizdeki şeyleri de bilgileri de kendilerine verdik, paylaştık. Diyelim ki mesleği gazeteci. Bakıyorsun bir karakolu basma hadisesi var. Bazısına bakıyorsun uyuşturucu var. Bazısına bakıyorsun silah var, bazısında başka şeyler var. Bazısında terör örgütü üyeliği var. Bazısında terör örgütünün propagandası var. Herkesle ilişkin farklı farklı isnatlar var, iddialar var. Bunlara dair soruşturmalar var. Ve bunlarla ilgili alınmış kararlar var, yapılan yargılamalar var. Ama bunun üzerinden ne yapılıyor? Efendim diyor ki muhalefet yaptı da o yüzden yapıldı. İşte sayın cumhurbaşkanımıza dönük 299. madde var. Hakaretleri düzenliyor. Ve bu maddeyle ilgili izinleri de Adalet Bakanlığı veriyor. Bana geliyor. Yani Türkiye’de ne kadar varsa ben hepsini görüyorum. Emin olun ben okumaya şey dayanamıyorum. O kadar ağır küfürler yapıyorlar ki bunu planlı bir şekilde yapıyorlar. Sayın cumhurbaşkanımızı itibarsızlaştırmak için yapıyorlar. İşte çoğaltalım bunlar olsun sonra da kalkalım ne kadar aleyhine konuşan varsa onlarla ilgili işlem yapılıyor densin diye bir örgütlü çalışma da var. Bir yandan tahrik ediyorlar, teşvik ediyorlar. Gelenlere baktığımızda şimdi kişiler size sinkaflı küfür ediyor. Eşinize ediyor. Çocuklarınıza ediyor. Ölmüş annenize ediyor. Ölmüş babanıza ediyor. O zaman da kanun diyor ki bu suç. Bunun da bir cezası var diyor. Şimdi benim yerime Adalet Bakanı, bugün bu konuları eleştiren kim olursa olsun gelsin otursun, ben bunlara izin vermem desin, buyursun vermesin. Siz oturun, Hande hanım otursun benim makamımda gözünüzü kapatıp hepsine imzayı siz de basarsınız. Bizim toplumumuzda insanların annesine, ölmüş annesine, ölmüş babasına, eşine çok net, tartışmaya yer bırakmayacak şekilde, çok açık açık galiz küfürler yapmayı hoş görür mü? Bu bir düşünce açıklaması mı? Şimdi diyelim ki birisi tutuklanıyor. Bugün gazetelerde var işte. Sayın Kılıçdaroğlu da konuşuyor işte diyor ki falan kişi diyor, şöyle yaptı diyor. Bakıyorsun başka bir şey konuştuğu gibi değil. Ne yapıyor, onu alıyor. Çarpıtıyor. Yani birisi başka bir suç işliyor. O suçtan dolayı soruşturmaya tabi tutuluyor. Ama kamuoyuna onun takdimi başka bir yerden yapılıyor, onun için de burada çok büyük bir çarpıtma var. Bakın AK Parti hükümetlerinin aleyhine konuşulduğu kadar, yazıldığı kadar bugüne kadar hiçbir hükümetin aleyhinde konuşulmadı. Bugün öyle gazeteler var ki manşetten en ağır yani hakaretleri yapmadan çıkmayan gazeteler var Türkiye’de. Her gün yapıyor. Ben şimdi isim vermeyeceğim. Sayın Cumhurbaşkanımıza, hükümetimize en ağır şeyleri yazmadan bazı gazeteler var. İlk sayfa düzenlemesi yapmıyorlar. Her taraf. Bakıyorsunuz o yapıyor, bu yapıyor, hepsi yapıyor. Bizim eleştirilerin hiçbirisine bugüne kadar eleştirdi diye, eleştiri yaptı diye bir şey dediğimiz hiç olmadı. Yok öyle bir şey. Şikayetçi de olmayız. Benimle ilgili yapılıyor, başkalarıyla bir şey yapılıyor. Ama biriyle ilgili bir suç isnadı olduğunda onunla ilgili işlem yapılır, hukuk devletinin bu gereğidir. Yani küfür etmek düşünceyse benim ona hiçbir o zaman siz insanların annesine, babasına, eşine, şahsına küfür etmeyi ifade hürriyeti olarak görüyorsanız o zaman bir şey demem. O zaman bizim ceza kanununu değiştirmemiz lazım. Yani bunu suç olmaktan çıkarmamız lazım. Ama bizim ceza kanunumuz diyor ki bu suçtur diyor. Buna da bir ceza tayin etmiş. Bununla ilgili. İnsanlar düşüncesini küfür etmeden, hakaret etmeden pekala açıklayabilir. Veya açıklıyorlar. Bunların hiçbiri takibe uğramıyor. Eleştirilerin en çok şok edicisini, en ağırını, en kabul edilmezini yapıyorlar. Kimse onlara bu eleştiriyi niye yapıyorsun demiyor. Ben şahsıma dönük çok ağır eleştiriler yapana bakıyorum bir şey söylüyor bu adam benim hoşuma gitmeyen bir şey söylüyor ama bu doğru mu diye hemen ben onu araştırıyorum. Ben her sabah gazetelerde, basın danışmalarımızla bütün medyada çıkan her şeyi takip ediyorum yakından. Hem şahsımızla hem hükümetimizle ilgili ne var ne yok hepsini araştırttırıyorum. Doğru mudur, eğri midir nedir diye bu işin esası? Hepsine bakıyorum. Ona göre, diyelim bir eleştirilen konu var. Hemen doğruysa, belki basına yansıtmıyoruz ama hemen biz ona müdahale ediyoruz. Ben de teşekkür ediyorum. Eleştiri yaptığı için.
Mesleği gazeteci. Onu biliyorum da ama isnat edilen suç ayrı bir suç. Türkiye’de Can Dündar yargılandı. Tutuklu yargılandı. Daha sonra da bir hapis cezası aldı, tahliye oldu. Sonra da Almanya’ya gitti. Almanya’da yaşıyor. Ne yapıyor orada? Türkiye’nin aleyhine ne kadar iş varsa onları yapmaya devam ediyor. Almanya’nın Cumhurbaşkanı Saray’da ağırladı. Niçin ağırladı? Hepimiz elimizi vicdanımıza koyacağız yani. İnsanlık için çok iyi bir iş yaptığı için mi ağırladı? Adalet Bakanlı’nda bir yerde şey verdiler, resepsiyonda mı bir yerde konuşma verdiler zannedersem. Veya Almanya’nın lehine mi bir şey yaptı. Türkiye’de yaptıkları nedeniyle orada ne yapıyor? İltifat görüyor. Şimdi baktığımızda ben diyorum ki o gelenlerle oturup konuştuğumuzda ben AGİT’in verdiği 23 kişi var 2015'te verilen şeyde bunlardan bir kısmı tahliye olmuş, bir kısmı tutuklu geri kalan hükümlü. Onların hangi suçlardan ceza aldığını koydum ben önlerine. Yazıyor orada. Yargıtay’dan geçmiş, kesinleşmiş şu anda içeride. Yani karakol bombalamaktan ceza alan kişi var. İşte başkası işte başka suçlardan ceza. Ben bütün hepsine tek tek burada girmek istemiyorum. Herkes karakolu bombaladı falan da demek istemiyorum. Ama örgüt üyeliğinden, örgüt propagandası yapmaktan, gizli bilgileri açıklamaktan, özel hayata müdahaleden başka başka isnat edilen suçlardan ve adam öldürmekten de içeride yatan var. Uyuşturucudan da yatan var.
Dağa terörist götürürken suç üstü yakalanıp içerde yatan var. Yani onun için burada baktığınızda salt gazetecilik yaptı diye suçlanan da kimse yok. Tutuklanmış da kimse yok. İçerde hüküm giymiş de kimse yok. Ama bu mesleği yaparken işledikleri başka suçlar var. Bunlara dair iddialar var. Bu iddialar üzerinden yürüyen soruşturmalar var. Yargılamalar var. Bunların hiçbirisi muhalifleri susturmak veya başka bir şey yapmakla ilgili olarak değerlendirilemez. Şu anda Türkiye’de yayınlanan gazeteleri alın koyun. Yani eleştiriye baktığınızda ben her zaman söylüyorum. Bir sürü gazete var. Alın bakalım şöyle yan yana koyun. Eleştiriye dönük işlem yapılmış olsa, bu eleştiriler olur mu? Yok öyle bir şey. Bunların tamamı algı operasyonu. AK Parti kendilerine muhalif olanlara karşı şunlar yapılıyor. Ben şimdi AK Parti kurulduğu günden beri bazı çevrelerin bu tür iddiaları var. İşte yaşam tarzına müdahale ediliyor. İşte efendim muhalif olan herkes susturuluyor. Şu yapılıyor, bu yapılıyor. Allah aşkına biz 15 yıldır yaklaşık iktidarız. Kimin yaşam tarzına kim müdahale etmiş de AK Parti onun korumuş. Bir tane örnek gösteremez kimse. Yani kendini bilmez biri diyelim çıktı bir şey yaptı. Onun üzerine önce biz gideriz. Ve 15 senedir iktidarda olan bir parti için, bir hükümet için bu söylenebilir mi? Ama bunu bazıları inanarak söylüyor. Yaşam tarzına müdahale edildi. Efendim şöyle oldu, böyle oldu. Kimin hangi hayat tercihini yaptığı konusunda ilgilenen bir hükümet yetkilisi var? Bir başbakan var? Böyle bir şey var mı? Yok böyle bir şey. Kim nereye gidiyor, nasıl eğleniyor, kim nasıl yaşıyor, ne içiyor, ne giyiyor? Bizim böyle bir derdimiz yok. Bizim derdimiz herkes istediğini yesin, istediğini içsin, istediğini giysin. Sağlık ve güvenlik içinde bunu yapsın. Bunları yapacak imkanları olsun. Devlet olarak biz bunun altyapısını sağlayalım. İşte sayın Cumhurbaşkanımız çocuk tavsiyesinde bulunuyor. Bunu herkes bizim kaç çocuğumuza yapacağımıza karışıyor. Yalan söylüyorlar. Cumhurbaşkanımız niye söylüyor? Türkiye’nin nüfus artışını biz görüyoruz devleti yönetenler olarak. Trend belli. 10 sene sonra nerede olacağımız belli. Biz bu trendle gidersek belli 2040’tan sonra Türkiye’de nüfus çok yaşlanıyor. Geri kalan genç nüfus da bu yaşı nüfusu ihtiyaçlarını giderecek bir noktaya gelmiyor. Bakacak, güvenliği var. Devletin kamu hizmetleri var. Bir sürü iş var. Dünya dengeleri değişiyor. O zaman sen görüyorsun. Nüfusun her gün aşağı doğru gidiyor. Ne yapacağız biz. Nüfusumuz aşağı doğru gidiyor. Bu coğrafyada biç güçlü bir devlet olarak var olmamız lazım. Büyük bir millet olarak var olmamız lazım. Siz devlet yönetme sorumluluğunu almışsınız. Ve 2040’a, 2050’ye geldiğinde bu trend böyle gittiği zaman bizim karşılaşacağımız sorunu görüyorsunuz. O zaman vatandaşınıza tavsiyede bulunmazsınız. Devletimiz için, milletimiz için, torunlarımızın yaşayacağı Türkiye için bunun bir ideolojik tutumla, tavırla bir alakası yok. Ama ne yapıyor, oradan alıyor, sanki herkesi zorluyormuş gibi. Tavsiyede bulunuyor. Sen ister yaparsın, ister yapmazsın. Bir devleti yöneten başbakan, cumhurbaşkanı, meclis başkanı ülkesinin menfaati için, milletinin menfaati için, milletine tavsiyede bulunamaz mı? Ama ne yapıyor? Türkiye’nin geleceği için son derece hayati öneme sahip bir konuyu bile utanmadan alıp başka bir yere götürüp koyuyorlar. Böyle bir şey olmaz. Bunların hepsi bizim yaptığımız işlerin hepsi bu milletin daha iyi bir şekilde yaşaması, iyiliği için, devletimizin iyiliği içindir. Biz o çerçevede bunları görüyoruz. Ve bugüne kadar kimsenin yaşam tarzına kimsenin fikirlerine, kimsenin başka farklılıklarına bizim dönemimizde bir müdahale olmamıştır. Ama algı operasyonları sürekli yapılıyor. Ramazan ayları gelince bakıyorsunuz bazı televizyonlar, gazeteler, hemen hazır haberleri nasıl servis yapıyor. Şimdi mesela referandum süreci geliyor. Referanduma ilişkin gene başladı aynı şeyler. Hemen referanduma kadar işte hayır dedi de başına şu geldi, şu oldu, bu oldu. Bu tür asparagas haberleri televizyonlarda, gazetelerde, internet medyasında ve siyasilerin ağzında çok sakız yapılacağını görüyorum ve örneklerini de görünce yani ürperiyorum yani. O tamamen vatandaşı etkilemeye dönük manipüle etmeye dönük haberler. Ben diyorum ki vatandaşımıza şunu söylüyorum. Birisi size sizin yaşam tarzınıza müdahale ediliyor. Şunu yapıyor deyince ben de bu ülkede yaşıyorum. Ben sosyal demokrat biriyim veya muhafazakar biriyim. Veya milliyetçi biriyim. Veya liberal biriyim. Nerede kendimi konumlandırıyorsam. Kendi hayatıma bakmam lazım. Bana bir müdahale bugüne kadar oldu mu? Kim yaptı? Başkalarının iddiasına gerek yok. Ben diyelim. A dünya görüşünü benimsiyorum. Benim hayatımda şimdiye kadar bu hükümet hangi müdahaleyi, olumsuz müdahaleyi yaptı. Veya benim akrabalarım var. Benim komşularım var. Benim ortaklarım var. Aynı yerde çalıştıklarım var. Onların başına ne geldi? Ne oldu? Yok böyle bir örnek. Ama ne yapılıyor? Sürekli köpürtülüyor. Sürekli yapılıyor. Yani 15 senedir bu yapılıyor. Bu tamamıyla önyargıların ve ideolojik yaklaşımların ürünüdür. Ama artık Türkiye’de bu önyargılara prim veren bir büyük insan çoğunluğu yok. Türk toplumunun büyük bir kesimi önyargıların dışında Türkiye’ye bakıyorlar. Türkiye hükümetine bakıyorlar. Türkiye’nin meclisine bakıyorlar. Türkiye’de olup bitenlere bakıyorlar. Önyargılar üzerinden kim Türkiye’de mesafe almak istiyorsa yaptıklarından sadece ona yorgunluk kalır. Netice alamaz.
TÜRKİYE BÜYÜK BİR REFORMUN EŞİĞİNDE
Sayın Çelik Meclis’te hatırlarsınız Anayasa oylamaları sırasında CHP Grup Başkanvekili sayın Gök ile bizim bir fotoğrafımız yansıdı kamuoyuna. Ve sayın Gök’ü neredeyse linç ediyorlardı. Biz arkadaşız. Siyasi görüşlerimiz farklı olabilir. Biz birbirimizle mücadele yapabiliriz. Ama sonuçta insanız ve oturup beraber çay içeriz, konuşuruz yani bu yadırganacak bir şey değil. Ama bazı kişiler var. Yani CHP’li biriyle, AK Partili biri yan yana gelip el sıkışırsa gülerse efendim kıyamet kopuyor. Orada Midhat Sancar vardı. O geldi. Bir şeyler söyledi. Orada ikimizin de gülmesini gerektirecek bir şeydi. Gülünecek bir şey yapıldığında, bir fıkra anlatıldığında gülmüyor mu insanlar, biz de güldük. Onun arkasından neler söylendi? Şimdi ben diyorum ki biz mahallenin baskılarıyla ideolojilerin dayatmalarıyla önyargılarla birbirimize bakarsak doğru bir şeyi görme şansımız yok. Şimdi birisi bana sövüyor. İnternetten, sosyal medyadan, şuradan buradan yapıyor. Ya diyorum ki ben kendi kendime sen Bekir Bozdağ ile hiç yan yana geldin mi? Yok. Herhangi bir konuda müzakere yaptın mı? Yok. Ortaklığın var mı? Arkadaşlığın var mı? Tanıyor musun nedir özelliği? Yok hiç bilmiyor adam hayatında hiç görmemiş. Ama adam benim hakkımda öyle kanaatlere sahip ki yani beni yetiştiren rahmetli annem bile beni o kadar kanaat sahibi değildir. İyi anlamda. Onlar kötü kanaatteler. İyi anlamda bile mümkün değil. Ama nasıl bir önyargı şeyi var. Sonra bir araya geldiğimizde bazen oluyor. Avukatlığım döneminde de şey yapan, farklı görüşten arkadaşlarla konuşunca ya işte bizimle ilişkiler kurunca bu sefer diyor ki ya tamam sen çok iyisin ama keşke herkes senin gibi olsa. Ya diyorum en kötüsü benim bizimkilerin.
Herkes benim gibi olsa diyor, en kötüsü benim. Ama şimdi. Adam konumlandırmış bizi kötü yere, tamam mı? Bağnaz bir yere, yanlış bir yere konumlandırmış. Tamam mı? Oradan beni çıkarmıyor. Sonra tanışınca, görüşünce bakıyor. Konumlandırdığım adam değil bu. Sonra ifade ediyor bana. Yüzüme itiraf ediyor. Ben senin hakkında böyle düşünüyordum ama falan. Ben de diyorum ki bizimkilerin en kötüsü benim. Öbürleri benden daha iyi deyince o da o zaman şaşırıyor. Öbürleri bu sefer beni iyilerken onları kötülüyor. Keşke hepsi senin gibi olsa diyor. Ben diyorum ki biz birbirimizi tanımadan birbirimizle konuşmadan birbirimizle tartışmadan birbirimizin artılarını eksilerini bilmeden birbirimizin aleyhinde konuşmaktan vazgeçebilsek o zaman Türkiye daha iyi olur. Ama yok Türkiye şu anda ideolojik kavgalar var. Bakın şu evet hayır tartışmaları. Şimdi oraya baktığınızda burada şeyler var. Şimdi evet diyenler, hayır diyenler. Böyle bir şey oluyor. Şimdi evet dedi diye adamın başına bir şey geliyor, şeyinde. Birisi başka bir şey, hayır dedi diye onunla ilgili başka bir şey başına geliyor. Ya elleme bırak. Adam ne diyorsa desin. Sana ne. Yani ben evet diyorum seni ne ilgilendiriyor? Sen hayır diyorsun. O beni ilgilendiriyor.
Bunlar niye yanlış olsun. Evetçiler dediğinde. Niye gerginlik olsun? Ben şimdi Türkiye büyük bir reform yapıyor. Ben bu reforma inanıyorsam evet demek ayıp mı? Utanılacak bir iş mi? Ben diyorum ki Hande hanım evet diyorum sen de var mısın, diye sordum. Siz varsanız diyeceksiniz ki evet varım, yoksa cevap vermezsiniz. Sizi zorlayan bir şey mi var mı? İnanıyorsanız evet. Öbürü de der ki ben hayır diyorum. Sen var mısın de. Onu de. Bakın niye olsun işte. Ben diyorum ki bu sanatçılarımızın ideolojik alt yapılarından kaynaklanıyor. İdeolojik bakıyor. Halbuki bir sanatçı topluma ideolojik bakamaz, bakmaması lazım. Milletin sanatçısı, herkesi öyle görmesi lazım. Ben Müjdat Gezen gibi dünyaya bakmıyorum. Bakmak zorunda da değilim. O da benim gibi bakmak zorunda değil. Ama bana saygı duymak zorunda. Ben de ona saygı duymak zorundayım. İşin esası bu. Ama yok, birisi bir sanatçı evet diyorsa saygındır. Niye ben ona şey yapayım. Rıdvan Dilmen onu dedi, adamı linç ettiler. Öbürü başka bir şey diyor, onu. Bizim burada itiraz etmemiz gereken, niye sen evet dedin değil. Evet diyene sen niye bunu diyorsun diye onu eleştiren kişinin karşısında durmamız lazım. Tam tersi de aynı için. Şimdi adama sen bunu niye dedin diyenin karşısında da biz duracağız. Ama ben şimdi propaganda yapıyorum, bir referanduma gidiyorum. Benim bir kanaatim var. Evet diyorum. Doğru olduğunu söylüyorum. Hayır diyenin de yanlış olduğunu söylüyorum. O zaman ben onları eleştireceğim o benim hakkım. O da beni eleştirmesi benim hakkım. Niçin ben evet diyorum, neden hayır demek yanlıştır. Bu neden gerginlik olsun. Ben onu diyorum. Bu demokratik bir ortamda herkesin yapması gereken yapması gereken bir şeydir. Ben niye ondan rahatsız olayım. O niye benden rahatsız olsun. Bunların olmaması lazım. Ben şimdi bakıyorum. Adam diyor ki çok demokratik bir adam ama ondan sonra diyor ki baskı yapılıyor şuna. Birisi evet dedi diye vay bu niye evet dedi diye demediğini bırakmıyor. Güya özgür geçiniyor, liberal geçiniyor. Evet diyene de saydırıyor, saydırıyor, saydırıyor, yerin dibine sokuyor. Kusura bakmasın. Sen özgür falan değilsin, liberal falan hiç değilsin. Şeyin altındasın. Bir ideolojinin bir fikri önyargının altındasın. O ideolojinin dışında, o önyargılara teslim olmayan biri çıkınca rahatsız oluyor. Şimdi ben diyorum ki Türkiye artık bu kalıpları aştı. Ama bazı nesli azalan kesim hala Türkiye’nin bu kalıpları yıktığının farkında değil. Artık Türkiye geçti. Ben diyorum ki kim ideolojik önyargılarla hareket ediyorsa onlar sadece kendilerini yorar. Türk milleti bu kalıpları yıktı. Ve bu referandumda da onu göreceğiz. Bundan sonraki seçimlerde de onu göreceğiz. Onun için ideolojik kaygılarla veya önyargılarla değil, biz toplumun ortak iyiliği için, ortak yararı için, ortak olan güzellikler için hareket etmeliyiz.
REFERANDUM TAHMİNİ
Şimdi bir oran vermeyeceğim. Çünkü ben hiçbir seçimde ve halk oylamasında oran vermedim. Kendime dair bir fikrim var. Ama bunu kamuoyuyla paylaşmayı doğru görmüyorum. Onu ben yazdım bazı arkadaşlarıma da verdim. İddiaya girmedim. Hayatta iddiaya girmem hiçbir konuda. Ben doğru görmüyorum. İddiayla, böyle büyük bir reformu iddia konusu yapmak hiç doğru değil. Ama benim gördüğüm şey şu. Halkımız bu büyük reforma evet diyecek büyük bir çoğunluğu evet diyecek. Büyük bir çoğunluk, hiç şüphe yok. Yok ben bıçak sırtı bir durum görmüyorum. Büyük bir çoğunluğu evet diyecek. Ama bunun oranı nedir, onu söyleyemem. Oran vermek halkın iradesine sınır koymak olur. Yani ben verdiğim oran üstünde de halkımız oy verebilir. Ben kendi tahminimi o açıdan kendime saklıyorum. Ama kamuoyunda hayır propagandasını yapan çevreler işte, hayırlar önde, diğer çevreler evet önde. Onu herkes kendi cenahından söylüyor. Ama işin realitesi çok açık. Bakın diyorum. Yaptırdığımız anketler de var. Onu da görüyoruz. Bazı anket firmaları var, bu arada yakın birbirine göstererek biraz müşteri kızıştırıyorlar bana göre onlar da işin renginin ne olduğunu çok iyi biliyorlar. Ama işte şöyle böyle diye. Fakat tabi anket firmaları da en son çalışırken kendine oynuyor. Sona yaklaşırken. Çünkü onun için de sonuç bir itibar vesilesi oluyor. Biz her seçimde baktığımızda bu işi doğru yapanlar, seçimi sonuçta doğruluyorlar. Yani o açıdan ben evet konusunda herhangi bir sorun olmadığını düşünüyorum. En son sayın cumhurbaşkanımızın Malatya, Elazığ, Antep, Maraş ve Adıyaman, işte Aksaray, Mersin’de katıldığı toplantılar oldu. Ve o toplantıları biz de takip ettik. Siz de eminim ki takip ettiniz. Ve mukayeselerini de herkes yapıyor. Bundan önceki bütün toplantılardan daha büyük bir katılım var. Ve halkın bu konudaki kafası çok net. Ben kararsızların öyle çok olduğuna da inanmıyorum. Ben kararsızların fazla yüksek olduğunu düşünmüyorum. Vatandaş her seçimde seçim süreci başladığında bir kararı var. Çok az bir grup var karar vermeyen. Onlar da süreç içerisinde kararını oluşturuyor. Halk oylamasında da öyle. Yani bir noktada da konumlanıyor. Onu tartışmaları dinliyor. Kendi açısından bakıyor, bir karar veriyor. Şimdi bu halk oylamasında da evet diyenlerle, hayır diyenler büyük oranda belli. Yani o arada kalan kararsız kalanlar eveti yüzde 56’nın altına düşürecek bir oran değil.
Hayırı yüzde 50’nin üzerine taşıyacak bir oran hiç değil. Bu çok net bir şekilde ortada, bunu şeyde de göreceğiz zaten, referandumda da. Ben halkın, halkımızın siyasetçilerden daha çok olup biteni yakından takip ettiğini görüyorum. Yani emin olun bizden daha akıllı insanlar. Ve olup bitenleri daha objektif değerlendiriyorlar. Siyasilerin baktığı gibi bakmıyorlar. Ben onun için de vatandaşa sorduğum, ne olacak diye sorduğum hiçbir konuda yanılmadım. Çünkü onların dediği hep oluyor. Ben bu seçimlerde de soruyorum. Her zaman. Ne olur diye. Böyle kanaatlerini almak istediğim kişilere. Söylüyorlar. Sonra bir bakıyorum. Dedikleri hep çıkıyor. Şimdi gene aynı soruyorum. Ne oluyor bu işte soruyorum. Gene aynı, evet olur diyorlar. Burada ben bir sorun görmüyorum. Ama seçime kadar biraz evet diyenler farklı bir üslupla konuşuyor. Yani onu önde gösteriyor. Hayır diyen onu önde gösteriyor. Ama benimki çok net şekilde. Ben inanarak söylüyorum. Yani birine propaganda yapmak için falan da söylemiyorum.
YARGI İLE İLGİLİ DEĞİŞKLİKLER
Şimdi yargıyla ilgili sadece bu olmuyor, bu değişiklik içerisinde. Bildiğiniz gibi bir yargının tarafsızlığı ilk defa Anayasal bir güvenceye kavuştu. Bu büyük bir reform. İki Türkiye’de iki ayrı yargı var bugün. Askerlerin yargısı ayrı, sivillerin yargısı ayrı. Askerlere uygulanan hukuk ayrı. Sivillere uygulanan hukuk ayrı. Askerlerin temyizine bakan yüksek mahkeme ayrı. Sivillerinkine bakan ayrı. Şimdi biz bir hukuk devletiyiz. Hukuk devletinde asker ayrı mahkemede, sivil ayrı mahkemede askere ayrı hukuk, sivile ayrı hukuk olur mu? Sadece Türkiye’de çift başlı yürütme yok. Çifte yargı var. Şimdi hukuk devletiyle bu bağdaşmaz. Bir defa bu reformda o hukuk devletiyle bağdaşmayan utançtan da Türkiye’nin Anayasası kurtarılıyor. Yargı birliği ve hukuk birliği sağlanıyor bu açıdan. Bu da büyük bir reform. Ve hukuk devletini tahkim ediyor. İki, üçüncüsü Cumhurbaşkanı tek başına yaptığı işlemlere karşı bugün yargı yolu kapalı. Ne kadardır bilemeyiz. Şimdi tamamına yargı yolu açılıyor. Cumhurbaşkanı resen imzaladığı emir ve kararlara karşı da bugün yargı yolu kapalı. Bunların da tamamına yargı yolu açılıyor. Bu da ne yapıyor? Hukuk devletini güçlendiren bir başka şey. Öte yandan bugün Cumhurbaşkanının siyasi sorumluluğu yok. Cezai sorumluluğu da yok. Sadece vatana ihanetle suçlandırılabiliyor. Onun suçlandırması da çok zor. Şimdi ne yapılıyor? Cumhurbaşkanının işlediği iddia edilen bütün suçlardan suçlandırılması getiriliyor. Ve yüce divana sevki şu anda 550 vekilken 413 kişiyle olurken, yeni sistemde 600 vekille 400 kişiyle oluyor. Yani daha da kolaylaştırılıyor. Bu da hukuk devletini güçlendiriyor. Yargıtayla ilgili bir değişiklik yok paketin içinde. Danıştayla ilgili bir değişiklik yok bu paketin içinde. Anayasa mahkemesiyle ilgili de doğrudan bir değişiklik yok. Sadece Askeri Yargıtayla, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırıldığı için ne yapılıyor? Oradaki iki üye artık Anayasa mahkemesine seçilemeyeceği için 17 olan üye sayısı 15’e indiriliyor. Burada Cumhurbaşkanının üye seçmesine ilişkin bir değişiklik yok. Şu anda Danıştay’a üye seçmesine ilişkin bir değişiklik yok. Şimdi muhalefet alıyor, konuşuyor. Şunu Cumhurbaşkanı seçecek, şunu şu yapacak. Ya kardeşim bu dediğin işleri zaten Cumhurbaşkanı şu anda yapıyor. Parlamenter sistemde yaptığında yargı bağımsızlığını kaybetmiyor. Hukuk devleti ortadan kalkmıyor. Ama Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçince mi kalkıyor? Şu anda Cumhurbaşkanımızın Anayasa Mahkemesi’ne üye seçme konusundaki yetkisinde bir değişiklik var mı? Yok. Dün nasılsa aynı. Dün bu sistem yargı bağımsızlığı, hukuk, bu usül yargı bağımsızlığı hukuk devleti için doğru bir usülse bugün niye yanlış bir usül oluyor? Olmuyor. Orada da doğru olan şey, orada da şey işin esası büyük bir çarpıtma var. Doğru olanı çarpıtıyorlar. Farklı anlam. Sanki Anayasa Mahkemesi’ne üye seçim usulü değiştiriliyor. Anayasa’da olmayacak şekilde şu kadar şeyi Cumhurbaşkanı’na veriyoruz. Yok öyle bir şey. Bunu söyleyenler yalanın alasını söylüyor. Yok öyle bir şey. Gelelim HSYK’ya. HSYK’nın 22 üyesi var. Bu üye sayısı 13’e iniyor. Üç dairesi var. Bu daire sayısı 2’ye iniyor. Ve Cumhurbaşkanı 4 üye seçiyor HSYK’ya. Mevcut durumda kaç üye seçiyordu. Gene 4 üye seçiyordu. Cumhurbaşkanının seçtiği üye sayısında bir artış yok. Bakan, müsteşar gene kurulun tabii üyesiydi. Orada da bir değişiklik yok. Değişiklik nerede? Meclisin üye seçmesinde. Meclis bugüne kadar Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na üye seçmiyordu. Yani bu bir ayıptır. Milletin Meclisi Cumhurbaşkanını seçiyor, içinden hükümet de çıkarabiliyor. Meclis Başkanı’nı da seçiyor, Başbakan da çıkarıyor. Ama HSYK’ya üye seçemiyor. Yani bu geçmiş dönemde de çok tartışıldı. Halbuki HSYK’nın demokratik meşrutiyetini sağlamak için buradan Meclis’in de buraya üye seçmesinin doğru olduğunu herkes söylüyor. Şimdi yapılan şey nedir? Burada Meclis üye seçecek. İlk defa oluyor. Şimdi Yargıtay seçerse doğru yapar. Bürokratlar seçerse doğru yapar ama siyaset seçerse yanlış yapar mantığı bu siyasete güvenmemektir. Kendimize haksızlık yapmaktır. Şimdi CHP’nin yaklaşımı maalesef bu. Aman siyaset seçmesin. Ya şimdi Cumhurbaşkanı kim? Cumhurbaşkanı milletin oyuyla seçilen birisi. Millet yüzde 50.01 oranında oy veren kişi Cumhurbaşkanı oluyor. Bu milletin yüzde 51’i yaklaşık en az oy vermesi gerekiyor. Şimdi milletten yetki alıyor Cumhurbaşkanı ve o yetki çerçevesinde millet adına oraya o seçimi yapıyor. Şimdi Meclis kim, Meclisi de millet seçiyor. Bütün kullandığı yetkileri, Meclis millete vekaleten kullanıyor. Dolayısıyla onun seçimi de millet seçimidir. Bunun anlamı şu, HSYK’ya üyeleri milletin temsilcileri seçecek. Dolayısıyla millet seçecektir. Niye bundan çekiniyoruz. Peki usül nedir? Hesaba bakalım. Diyor ki şimdi yasa, üçte iki çoğunluk. Sağlanamadı beşte üç çoğunluk. Sağlanamadı kurayla belirlenecek. Yani bu çoğunlukları sağlamak o kadar kolay değil. Yani 600 milletvekilinin olduğu yerde, beşte üç çoğunluk yanılmıyorsam 360. 360’ı bir partinin elde etmesi o kadar kolay bir iş değil. Yani şu anda da öyle bir iş yok. Yani bu büyük bir rakam. Bu neyi getirecek, uzlaşmayı getirecek parlamentoda. Partiler tek başına bir parti bunu yapamayacağı için bir uzlaşma arayışı olacaktır. Yani şimdiye kadar da böyle bir çoğunluğu 400 milletvekilinin olduğu yerde alma imkanı yok. Parlamento farz et ki bir parti o çoğunluğu aldı. Yani millet ona... Bakın bakın, cephe değil. Bakın. Hande Hanım, şu anda parlamentodan millet Anayasa’yı değiştirecek bir çoğunluğu bir partiye verdi. Anayasayı değiştirmeyecek mi? Anayasa
diyor ki 367’yi bulan Anayasa’yı değiştirir diyor. Vatandaşımız tek başına bir partiye bu çoğunluğu verebilir mi? Verdi. Verdiği zaman her şeyi değiştirebilir mi? Değiştirebilir. Vatandaş bir yetki veriyor. Diyor ki bunu ben üç partiye de bölerim, dört partiye de bölerim, beş partiye de bölerim. Bir partiye veririm. Şimdi orada hakim olan irade milletin iradesi. Bu bir partiye geçmesi sonucunu doğurmaz. Ben bakın bundan parlamentoda bir partinin seçimler eş zamanlı yapsa bile bugünkü elde ettiği çoğunluğu elde etme ihtimalini zayıf görüyorum. Neden? Çok önemli bir şey.
Yok seçim sistemi. Uyum yasaları çıkacak, yapılacak. Ama hükümet sistemi siyasi partiler kanununu değiştirmeyi zorunlu kılmıyor. Yani mevcut hükümet sistemi sadece hükümetin nasıl olacağını düzenliyor. Ben şunu söyleyeyim. Siyasi partiler kanunuyla seçim kanunları Anayasa gibidir. Bugüne kadar hep uzlaşmayla çıktı. Bundan sonra da öyle çıkar.
CHP ‘NİN HAYIR PROPAGANDASI
Böyle bir şey söz konusu değil. Sayın Halaçoğlu bir propaganda yapıyor. Bu da bu propagandanın bir parçası. 16 Nisan’da milletimiz sandığa gidecek ve kararını söyleyecek. Hepimiz de o karara saygı duyacağız. Bunların tamamı şey, CHP’nin Anayasa Mahkemesi’ne gitmekten vazgeçmesi de bir başka propaganda. Hayırlar çok da biz o yüzden gidiyoruz, sandıkta bu işi bitireceğiz psikolojisini vermek için yapılmış bir iştir. Samimi bir yaklaşım değil. Çok net bir taktik hamle. Gördük değil. Kendisi de söyleyeceğiz zaten. Gideceğiz böyle yapacağız diyor. Anayasa Mahkemesi bu talebi reddedecek. Çok açık. Bunun böyle olduğunu bilmek için Anayasa Mahkemesi üyesi olmaya gerek yok. Hem bu reddin doğuracağı şeyi ortadan kaldırmak hem de böyle bir algıyı yaratmak. Şimdi bunu Halaçoğlu böyle söylüyor. Yarın başkaları da başka şeyler söyleyecektir. Bunlar propaganda amaçlı yapılan algı operasyonlarıdır. Bilerek bu tür operasyonları daha çok yapacaklar. Ama operasyonlarla bu sürecin olumsuz etkileneceğini düşünüyorlarsa yanılıyorlar. Çünkü bu millet Halaçoğlu’ndan çok daha akıllı.
Yani büyük bir aldatmayla karşı karşıyayız. Eğer biz bugünkü sistemden hareketle mevcut sisteme bakarsak sadece ona göre bir değerlendirme yaparsak yanlış yaparız. İkisinden birbirine bakmamız lazım. İki sistem ne öneriyor? Şu anda durumumuz ne, bu yeni sistem ne getiriyor? Beraber bakmalıyız. Bir defa kuvvetler ayrılığından bakalım. Şu anda Türkiye’de kuvvetler ayrılığı var mı? Var. Anayasamıza göre var. Peki, nasıl kuvvetler? Baktığınızda Türkiye’de tek seçim yapıyoruz, yasama seçimi yapıyoruz. Halk yürütme seçimi yapıyor mu? yapmıyor. Yürütme nereden çıkıyor? Yasamadan çıkıyor. TBMM üye tam sayısının salt çoğunluğuna sahip olmak. 276. Şimdi Genel Kurul’da, komisyonda çoğunluk iktidara göre oluşuyor. Ve iktidara rağmen ne komisyonda ne Genel Kurul’da bir konunun görüşülmesi, kabulü veya reddi mümkün değil. İktidar ne isterse o oluyor. Şu anda sistem öyle. Yürütme, hükümet meclisten çıktığı için de parlamentodaki iktidar grubu kendini yürütmenin bir parçası olarak görüyor. Şimdi AK Parti Grubu, sayın Başbakanımız Binali Bey’den ayrı hareket eder mi? Ediyor mu? Veya bundan önceki iktidarlar döneminde başbakandan iktidar grubu ayrı hareket eder mi? Etmez. Her zaman beraber hareket eder. Bir defa işin adını doğru koyalım. Şu anda uygulama itibarıyla Türkiye’de kuvvetlerin ayrılığı söz konusu değil. Yürütmenin kontrolünde bir yasama var. Hatta sevk ve idaresinde bir yasama var. Bakan oturuyor, komisyona. İktidar grubu bakana bakıyor. Genel Kurulda oturuyor, bakana bakıyor. Bakanın hayır dediği bir şeyin kabul edilme imkanı var mı? yok. E hükümet de halkın iradesinden çıkmıyor. Yasama çıkıyor halkın iradesinden, onun içerisinden çıkıyor. Peki şimdi ne oluyor? Ona baktığımızda bir defa kuvvetler birbirinden tam ayrılıyor. Ve birbirine karşı tam bağımsız hale getiriliyor. Şimdi halk ne yapıyor. Ön yasamayı ayrı seçiyor. Yürütme yetkisini kullanacak cumhurbaşkanını ayrı seçiyor. Şimdi ikisini de sandıkta halk oluşturuyor. Bir defa ayrılık tam. Yürütme yasamanın içinden çıkmıyor. Sandıktan halkın iradesinden çıkıyor. Dolayısıyla yasamanın da güvenini de dayanıyor, halkın güvenine dayanıyor. Güven oyunu da halktan alıyor. Onun için de tam ayrı bir hale geliyor. Bir defa tam ayrılığını koyduk mu? Koyduk. İkincisi, Meclis’te görüşülen kanunlara bakın. Tam kabul edilen kanunlar daha doğrusu. Yüzde 99’u neredeyse tasarıdır, yüzde 1’i tekliftir. O da hükümetin verdirdiği ya da hükümetin kabul ettiği tekliflerdir. Hükümete rağmen bir kanunlaşma hareketi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bugüne kadar hiç olmamıştır. Bu sistemde bu sonra da olmaz. Peki şimdi ne diyor bu sistem? Diyor ki hükümet kanun tasarısı veremez diyor. Kanun teklifi veremez diyor. Kanun teklifini sadece milletvekilleri verir. Cumhurbaşkanı sadece bütçeye ilişkin kanun teklifi verir.
PARTİLİ CUMHURBAŞKANI
Şimdi bu ayrılığı ifade etmek için söylüyorum. Bir defa yasamanın tam tekeli yasamaya ait oluyor. Yürütmenin buraya müdahalesini kaldırıyor. Parlamentoyu güçlendiriyor mu? Güçlendiriyor. Yani şimdi kuvvetleri birbirinden ayırıyor mu, ayırıyor. Ayırdığı için bir defa burada bir iç içelik olmayacak. Efendim Cumhurbaşkanı partili olursa ne olacak? Bakın Hande hanım, şu anda yürütmenin fiili kullanıcısı kim? Başbakan. Başbakan parti üyesi mi, parti üyesi. Peki Genel Başkan mı, genel başkan. Partisinin seçime giderken milletvekillerini tek tek başbakan belirliyor mu? Belirliyor. Kazanıyor ve gelip hükümeti kuruyor. Parlamenter sistemde yürütmenin fiili yetkisini kullanan başbakan, bakanlar kurulu, bakanlar partili oluyor, genel başkan oluyor. Milletvekillerini hep seçiyor. Bu yasamanın bağımsızlığını ortadan kaldırmıyor, yasamayı ortadan kaldırmıyor. Eğer siz cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtiğinizde cumhurbaşkanlığı partili olursa bu yasamayı ortadan kaldırır diyorsanız bu büyük bir çelişkidir. Kabul edilemez bir şey. Bugün Türkiye’de başbakan partili, bakanlar partili, milletvekilleri partili, belediye başkanları partili kıyamet koptu mu? Kopmadı. Seçildiği zaman herkesin belediye başkanı, milletvekili, başbakanı, bakanı oldular ve görevlerini orada yapıyorlar. Bakın şimdi Hande hanım, problem burada yatıyor. Çünkü parlamenter sistemin devam ettiğini dönüşüyor, bu değerlendirmeyi yapanlar. Bir defa sistem değişiyor. Parlamenter sistemde sembolik bir cumhurbaşkanı var. Bizim şimdi yetki çok ama esas kafalardaki şey öyle. Bir şeye karışmadan orada bekliyor ve herkes ondan öyle bir rol bekliyor. Bu parlamenter sistem için doğru. Ama şimdi parlamenter sistem değiştiriliyor. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiyor. Ve diyor ki yeni hükümet sisteminde yürütme yetkisi cumhurbaşkanı tarafından konur. Cumhurbaşkanı bunu kullanırken partili de olabilir. Farklı da olabilir. Yürütme yetkisini kullanır. Bugün başbakanın yaptığını cumhurbaşkanı yapacak. Ve başbakanın yaptığını başbakan yaparken, partili olması sorun çıkarmıyor da cumhurbaşkanı yaptığında niye sorun çıkarsın. Bu bir. İkincisi bugüne kadar partisiz bir cumhurbaşkanı Türkiye’nin olmamıştır. Atatürk partilidir, İnönü partilidir, Celal Bayar partilidir, Demirel partilidir, Özal partilidir, sayın Gül partilidir, sayın Cumhurbaşkanımız da bir partiden gelmiştir. Şimdi arada darbecilerden veya onların şeyiyle gelen cumhurbaşkanları var, onların da siyasi görüşleri var. Farklı farklı. Diyelim Sezer geldi. Sezer’in de bir siyasi görüşü var. Hepimiz çok iyi biliyoruz ne olduğunu. Sonuçta cumhurbaşkanlarının hepsinde bir şey var. Bu görüşleri önemli olan icraatlarına nasıl yansıyor. Ona bakmamız lazım. Şimdi hükümet olduk biz. Bölünmüş yol dedik. Türkiye’nin her tarafında eş zamanlı başladık. Üniversite dedik. Toplu konut dedik. Doğal gaz dedik. Oy veren, vermeyen diye hiç ayrım yapmadık. Bütün Türkiye’de eş zamanlı faaliyetlerde bulundu ve eserler inşa edildi her yerde. Hükümet belediyelere de parayı hükümet gönderiyor.
Hiçbir belediye çıkıp diyemez ki hükümet bizim payımızı kesti, falan yere verdi, hak ettiğimiz aldı başka yere verdi. Bu sistemde Hande Hanım bunu yapan biri gelemez. Niye gelemez? Çünkü bu sistemde birinin cumhurbaşkanı olabilmesi için toplumun 50.01’inin oyunu alması gerekiyor asgari. Şimdi CHP’li biri geleceği zaman ne yapıyor? Şu anda 26 puanı var. Üzerine 25 puan oy koyması lazım. Kimden alacak o oyu, AK Parti’den alacak, CHP’den alacak, MHP’den alacak veya HDP’den alacak. İşte buralardan alacak. O zaman CHP’nin oyu buna yetmiyorsa ne yapacak? Diğer partilerin oyunu alabilecek bir üslup, bir program bir anlayış geliştirmek zorunda. Şimdi bunu yapacak. Bakın toplumun, demin konuştuk ya uzlaşma nasıl olacak diye. Bu sistem tam onu zorluyor. Herkesi zorluyor. Ne yapacak, diyecek ki bu toplumun kabulleri, retleri, inkarları farklılıkları neyse CHP bir aday çıkaracaksa ona saygı duyan biri olacak. Toplumda öyle bilinen birisi olacak. Geldiği zaman da bütün bu farklılıklara göre hareket etmesi gerekecek. Çünkü yapmazsa, arkasından gider. Şimdi sağdan da hiçbirinin tek başına yetmiyor. AK Parti yüzde 49. Yani biz daha aşağı da düştük. Seçimler örnekleri var. Dolayısıyla bu oyların hepsi bize tapulu oy değil. Seçimden seçime değişiyor, artıyor, azalıyor. Bizim de başka partilerdeki seçmenlere ihtiyacımız var. Bu sistem cumhurbaşkanlığı adaylığına talip olan herkesin toplumun bütün farklılıklarını saygı duyan ve bunları kabul eden zenginlik addeden biri olması gerekiyor.
İktidara geldiği zaman da iktidardan önce de ayrımcılık yapmayacağına dair, topluma güvence vermesi gerekiyor. Ve geldiğinde de bunu yapma şansı yok. Çünkü yüzde 22’yle bu ülkede yürütme yetkisi kullanıldı. AK Parti yüzde 34’le geldi. Demirel yüzde 27’yle geldi. Ama yeni sistemde yüzde 51’i asgariyi bulmayanın Türkiye’yi yönetme şansı yok. Yönetmek için bu toplumun büyük bir çoğunluğunun size evet demesi, oy vermesi gerekiyor. Bu da bu yetkiyi alan kişinin bu çoğunluğun tamamının temsilcisi olduğu gibi oy vermeyenlerin de temsilcisi olarak herkesi kucaklaması gerekiyor. O nedenle farklı adayları gösteremez partiler. Hani bazen diyor ya, Tayyip Bey değil de başka biri gelirse. Bakın 2014 seçiminde biz bunu yaşadık. Şimdi ne yaptı partiler. AK Parti adayının karşısına başka bir aday getirip koydular. Ve ortak aday koydular. Neden, güçlü bir aday var. Biz onun karşısına öyle bir aday koyalım ki bütün partilerden oy alsın ve sonuçta biz burada başarılı olalım dediler. Ve herkes kendi açısından eleştirileri de göğüsleyerek başka bir adayı getirip koydu. O zaman yeni dönemde bu sistem geldiği zaman partiler bir defa toplumla kavgalı olan birisini toplumun önüne aday olarak çıkarma cesaretini gösteremez. Toplumun hepsinin sevebileceği, gönül rahatlığıyla oy verebileceği, toplumla gönül ilişkisi güçlü olan, yaptıklarıyla, eserleriyle milletle kavgalı olmayan birilerini bulacaklar. Onu aday yapacaklar. Sağdan olsun, soldan olsun, ortadan olsun kim kazanırsa Türkiye kazanacak.
Şimdi bu kendi içinde denge ve denetim sistemini de öngörüyor Anayasa değişikliği. Baktığınızda yasamayı tamamen Meclisin tekeline veriyor. Yürütmenin sevk ve idaresindeki bir yasama olmaktan çıkarıyor. Yürütmeyi de halkın doğrudan seçtiği yürütme organına veriyor. Orası kullanıyor. Şimdi kanun tasarısı yok. Bakanlar komisyona oturmayacak. Genel kurulda yok. Vekillerin gözüne bakmayacak. Vekiller kendisi yapacak. Yasama denetimi son derece önemli bir şey. Yasama faaliyeti bir de denetim diyorum bunu da bilerek söylüyorum. Çünkü yürütmenin yaptığı bütün faaliyetleri yasama yoluyla ortadan kaldırma gücü var yasamanın. Değiştirebilir yasaları. Onu farklı bir noktaya koyabilir. Farklı bir hale getirebilir. İkincisi yasamanın yaptığı, yasama dışında bir ayrı denetim var. Siyasi denetim ve hukuksal anlamda da sonuçları olan denetim yapıyor. Yazılı soru var, genel görüşme var, Meclis araştırması var, Meclis soruşturması var, gündem dışı konuşmalar var, grup önerisi var. Bir sürü yöntemlerle yürütmeyi denetliyor. Gensoru yok. Neden? Bu sistemde gensoru olmaz. Çünkü iktidara gelme yetkisini halktan alıyor, hükümet doğrudan. Hükümeti düşürme ytekisi sadece halka ait. Meclis’ten güven oyu almıyor ki Meclis’in güvensizlik oyuyla düşsün? Güven oyunu halktan alıyor. Bu sistemin doğası gereği yok. Yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor. Cumhurbaşkanı bu yetkiyi tek başına mı kullanıyor? Hayır. Şimdi diyor ki tek bir kişi milli savunmada karar verecek, şurada karar verecek, burada karar verecek, bir algı oluşturuluyor. Ama yürütme yetkisini halktan alan cumhurbaşkanı bunu nasıl kullanacak? Kabine aracılığıyla kullanacak. Kabinesinde kimler var. Cumhurbaşkanı yardımcıları olacak. Neler olacak, bakanlar olacak. Yani bugünkü gibi bakanlar olacak. Sadece bakanlar kurulu ifadesi geçmiyor Anayasa’da ama bakanlar olacak. Cumurbaşkanı atadığı bu bakanlar bakanlar kurulu toplantısı yapacak mı? Yapacak. Bir araya bugünkü gibi gelecek mi? Gelecek. İstişare edecek mi? Edecek. Bakanlar kendi bakanlıklarıyla ilgili bugün nasıl çalışma yapıyorsa aynı çalışmayı yapacak mı? Yapacak. Bütün bunların hepsi olacak. Sonuçta millet cumhurbaşkanına o yetkiyi veriyor ve cumhurbaşkanı da kendi ekibini milletten aldığı bu yetkiye istinaden kuracak. Belki cumhurbaşkanı adayları seçimden önce ben seçilirsem şunlar cumhurbaşkanı yardımcısı yapacağım diye halka ilan edebilir. Buna bir engel yok. Hatta bakanları bile ilan etmek isterse edebilir. Buna da bir engel yok. Yani derse ki şunu Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak yanıma alacağım diyebilir. Kamuoyuna bunu açıklayabilir. Halktan desteğini öyle isteyebilir. Bunu açıklamayabilir de. Bu tamamen onun takdiri. Şimdi, cumhurbaşkanı yardımcıları da bakanlar da gücünü ve yetkisini Anayasa’dan alıyorlar. Çünkü bunların hepsi milletvekilliğine seçilme yeterliliğine sahip kişiler olacak. Atandıktan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gelip milletin temsilcileri huzurunda yemin edecek. Meşruiyetlerini hem Anayasa’dan alacaklar hem de millet meclisinde yaptıkları yeminden alacaklar ve milletin cumhurbaşkanına verdiği yetkiden alacaklar. Dolayısıyla bu da olacak. Öte yandan Meclisten şimdi bakan atayabilir, cumhurbaşkanı yardımcısı atayabilir. Yeni sistemde dışarıdan da bu yapılabilir. Ama yasama yürütmeyi birbirinden tam ayırdığı için sistem birisi vekilken, cumhurbaşkanı yardımcısı veya bakan olursa vekilliği sona erecek. Sebep sistem ayrı. Bir kişi aynı zamanda hem yürütmede hem de yasamada görev almayacak. Herkes kendi işine bakacak. Yasama kendi işine bakacak, yürütme kendi işine bakacak. Cumhurbaşkanına vekalet etmesi gerektiğini zaman elbette vekalet edecek. O cumhurbaşkanının kararnamesinde bunların nasıl olacağı zaten yazacaktır. Bu Anayasal bir müessesedir cumhurbaşkanlığı yardımcılığı. Ve bakan Anayasal bir müessesedir. Ve meşruiyetini de doğrudan Anayasa’dan alacaktır. Ve görevlerini yapacaktır. Burada herhangi bir şey yok. Bugün bakanları gene aynı şekilde başbakanın önerisiyle cumhurbaşkanı atıyor.
Yeni sistemde başbakan olmadığı için doğrudan cumhurbaşkanı atayacak. Yani bugünküyle baktığınızda esasında büyük bir farklılık yok. O zaman biri öneriyor biri onaylıyor. O kalkıyor. Vekillerden atar şimdi. Bu sistemde atayamayacak. Dışarıdan da şu anda atayabilir. Atadığı zaman o kişinin de vekil seçilebilme yeterliliğine sahip olması gerekiyor. Mesela Efkan bey yakın zamana kadar dışarıdan bakandı. Şimdi bu sistem tamamen farklı bir şey ortaya koyuyor. Yani ben bıçak sırtı sonuçtan kastınız nedir? Ben şimdi geleceğe dönük kehanetler üzerine değerlendirme yapmak istemem. Demin de söyledim. Referanduma dair bunca yıllık siyasetin içindeyim. Benim sonuca dair bir endişem yok. Yani vatandaşımızın iradesini görüyorum. Ve insanlar bunu ifade ediyor. Dolayısıyla bence bir şey yok. Sonuçların çıkması hali, farklı farklı sonuçların çıkması halinde ne olacağı belli. Anayasa’da da yazıyor. Anayasa değişikliği benim dediğim gibi evet diye çıktığı zaman zaten milletin evet dediği şey neyse onun gereği yapılacak. Farklı bir sonuç çıktığı zaman da Anayasa onunla ilgili neler olacağını çok açıkça yazıyor. Bu Anayasaya... Ben meşruiyeti Anayasa tayin ediyor. Anayasa ne diyor, yüzde 50.01. Şimdi iktidar için ne diyor bugün? Üye tam sayısının salt çoğunluğu. Yani bugün AK Parti 276 ile tek başına iktidar olsa bunun meşruiyetini biz tartışacak mıyız? Anayasa meşruiyete bir sınır koymuş. Ben diyor, bu çoğunluğu alan kişinin hükümet kurmasını meşru görüyorum demiş. Ve ona göre kurmuş. Şimdi halk oylamasının meşruiyet sınırı nedir? 50.01’dir. Bunu kim alırsa sonuç evet veya hayır yönünde ikisi de meşrudur. Bunu kimsenin tartışmaya hakkı yok. Eleştirilebilir. Yani eleştirebilir. Adam diyebilir daha çok alması lazım. Daha az alması lazım. İnsanlar buradan farklı bir görüş ileri sürebilir. Ama bizim Anayasamız açısından çok açık yani. Anayasa’nın öngördüğü çoğunluğu elde eden her sonuç meşru bir sonuçtur. Bunu tartışmak, tartışması yapılabilir. Ama sonucun meşruluğunu bu ortadan kaldırmaz.
Meclis’in seçim kararı alması için benim bildiğim 360’a ihtiyaç var. 360 şeyle karar verebiliyor. Aklımda kalan şey öyle. Böyle bir karar veriyor. Bakın bunu doğru koymak lazım. Şu anda Cumhurbaşkanı’nın meclis seçimlerini yenileme yetkisi var mı? Var. Ve 7 Haziran seçimlerinden sonra sayın Cumhurbaşkanı Anayasa’nın 116. maddesine göre Meclis seçimlerini yenileme kararı verdi. Ama Cumhurbaşkanı seçimi yenilenmedi. Şimdi bu yeni düzenleme ne getiriyor? Diyor ki Cumhurbaşkanı’na, seçimi yenileyebilirsin ama yenilediğin zaman sen kendi seçimini de yenileyeceksin. Bir de buradan bakın. Bir Cumhurbaşkanı, yeni seçilmiş 5 yıl var önünde parlamentoda istemediği bir çoğunluk çıkmış. Yani millet böyle karar vermiş. Hemen seçimin arkasından parlamentoda benim istemediğim çoğunluk çıktı diye seçimi yenileyebilir mi? Yenilediği zaman 5 yıllık süresi otomatikman bir aylıksa bir aya, beş aylıksa beş aya neyse ona inecek. Ve ikinci defa seçilip seçilemeyeceği de belli değil. Seçilemediği zaman da Cumhurbaşkanlığı görevi sona erecek. O zaman bir cumhurbaşkanı ben sizi istemiyorum kardeşim deyip seçime gidebilir mi? Gidemez, şu anda müeyyide getiriyoruz. Seçime gittiğin zaman sen de kendi seçimini yenileyeceksin diye bir müeyyide getiriyor. Görev süresini de kısaltıyor. Kendi görev süresini. İki dönem olduğu için bir daha seçilememe riski de var. Seçilemezse de tamamen gitmiş oluyor. Bu açıdan bir müeyyide var. İki, parlamentonun şu anda cumhurbaşkanının görevine son verme yetkisi yok. Şu anda yok. Tabi cumhurbaşkanının görevine son verme yetkisi yok. Hatta Yüce Divan’a sevk kararı aldı. Yüce Divan’da da cumhurbaşkanı ceza aldı. Cumhurbaşkanlığının sona erip ermeyeceği tartışmalı. Çünkü sona ereceğine dair Anayasa’da açık bir hüküm yok. Literatürde bazıları sona erer diyor, bazıları ermez diyor, bazısı etik olan şöyledir diyor, bazısı böyledir diyor. Bir tartışma var ortada. Ama şimdi bu Anayasa diyor ki cumhurbaşkanı Yüce Divan’a gönderildiği zaman cumhurbaşkanı belli bir süre içerisinde karar verilecek. 400 gerekiyor. Karar verdiği zaman da cumhurbaşkanını cumhurbaşkanı düşürecek. Ki kendi seçimini yenileme kararı alarak cumhurbaşkanının görevine son verme cumhurbaşkanlığı seçimini de yenileme imkanı getiriyor. Bu esasında iki tarafa da bu yetkiyi kullanırken müeyyide getiriyor. Meclise diyor ki sen de bu yetkini keyfi kullanma. Cumhurbaşkanına diyor ki sen de kullanma. Kullanırsanız ikinize de müeyyide var. İkiniz de bu müeyyidenin sonuçlarına katlanacaksınız. Bu formül çatışmaları önlemek için konmuş. Şimdi uzlaşmaya zorlayacak. Milletvekilleri gelmiş, cumhurbaşkanını, Meclis’teki çoğunlukla cumhurbaşkanının elde ettiği partisinin çoğunluk birbiriyle uyumlu değil. Daha çoğunluk diğer partilerde. Böyle olduğu zaman ne olacak? Bir sıkıntı çıkacak. O zaman neyi yapıyor bu sistem? İki tarafı uzlaşmaya zorluyor. Eğer uzlaşmadı, ne yapar? Diyor ki elinizde mekanizmalar var. Meclise diyor ki sen çoğunluğu elde edersen seçim kararı al, cumhurbaşkanından kurtul. Ona da diyor ki sen de karar al, meclisi halka götür. Sonuçta halka gittiği zaman ikisi kendi görevine son vermiş olacak. Gidenlerin bir daha geri gelip gelmeme ihtimali halkın iradesine bağlı. Halk kim haklı, kim haksız ona göre karar verecek. Ben o nedenle meclisin cumhurbaşkanı seçimlerini yenileme yetkisini, cumhurbaşkanının da meclis seçimlerini yenileme yetkisini kolay kolay kullanmayı akıllarına dahi getireceklerini düşünmüyorum. Çünkü bu ikisine de çok ağır müeyyideler koyuyor. (Genel af olabilir mi sorusu) Böyle bir şey yok. (Bedelli askerlikle ilgili soru) Böyle bir çalışma hükümetimizde yok. (idam tartışmasına ilişkin soru) Bu tabi bir Anayasa konusu. Yani şu anda gündemimiz bu değil. Yani Anayasa referandumu var. Onu konuşuyoruz. Bu parlamentonun takdir edeceği bir konu. Parlamento eğer Anayasa’da bu konuda bir değişiklik yaparsa, tabi yapılabilir. O tamamen parlamentonun takdirinde olan bir konu. Şimdi Anayasa’yı değiştirmeden idam cezası bizim hukukumuza şu anki duruma göre gelemez. Çünkü Anayasa idam cezasının verilemeyeceğine dair, negatif bir hüküm içermektedir. Bu hüküm değiştirilemez. Çok açık bir şey var. O konuda Anayasa değişikliği yapılması bu mümkün hale gelir. Ben tabi bunun meclisin iradesinde olan bir konu. Ben meclisin her zaman iradesine saygı duyarım. Kendi görüşüm meclisin iradesi bu yönde oluştuğu takdirde zaten biz parti olarak, şöyle söyleyeyim. Bu konuyu şahsi görüşler üzerinden tartışmayı ben doğru görmüyorum. Yani ben tabi bu meclisin iradesine ait bir konudur. Meclisimiz bu konuda irade ortaya koyduğu zaman ceza yasasına yansır.
Olayın başına gitmemiz lazım bunu anlatmak için. Baktığınızda dokunulmazlıkların kaldırılmasına ilişkin Anayasa’ya bir madde eklendi. Ve bu ekleme yapılırken halk oylaması gündemde yok. Bu Anayasa değişikliği de gündemde yok, hatırlarsanız. O zaman Meclis’e geldiğinde 367 ile geçti. Hem CHP az da olsa milletvekili oy verdi. AK Parti ve MHP’liler oy verdi ve parlamentodan geçti. Sadece HDP’lilerin dokunulmazlıkları kaldırılmadı. AK Partililerin de kaldırıldı, MHP’lilerin de kaldırıldı, CHP’lilerin de kaldırıldı. Yani bir partiye dönük yapılmış bir iş değil. Bütün milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması istendi. Milletin vekilleri gitsin yargıya hesap versin. Yargıda aklansın dendi. Ve Anayasa’ya eklenen maddeyle bunun yolu açıldı. Arkasından MHP’den, CHP’den, AK Parti’den dokunulmazlık dosyası kalkanlar çağrı üzerine veya bizzat çağırmadan giderek ifadelerini verdiler. Veya çağrıya uyacaklarını söylediler. Ve yargı sürecinin işlenmesine destek oldular. Ama HDP Genel Başkanları, Eş Başkanları başta olmak üzere çok net açıklamalar yaptı. Biz yargıya gitmeyeceğiz. İfade vermeyeceğiz. Bizi zorla götürüyorlarsa götürsünler anlamında adeta yargıyı tanımayan bir yaklaşım ortaya koydular. Daha sonra soruşturma yürüten ve yargılama yapan yerler kararlar aldılar. Zorla getirme kararı. Bu HDP’lilere mahsus uygulanan bir şey değil. AK Partili gelmeseydi de, CHP’li biri gelmeseydi, MHP’li biri gelmeseydi, ona da aynısı uygulanacaktı. Şimdi bir yandan siz çağrıya uymayacaksınız. Çağrıya uymama halinde uygulanacak usül belli. O usulü uygulanma kararı alınınca da kanuna uyan yargıyı, savcıları, hakimleri suçlayacaksınız. Bu doğru bir yaklaşım değil. Bir defa onu bir yere koymak lazım. Şu anda yeni bir dosya oluşturulması söz konusu değil. Sayın Başbakanımızın bahsettiği dosyaların hepsi zaten yargının elindeki dosyalar. Onlar yürüyor zaten. Bizim bekletme veya bekletmeme gibi bir şeyimiz de yok. O kendiliğinden yürüyor. Sayın Yüksekdağ ile ilgili şey de bugün verilmiş bir karar değil. Çok önceden verilmiş bir karar ve bu karar, Yargıtay aşamasında geçmiş, kesinleşmiş bir karar. Meclis’te okunması tamamen bu döneme rastlamasıyla alakalı. Yoksa bu bir ay önce başlamış bir soruşturmada alınmış bir karar değil. Sayın Yüksekdağ’ın vekil olması nedeniyle yargılama süreçleri Anayasa gereği durduğu için çıkmadı. Şimdi Anayasa yargılama sürecinin önünü açınca bu süreç işledi. Ve karar kesinleşti. Kesinleştiği zaman Anayasa çok açık. Meclis Genel Kurulu’na karar okunduğu an, milletvekilinin milletvekilliği düşer. Bunun referandumla uzaktan yakından bir alakası yok. Birisi referandumla bunun irtibatını kurmaya çalışırsa o gerçeği saptırıyor demektir.
Şu anda yapılan anketlere baktığımızda yani CHP’ye oy veren bazı seçmenlerin yani oranını paylaşmak istemiyorum. Belli bir oranda seçmen bunda evet diyeceğini ifade ediyor. HDP’ye oy veren, bir oran. Kaydedeğer bir oran, çok büyük bir rakam değil ama yani bize göre de önemli bir rakam. HDP’ye oy veren seçmenlerden de bir kısmı burada evet diyeceğini söylüyor. Ben partilerin bu seçim sürecinde yapacakları tabi herkes yakından değerlendirecek. Ona göre karar verecek ama ben evetlerin diğer partilerden gelecek oylarla da artacağını düşünüyorum. Yani CHP’den bir oy gelebilir. HDP’den de gelebilir. Meclis’te olmayan partilerden de oy gelebilir. Bütün bunlar vatandaşın takdirinde. Çünkü bu sadece partilerin yarıştığı bir seçim değil. Yani Türkiye hükümet sistemi değişiyor. Bu yapılacak. Burada da halka sorulan ana soru şu. Siz Türkiye’yi yönetecek hükümeti doğrudan seçmek istiyor musunuz? İstemiyor musunuz? Türkiye’yi yönetecek hükümeti ben doğrudan seçeceğim, sandıkta belirleyeceğim diyorsa demek istiyorsa evet der. Yok ben hükümeti seçmek istemiyorum, ben önce bir vekilleri seçeyim. Benim seçtiğim vekiller kendi içinden bir hükümet çıkarsın diyorsa, kendini doğrudan hükümet seçmeye yetkili görmek istemiyorsa, yetkiyi başkası kullansın diye hayır diyecek. Burada milletimizin önüne bir yetki konmaktadır. Bu yetkiyi kullanıp isteyip istemediğine milletimiz karar verecektir. Ben cumhurbaşkanını halk seçsin mi, seçmesin mi referandumunda da aynı şeyi dedik. O zaman biz halka şunu sorduk. Cumhurbaşkanını siz doğrudan seçmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Vatandaşamız ben seçeceğim dedi ve evet oyuyla onu geçirdi. Şimdi burada sorulan soru yürütme yetkisini kullanacak hükümeti siz doğrudan siz seçmek istiyor musunuz, istemiyor musunuz? Bu soru soruluyor? Vatandaşımız bunun kararını verecektir. Ben millet hükümeti doğrudan ben seçeceğim diyeceğine inanan birisiyim.
Biz milletimize anlatacağız, bütün partililere anlatacağız, anlatıyoruz. Meydanlarda anlatıyoruz, televizyonlardı, başka platformlarda, bunu anlatmaya devam edeceğiz. Sonuçta kararı milletimiz verecektir. Onların bir açıklaması oldu. Ama Saadet Partililer sandıkta nasıl bir karar verecek, hep beraber göreceğiz. Şu an benim tanıdığım pek çok eski dostum var, arkadaşım var. Onlar evet için çalışıyorlar. Benim gördüğüm öyle ama yukarıda başka bir açıklama oldu ama aşağıda ne kadar yankı bulacak, onu da beraber göreceğiz. Benim tanıdıklarım evete çalışıyorlar.
CEZAEVLERİNDE YENİ DÜZENLEME
Bizim yaptığımız şey, sistemi bozucu bir etkisi yok. Yani disiplin cezası almış bazı kişilerle ilgili düzenleme yapılıyor. Biliyorsunuz bir düzenleme yapıldı. İyi hali olan kişiler bundan istifade etti. Onlara ilişkin cezalar var. O cezaları tamamlandığında geri kalan ondan sonra istifade ediyor. Şimdi bu cezaları biraz zorlaştırdık. Diyelim üç defada olacak bir işi beş defaya birinde artırdık. Bekleme sürelerini kısalttık. Böylelikle onların kanunen hak ettikleri bir takım şeylerden disiplin nedeniyle yararlanmamalarının engelleme, şey ortadan kaldırmış olduk. Onlar ondan yararlanma imkanı elde etmiş olacaklar. Yoksa yeni bir şey burada yapmış değiliz. Önceki düzenlemenin ilk yansıması.
Yoksa cezaevlerinde herkesi ilgilendiren bir şey değil. Sadece cezaevlerinde şu anda hükmü infaz edilirken kurallara uymadığı için disiplin cezası almış kişilerle ilgili birtakım düzenlemeler yapıldı. Yoksa onların cezalarını ortadan kaldıran bir şey yapılmadı. O çok farklı bir şekilde yansımış oldu. Ben şimdi yanımızda da getirdim size. Yani örnek olsun diye söylüyorum. Eski düzenlemeye göre üç defa disiplin cezası alanların bu cezalarının kaldırılmasından itibaren açık kuruma geçmesi için üç yıl beklemesi gerekiyordu. Şimdi diyoruz ki beş defa ceza alması halinde biz bunu uygulayalım. Üç defa değil de, beş defa cezası alması. Demek ki daha az ceza aldığında açık ceza infaz kurumuna üç defa ceza alanlar ayrılabilecek. Beş defa ceza aldığında bunlar üç yıl bekleyecek. Ondan sonra ayrılacak. Bu anlamda açık ceza infaz kurumlarına disiplin cezası almış kişilerin belli şartlar yerine gelmesi halinde ayrılmasını sağlayan bir düzenleme. Yoksa yeni bir şey getirmiyoruz.
Bizim ceza yasamızda hem cinsel saldırı hem de cinsel istismar hem de cinsel taciz suçlarının cezası önceki ceza kanunumuza göre çok çok fazla artırıldı. İnfazı da değiştirildi. Eskiden beşte iki infaz vardı eski dönemde. Toplam cezanın beşte ikisi infaz ediliyordu. Şimdi yeni ceza kanunu döneminde üçte iki alınan cezanın infazı yapılır hale getirildi. En son yaptığımız düzenlemeyle terör suçlarıyla bunların infazını aynı yaptık. Alınan cezanın dörtte üçü infaz ediliyor. Şu anda çok ağır cezalar var. Eskiden eşe karşı, kardeşe karşı cinayet işlendiği zaman bunlar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıyla karşılaşmıyordu. Biz bunları da koyduk. Hani töre cinayetleri yapıyorlar, başka başka şeyler oluyor. Usül ve ... karşı vardı. Biz bunun yanına eşe karşıyı da koyduk. Çünkü eş olan kadınlara karşı cinayetler işleniyordu. En ağır cezayı verdik. Kardeşe, kız kardeşe olan cinayetleri de koyduk. En ağır cezayı verdik. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verdik. Uygulanıyor. Şu anda aynen uygulanıyor. Burada cezaları, mevcut cezaları daha fazla artırdığımız zaman bu sefer de kadınlara karşı çok ceza miktarları olunca daha ağır suçlar işleyip kadınları öldürme şeyi de artıyor. Siz cezayı suçla orantılı koymazsanız o zaman daha ağır suçların işlenmesine de yol açar. Şimdi mesela bir kişi bu suçtan dolayı ceza aldığı zaman, süreli hapis cezası aldığında artırım nedenlerini koyduğunuzda 27 yıla kadar ceza alıyor. Şimdi bu az bir ceza değil. Şiddet ayrı. Cinsel istismar yaptı veya cinsel saldırı yaptı. Şiddet uyguladığı zaman, şiddetten ayrı bir ceza alıyor. Yaralama yaptığı zaman yaralamadan ayrı bir ceza alıyor. Hakaret ettiği zaman ondan ayrı bir ceza alıyor. Bütün bu cezalar toplanıyor. Sadece cinsel saldırı suçunun bazı halleri var. Orada sayıyor. diyelim o hallerin artırım nedenlerini koyduğunuz zaman, şimdi burada tabi ben bilseydim, tek tek onları çıkarıp sizle paylaşırdım. Bayağı bir ceza var. Cezalarda bir azlık yok. İnfaz sisteminde de bir azlık yok. Şu anda terör örgütleri üyeleri ve teröristler hangi şartlarda cezaları infaz ediliyorsa bunların cezaları da aynı şartlarda infaz ediliyor. Bizim ceza kanunumuzda öngörülen cezalar dünyadaki öngörülen cezaların hemen hemen çoğundan, çoğundan, Avrupa’dakilerin hepsinden daha ağır. Çok daha ağır cezalar var. Bunu daha fazla ağırlaştırmak, iyi mi olur, kötü mü olur onu elbette tartışmak lazım ama bizim baktığımız zaman cezaları şu anda bizim ceza skalamız içerisinde en ağır ceza, ağırlaştırılmış müebbet. Sonra müebbet hapis cezası. Müebbet hapis cezası alan kişi, 24 yıl yatıyor içerde. Şimdi diyelim ki demin söyledim. Bunlarla ilgili bir kısmında 29 yıl ceza alıyor. Bunun dörtte üçünü yatıyor. Ne yapar dörtte üçü, 29 yılın zannedersem 22.5 yıl mı, 23 yıl gibi bir şey yapıyor. O civarda bir şey yapıyor. O zaman ne yapıyor, delili karartmak için cinsel saldırıda bulunduğu kadını bu sefer öldürmeye gidebilir. Yani çünkü öldürdüğü zaman ağırlaştırılmış bir müebbet alıyor. Onun bir infaz süresi var. Şimdi siz cezaları, öldürmenin cezasıyla cinsel saldırının cezasını birbirine aynı noktaya getirdiğinizde daha büyük vahşetlere yol açabilir. Burada bir adil ceza adalet sistemine uygun bir sistem var. Bizim hukukumuzda. Şu anda da gerçekten cezalar çok ağır. Onu buradan ifade edeyim.