Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, TRTHaber canlı yayında soruları yanıtlayarak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Bakan Bozdağ’ın açıklamalarından bazı bölümler şu şekilde:
YSK KARARLARI ALEYHİNE HİÇBİR MERCİYE BAŞVURULAMAZ
Öncelikle şunu ifade etmem lazım, benim yaptığım açıklamalar anayasanın 79. maddesi’nin 2. fıkrası ile Anayasa Mahkemesi yargılama usulleri hakkında kanun var, o kanunun 45. maddesi’nin 3. fıkrası ve ayrıca Danıştay’ın ve AYM’nin, AİHM’in daha önce seçimle ilgili verdiği konulardaki kararlarının hatırlatılması ve tekrarından ibarettir. Anayasa çok açık bir şekilde YSK kararları aleyhine hiçbir merciye başvurulamayacağını söylüyor, o zaman bunu söyleyen anayasa hükmü mahkemeye emir ve talimat veriyor dolayısı ile bunu buraya yazmamak lazımdır diye bir yanlış mantık işletilebilir mi? İşletilemez.
TOPLUMU ALDATMAYA ÇALIŞANLARA HATIRLATMA YAPIYORUM
Daha önce verilmiş AYM kararları var ve bu konudaki müracaatlar karşısında kabul edilmezlik kararı vermiş. Danıştay’ın kararları var, çok az sayıda onların hepsi de ret kararı vermiş. Anayasanın 79. maddesi nedeniyle ret kararı vermiş. Benim yaptığım burada anayasayı ve mahkemelerin daha önce vermiş olduğu bu konudaki onlarca kararı YSK’nın verdiği onlarca kararı yok sayarak, sanki yargı yolu kapalı olan bir karara karşı, yargı yolu açıkmış gibi bir algı oluşturmaya ve toplumu aldatmaya, yanıltmaya çalışanlara karşı anayasayı hatırlatmak, mahkemelerin verdiği kararları, YSK’nın ve yasalarımızın bireysel başvuruya ilişkin düzenlemeyi kastediyorum kurallarını hatırlatmaktan ibarettir.
TOPLUMU DOĞRU BİLGİLENDİRMEK BENİM ANAYASAL GÖREVİMDİR
Kamuoyunu doğru bilgilendirmek benim görevimdir, kamuoyunun doğru bilgilendirilmesini sağlamak, gerçekleri kamuoyu ile paylaşmak yargıyı etkilemek değildir, bir suç da değildir, benim anayasal vazifemdir. Mecliste görüşülen pek çok konu var, bunların tamamıyla ilgili yargıda konular var. Ceza kanunu değiştiriyoruz, usul kanunu değiştiriyoruz, başka kanunlar değiştiriyoruz, değiştirdiğimiz konularla ilgili yargıda davalar, ihtilaflar var o zaman biri kalkıp diyebilir mi siz usul yasasını değiştiriyorsunuz ama şu anda bundan etkilenecek onlarca, yüzlerce konu var, siz bu konuda görüş beyan edemezsiniz diyebiliyor mu kimse? Demiyor. Neden? Çünkü parlamentonun görevi yasaları çıkarmak ve yargının görevi de çıkan bu yasaları doğru bir biçimde uygulamaktır, kendisiyle ilgili konularda.
YAPTIĞIMIZ DOĞRUDUR HİÇBİR YANLIŞLIK YOKTUR
Burada bizim yaptığımız doğrudur, bir yanlışlık yoktur. Mahkemelere emir ve talimat niteliğinde değildir, aksi takdirde siyasetçilerin hiç ağzını açıp, böyle konulurda ve hiçbir konuda görüş beyan etmemesi lazımdır ki bu da yanlıştır. Kaldı ki kendileri bas bas bağırıyorlar. ‘Efendim anayasanın açık hükmüne rağmen, hiçbir merciye başvuramaz kuralını çiğniyorlar, AYM’ne gideceğiz’ diyorlar. Sonra vazgeçiyorlar.
ALGI OPERASYONU YAPIYORLAR
Danıştay’a gidiyorlar, ondan sonra ‘AİHM gideceğiz, biz şöyle haklıyız, böyle haklıyız’ diyorlar. Haksız oldukları halde toplumu aldatarak, bilerek ve isteyerek bir algı operasyonu yapılıyor. Ben Adalet Bakanı olarak Anayasa çok açık, mahkemelerin kararları çok açık, sizin bu söyledikleriniz yanlış, diye benim bunlara cevap vermem vazifemdir. Ben mahkemelere cevap vermiyorum, Anamuhalefet partisinin bu konuda konuşan sözcülerine açıklama yapan yetkilerine cevap veriyorum. Onlara benim sözüm. Siz bu yola başvuruyorsunuz ama mahkemelerin yapacağı bir şey yok bunu anlamak için Adalet Bakanı olmaya veya hukukçu olmaya gerek yok, anamuhalefet partisinin sözcüsü olmaya da gerek yok.
SANKİ BİRŞEY OLACAKMIŞ GİBİ İNSANLARI ALDATIYORLAR
Ben merak ettiğim şey şu: Yasa yolu tartışmasız kapalı olduğu halde ve mahkemeler daha önce tartışmasız ret kararları verdiği halde ve bunların hiçbirinden netice alamayacağını bildiği halde, netice alacakmış gibi bir algı oluşturmaya çalışmanın, netice alacakmış gibi bir ısrar üzerinde olmanın CHP’ye veya kime ne faydası var? Var mı kimseye bir faydası? Yok. O zaman toplumu niye germeye çalışıyorlar, sanki bir şey olacakmış gibi insanları aldatmaya çalışıyorlar.
DAHA İLERİ VE GÜÇLÜ TÜRKİYE İÇİN ÇALIŞMAMIZ LAZIM
Seçim bitmiştir, YSK gayri resmi sonuçları açıklamıştır. Oyların geçersizliğine dair itirazları değerlendirmiş ve onları da ret etmiştir, şu saatten sonra resmi ve kesin sonuçların açıklanmasını beklemekten başka kimsenin yapabileceği bir şey yoktur. Ortaya çıkan sonuçlara göre Türkiye’nin hükümet sistemi ilk defa milletin hür oyu ile değişmiştir. Artık bunu kabul edip, Türkiye’nin kabul ettiği yeni sistemde daha ileri, daha güçlü bir şekilde devam etmesi için biz ne yapabiliriz onun üzerinde kafa yormamız lazım.
HALK TERCİHİNİ YAPTI
Cumhurbaşkanı yardımcılarının vekalet edemeyeceği konusunda sorun çıkması söz konusu değil. Sayın Kılıçdaroğlu seçim meydanlarında yaptığı çarpıtmanın bir devamını dün parlamentoda da yaptı ve bir kısmını da yalan da katarak bunu yaptı. Çok ilginçtir seçim propagandası bitti, seçim bitti, halk tercihini yaptı, Türkiye’nin parlamenter sistemini değiştirdi yerine Cumhurbaşkanı hükümet sistemini kabul etti. Artık bu iş bitmiştir. Buraya hepimizin nokta koyması lazım ama dün gördük ki Sayın Kılıçdaroğlu hala kampanyadaymış gibi devam ediyor. Sanki yarın oylama var da vatandaş yarın oy kullanacakmış gibi algı operasyonuna devam ediyor ve çarpıtmaya devam ediyor. Bu kabul edilemez bir şeydir.
VEKALETİ YÜRÜTMENİN İÇİNDEN BİRİSİ YAPACAK
Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanına yurtdışına gittiğinde veya herhangi bir nedenle Cumhurbaşkanı görevini yapamadığında ona TBMM Başkanı vekalet eder. Sebebi nedir? Sebebi çok açık hükümet parlamentonun içinden çıkıyor ve 2007’den önceki değişiklikte de Cumhurbaşkanını parlamento seçiyor. Cumhurbaşkanı parlamentoda yemin ediyor ve göreve öyle başlıyor. Dolayısıyla parlamentonun seçtiği Cumhurbaşkanına parlamentonun başkanının vekalet etmesi sistemin doğasıyla uyumlu bir şeydir. Ama 2007’de Cumhurbaşkanını halk seçmesi konusunda bir karar alınca vekalet konusunda da bir değişiklik yapılmadı. O zaman bu parlamenter sistemin koyduğu vekalet düzeni halk tarafından seçilen Cumhurbaşkanı tarafında da devam etti. Ama yeni sisteme geldiğinizde bu sistemde yasama yürütme kuvvetleri birbirinden tam ayrılıyor. Tam ayrıldığı için yürütmede görev alan yasamada görev alamayacak, yasamada görev alan da yürütmede görev aldığı taktirde yasama üyeliği sona erecek. Böyle kuvvetlerin tam ve keskin ayrılığı Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminde sağlandığı için yasamanın başı olan meclis başkanının yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanına vekaleti bu sistemin doğasına terstir. O nedenle vekaleti yürütmenin içinden birisinin yapması gerekir. O da kimdir? Cumhurbaşkanı yardımcısıdır. Bu onu götürüyor.
CUMHURBAŞKANI YARDIMCISI VEKALET EDECEK
Tıpkı bu şuna benziyor. Başbakan yurtdışına çıktığı zaman kim vekalet ediyor? Başbakan yardımcılarından birisi vekalet ediyor. Başbakan yürütmenin sorumlu kanadını oluşturuyordu parlamenter sistemde. Peki başbakana meclis başkanı vekalet ediyor mu? Etmiyordu ama şimdi yürütme yetkisi Cumhurbaşkanına veriliyor ve siyasi sorumluluğu var, hukuki sorumluluğu var, cezai sorumluluğu var. Bütün yetki orada dolayısıyla aynen bugün ki yürütmeye nasıl başbakan çıktığında başbakan yardımcıları vekalet ediyorsa yeni sistemde de Cumhurbaşkanına, Cumhurbaşkanı yardımcısı vekalet edecektir.
GÜVENOYUNU BAKANLAR ALMAZ, HÜKÜMET ALIR
Dün sayın Kılıçdaroğlu’na sayın Başbakanımız şu örneği verdi; Cumhurbaşkanı yardımcısı ve bakanlar ne yapacak? Parlamentoda yemin edecekler. Bir defa parlamentoda bir irtibat yemin suretiyle kuruluyor. İki bakanlar ve Cumhurbaşkanı yardımcıları milletvekili seçilme yeterliliğine sahip kişiler arasından atanacaklar. Şu anda bizim mevcut anayasamızda bu hüküm uygulanıyor mu? Uygulanıyor. Efkan Ala biliyorsunuz dışarıdan bakan oldu. Numan Kurtulmuş dışarıdan bakan oldu. Biri İçişleri Bakanı biri başbakan yardımcısı. Geldiler parlamentoda yemin ettiler ve görevlerine başladılar. Numan Kurtulmuş Başbakan Yardımcısı sıfatıyla Başbakanımızın yurtdışında olduğu dönemlerde de Başbakanımıza vekalet etti. Sayın Kılıçdaroğlu diyor ki Numan Kurtulmuş güvenoyu aldı. Yalan söyleme Sayın Kılıçdaroğlu Numan Kurtulmuş nasıl güvenoyu aldı? Güvenoyunu bakanlar almaz, hükümet alır. Yeni hükümet kurulurken birisi eğer dışarıdan da bakan olmuşsa o yeni hükümetin içerisinde o hükümet güvenoyu alır. Hükümet güvenoyu aldığı için. Diyelim ki şu anda başbakan yardımcılığında boşalma oldu da yeni bir isim başbakan yardımcısı oldu. Bakan değişince parlamentoya güvenoyu mu veriyor? Diyor ki; o vekalet etti ama biz ona güvenoyu verdik. Böyle bir şey yok.
HÜKÜMET HALKIN GÜVENOYUNA DAYANACAK
Diyor ki; o vekalet etti ama biz ona güvenoyu verdik. Böyle bir şey yok. Güvenoyunu sadece hükümetler kurulurken bu sistemde parlamento veriyor. Hükümet kurulduktan sonra bakanların tamamını başbakan değiştirse dahi güvenoyu şart değildir. Dolayısıyla güvenoyu almadan atanmış bir başbakan yardımcısı da ne yapılıyor? Başbakana vekalet edebiliyor. Aynı durum şimdi diyelim güvenoyunu kim veriyor? Bu sistemde Hükümet parlamentodan çıkmadığı için parlamento güvenoyuna dayanmayacak. Nereden çıkacak hükümet? Sandıktan çıkacak. Halkın güvenoyuna dayanacak. Halkın güvenoyuna dayanan hükümete parlamentonun güvenoyu vermesi doğru olur mu? Doğru olmaz. Dolayısıyla yürütmenin içerisinden Cumhurbaşkanı yardımcısı Cumhurbaşkanına vekalet etmesi gayet doğaldır.
GEÇMİŞE TAKILIP KALMAYALIM ÖNÜMÜZE BAKALIM
Aynen bugün başbakan yardımcısının başbakana vekalet etmesi gibi. İkisi arasında hiçbir fark yok. O da parlamentoda yemin ediyor göreve başlıyor bu da parlamentoda yemin edecek göreve başlayacak. O da milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olacak cumhurbaşkanı yardımcısı da milletvekili seçilme yeterliliğine sahip olacaklar. Bu büyük bir çarpıtma ve sayın Kılıçdaroğlu demin de dediğim gibi seçimi bitirememiş. Ben de diyorum ki tekrardan ‘Artık seçim bitti, propaganda dönemi kapandı, halkın iradesi ortaya çıktı, tartışmasız gerçekte şu Türkiye sistem tercihini hür iradesiyle yaptı, parlamenter sistem yerine Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemini kabul etti. Geçmişe takılıp kalmayalım önümüze bakalım’.
SEÇME KARARINI YANSITAN OY PUSULALARI GEÇERLİ SAYILMIŞ
Yüksek Seçim Kurulumuzun onlarca kararı var. Buraya da getirdim. 80, 90, 2000li yıllarda onlarca kararı var. Ben birkaç tanesini getirdim buraya. Seyircilerimizin anlaması açısından oldukça önemli olan bir tanesini okuyacağım. Olayı özetliyor, teknik olacak ama tartışma için önemli: ‘Sandık mührü ile mühürlenmemiş olduğu ileri sürülen oy pusulalarının il seçim kurulu gözetiminde bastırılıp, ilçe seçim kurulunca sandık kuruluna teslim edilen filigranlı oy pusulaları olduğu açık olup, dışarıdan bu oy pusuları dışında bir oy pusulasının getirilerek, bir oy kullanıldığı iddia edilmediği gibi sandık kurulu başkanınca da bu oyların kontrolleri altında kullanılan ve seçim kurullarınca hazırlanan oy pusulaları olduğu ancak acemiliklerinden dolayı mühür basmadıkları, mühür basmadıklarının yanlışlıktan kaynaklandığı belirtildiğine göre seçmenin seçme kararını yansıtan bu oy pusulalarının geçerli sayılmasına ilişkin il seçim kurulu kararında hukuka aykırılık görülmediğinden itirazın reddine karar veriyor. Bu 1994 yılındaki karar, eski bir karar. Daha eski kararlar da var.
KARARLAR, ‘YANLIŞLIKTAN DOLAYI VATANDAŞIN SEÇME HAKKINI YOK SAYAMAZSINIZ’ DİYOR
Sandık kurulu kimden oluşuyor? Partililerden oluşuyor. Mührü bunlar basacaklar, siz basmadınız filigranlı oy pusulası, vatandaş gelmiş, sandığa gitmiş, iradesini sahih olarak ve doğru biçimde yansıtmış. Seçim kurulunun diyor, eksikliğinden yanlışlığından dolayı vatandaşın seçme hakkını yok sayamazsınız diyor. Seçme hakkını üstün hak olarak görüyor. Bu şekil noktasındaki kurulum eksikliğini iptal için bir gerekçe saymıyor. Daha sonra da bir sürü benzer kararlar var. Daha ilgincini söyleyeceğim bu kararların örneğin 2015 yılı ile ilgili 2 karar getirdim. Bunlar çok ilginçtir 2015 yılında CHP müracaat ediyor. Sandık kurulu aynı 2017 referandumunda olduğu gibi hata yaparak, oy pusulalarına sandık kurulu mührü basmıyor. Bunun üzerine CHP şimdikinin tam aksine mühürsüz oyların geçerli olması için müracaat ediyor. Değerlendirme yapılıyor, CHP’nin itirazı kabul ediliyor ve mühürsüz oyların geçerliliğine karar veriliyor. Aynı şekilde HDP aynısını yapıyor, bu da 2015’te. İl seçim kuruluna müracaat ediyor, onlarda geçerli kabul ediliyor.
AYNI ŞEKİLDE KENDİ LEHLERİNE VERİLEN KARARLAR DA VAR
Şimdi ben soruyorum CHP’ye, diyorlar ya 2010’dan önce kanun değişikti, 2010’dan sonra kanun başka oldu o zaman onlara soruyorum. 2010’dan önce kanun değişikti ve YSK’nın 2010’dan önce verdiği kararlar doğruydu da 2010’dan sonra kanun değişti, YSK’nın verdiği kararlar doğru değil diyorsanız peki siz 2015 seçimlerinden sonra niye böyle bir müracaat yaptınız da mühürsüz oyların geçerli sayılmasını istediniz. YSK geçerli saydıkta sonra bunu niye kabul ettin. HDP’ye de soruyorum. İkisi de aynı. Kanun yine aynı kanun değiştiyse eskisinden farklı bir şey varsa bu kararların onların iddiasına göre yanlış olması lazım. Ama dikkat edin hem CHP hem de HDP ne yapıyorlar, bunların geçerli sayılmasını istiyorlar, kararlar veriliyor ve onların iddia ettiği oyların tamamı da geçerli sayılıyor. AK Parti bunu tartıştı mı? Tartışmadı. Kamuoyu bunu tartıştı mı? Tartışmadı. Neden tartışmadık biz dürüstlüğümüzden tartışmadık. Çünkü baktık ki YSK kararları aynı minval üzere kararlar, burada vatandaşın iradesini vatandaş kaynaklı veya dışarıdan müdahale ile sakatlayan bir şey yok.
DEĞİŞİKLİKTE ÇİFT MÜHRÜ KİMİN VURACAĞINA AÇIKLIK GETİRİLMİŞTİR
‘Efendim diyorlar YSK’nın böyle verilmiş kararları var ama bunlar 2010’dan önceki kararlar’ Kanun 2010’dan önce buna izin veriyordu, 2010’da kanun değişti ve buna izin vermiyor. 2010’dan önce 298 sayılı kanunun 98. maddesi, bütün zarflar tek tek elden geçirilerek 7. madde’ye göre ‘Çift mühürlü olmayan …’ diye devam ediyor. 2010’da değiştirmişiz, değiştirdikten sonra ne olmuş, ‘Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü bulunmayan’ denmiş. Birinde çift mühür, burada da ilçe seçim kurulu, sandık kurulu. Aynı şekilde eski 103. madde de sandık orada da var çünkü bir değişiklik. Sandık kurulunca verilen tek biçim ve renkteki çift mühürlü bir zarftan başka bir zarfta konulmuş oy pusulası. 298’in 98. maddesi ile ikisi birleştiriliyor. Üzerinde ilçe seçim kurulu ve sandık kurulu mührü olmayan esasında mühürsüz oy geçerliydi de şimdi geçersiz hale getirildi diye bir kural yok. Eskiden de çift mühür aranıyordu, şimdi de çift mühür aranıyor. 2010’dan önce çift mührü kimin basacağı belli değildi, tartışmalar var. YSK’lar kanun koyucuya diyor ki; burada mühürler kimin olacak? Sandık başkanının mı, seçim kurulunun, YSK’nın mı? Burada ihtilaflar çıkıyor, onun için kanuna bu çift mührün kimin tarafından vurulacağı yazılsın diyor. 2010’dan sonra yapılacak değişiklik çift mühürden birinin ilçe seçim kurulu, diğerinin de sandık kurulu mührü olduğunu yazmaktan ibarettir. Yoksa öncesi geçerliydi sonradan geçersiz kılındı diye bir şey yok. Kanun var, değişiklik burada. Bunun anlamı şu: 2010’dan öncesi kanun maddesi hükmüyle 2010’dan sonrası kanun maddesi hükmü öz itibariyle aynıdır, aradaki fark mührü vuranın kim olduğunun açık açık yazılmasından ibarettir.
SEKİL ŞARTLARI BU HAKLARIN SAĞLIKLI SANDIĞA YANSIMASI İÇİNDİR
Peki kanun bu YSK ilk defa böyle karar veremez deniyor, 16 Nisan seçimlerinden, halkoylamasından sonra mı bu kararı verdi, hayır vermedi, işte anlattım 2015’teki kararları. Seçim kurulu daha oylama devam ederken bu kararı alıyor. Bu sandığın olduğu yerde CHPli üye de var. Diğer partililerin üyeleri de var. Burada bir usulsüzlük yok diyor, oyun geçerli olduğuna karar veriyor. Bu kararı verenlerin arasında CHP’nin sandık kurulu üyesi var, onun da imzası var. Hep beraber karar alıyorlar. Takdir edilmesi gereken bir şey. Hani müdahale olsa da daha sonra alınan bir karar olsa. Oylama sırasında itiraz ediliyor, itirazı yapan da AK Parti, CHP yapmıyor, biz yapıyoruz. YSK da diyor ki ben bu konuda daha önce de kararlar verdim. 80’lı yıllarda, 90’lı yıllarda, 2000’li yılarda var. Böyle bir durumda oy pusulalarının dışarıdan getirildiği ispat edilmedikçe seçim sandık kurulunun hatası vatandaşa yüklenemez, fatura edilemez. Vatandaşın seçme hakkını yok edecek şekilde bu yorumlanamaz diyor. Önce verdiği, kararları hatırlatarak, vatandaşın seçme hakkını üstün hak olarak tutuyor. Bizim kanunlarımız vatandaşın seçme hakkını korumak için konulmuş kanun hükümleridir. Bu hakkı yok edecek şekilde bunlar yorumlanamaz. Sekil şartları bu hakların sağlıklı sandığa yansıması içindir.
KENDİLERİNİN LEHİNE KARAR VERDİĞİ ZAMAN BU KANUN MADDESİ DOĞRU
Şimdi diyor ki bu hakkı sağlıklı sandığa yansımasını engelleyecek ne vardır? Bu oy pusulalarının dışarıdan getirilmiş olması vardır. Böyle bir şey var mı? Yok. Neden? Pusulaları, zarfları sandık kurulu veriyor, sandık kurulunun da 5 tane partinin temsilcisi var. Onlar imza karşılığı veriyor. Bizzat ıslak imza ile veriyor. Sayımı dökümü birlikte yapıyorlar. Pusulaların hepsi filigranlı, tercih mührü kendilerine veriliyor, yanlarında kapalı kabine giriyor, orada oyunu kullanıyor, getirip sandığa atıyor, sayım dökümü beraber yapıyorlar, tutanağa da siz bağlıyorsunuz. Onda sonra diyorsunuz ki ‘Hayırlar az çıktı, Evetler çok çıktı, o zaman ben bunu geçersiz sayayım’ Peki kardeşim niye sen daha işin başında bu durum varken, oraya bir muhalefet şerhi koyup, bir yanlıştık vardır diye gerekçeni yazmıyorsun. Daha sonra ne yapıyor CHP, arkasından buna sığınmak, buradan kendisine bir yok açmak için bunu kullanmaya kalkıyor. Burada YSK ilk defa böyle bir karar vermiş olsa, sadece buna dair bir karar vermiş olsa bu tartışmaları daha geniş çapta yapabiliriz, buna da hakkımız olur. Daha 2015’te CHP kendisi müracaat ediyor, mühürsüz oyların geçerli olmasını istiyor. Aynı kanun vardı, madem öyle niye müracaat ettin. HPD kendi müracaat ediyor. İkisinde de İl Seçim Kurulu mühürsüz oyların geçerli sayılmasına karar veriyor. Biz bunlara itiraz etmiyoruz. Bunlar uygulanıyor. Kendilerinin lehine karar verdiği zaman bu kanun maddesi doğru, teknik hata yok. Kendilerinin istemediği şekilde bir karar verilirse bu karar yanlıştır demek etik değil, ahlakı değil.
YSK, TAM BİR EMNİYET MÜESSESESİDİR
YSK bu maddeler kanunda varken, geçmiş seçimlerin tamamında bu yönde yapılmış bütün şikayet ve itirazlara aynı şekilde kararı vermiş mi? Aynı kararı vermiş. O zaman YSK’yı da suçlamak, onlara çok büyük bir haksızlık oldu. Bizim Türkiye olarak en doğru ve en güzel yaptığımız işlerin başında seçimler gelir. YSK esasında tam bir emniyet müessesesi, güven yeridir. Gerçekten büyük bir sigortadır, bu güne kadar da birkaç günlük tartışma dışında kimse YSK’yı tartışmamıştır. Onlar da siyasi tartışmalardır. Neden biliyor musunuz? YSK bu seçim faaliyetlerinin sadece organizasyonunu yapar, ilkelerini kurallarını koyar, itiraz ve şikayetleri karara bağlar. Seçimleri bizzat partiler yapar. Her sandıkta 5 partinin temsilcisi olur. Onlar seçimin oy pusulamasını verme, mühürleme, imza, kimlik kontrolü yaptığı gibi sayım dökümü de onlar yapıyor, bütün işleri tutanaklarıyla imza altına alıyorlar, bunların birer örneği de partilere veriliyor. Her sandık sonucunun bir örneği de partilere gönderiliyor.
SİSTEM SEÇİMİN DOĞRULUK İLKESİNİ ZORUNLU KILIYOR
Burada birisi özel olarak hile yapacağım dese de hile yapamaz, sahtekarlık yapacağım dese de sahtekarlık yapamaz. Mümkün değil, sistemin doğası buna izin vermiyor. Kurulan sistem, seçimin doğruluk ve dürüstlük ilkesi çerçevesinde yapılmasını zorunlu kılan bir sistem. Bu tür argümanları doğru argüman olarak görmüyorum.
DÖN BİR KENDİNE BAK
Benim görüşüm, CHP seçim yenilgisine mazeret arıyor. Yanlış yapıyor. Her seçimden sonra ya YSK’yı suçluyor ya da kendisine oy vermeyen vatandaşları suçluyor, kendisiyle aynı istikamette hayır oyu kullanmayan insanlarımızı suçluyor. Halkoylamasında ki oylama referandum süreci daha başlamadan önce yüzde 36-38’lerdeydi ‘Evet’. Oradan geldi yüzde 51,5’a. Bu kadar geride olan ‘Evet’ kalktı 51,5’a yükseldi, halk tarafından kabul edildi de, biz bu kadar ilerde başladığımız maçı niye kaybettik, biz de bir eksiklik bir hata yok mu diye hiç sorulamıyor. Biz nerede yanlış yaptık diye hiç sorgulamıyor. ‘Kahvehaneleri kapatacağız’ diye yalan söylediğimizde mi yanlış yaptık, yoksa ‘Evet diyenleri denize dökeceğiz’ dediğimizde mi yanlış yaptık, yoksa başka başka abartmalar, çarpıtmalarda milleti korkutmada veya başka yöntemlerde mi yanlış yaptık. Bunu sorgulamıyor. CHP, tavsiyem şu: YSK suçlamayı bırak, o insanlara haksızlık yapmayı, vatandaşı suçlamayı bırak. Sen kendine dön bak. Burada tek suçlu varsa suçlu arıyorsa CHP o YSK veya sandık kurulları değildir, bizzat partinin kendisidir. Kendi içinize bakın, tartışın.
HİÇ Mİ HIRSIZIN KABAHATİ YOK
Biz AK Parti olarak şu anda başarılı bir sonuç elde etmişiz ve hedefimize ulaşmışız, sistem değişikliğini sağlamışız. Ama bütün bunlara rağmen ne yapıyoruz, sonuçları masaya yatırdık biz. Kendimizi değerlendiriyor ve kendimize de nerelerde eksiğimiz, fazlamız var diye bakıyoruz. Biz her seçim sonrası bunu yaptık. Ama CHP her seçim sonrası her işi tam ve mükemmel yapmış oluyor, oy vermeyen vatandaşlar ya eğitimsizliğinden onlar gibi düşünemiyor ya da onların seçim kurulundan netice alamıyorlar ya da makarna kömür ya da başka şeylerle millete saygısızlık ve hürmetsizlik içeren değerlendirmeler yapıyorlar. Gördük ki CHP’de değişen bir şey yok. Bildik CHP aynı, yine suçlu halk, yine suçlu YSK. Yani hiç mi bu hırsızın kabahati yok. CHP’nin hiç mi kabahati yok?
YSK, BENCE İTİRAZ SÜRESİNİN DOLMASINI BEKLİYOR
YSK’nın seçim takvimi var. O seçim takviminde hangi işlerin ne zaman yapılacağı gün gün yazılı. Benim hatırımda kaldığı kadarıyla, itiraz şikayet vb. süreç ayın 27’sinde zannedersem bitiyor. Hiç kimse itiraz etmese dahi YSK o sürenin sonuna kadar beklemek zorunda. Bu takvime baktığımızda 27’si gibi veya 27-28 gibi görünüyor, tabi bunun takdiri YSK’ya aittir ama ben takvime göre bir değerlendirme yapıyorum şu anda YSK’nın açıklanmamış olması kendi koyduğu seçim takvimine bağlılığından kaynaklanıyor. Yoksa ben karara dahil bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Çünkü oyların geçersizliğine ilişkin yapılan bütün itirazları da YSK mühürsüz oylara ilişkin reddetti. YSK bağımsız yüksek kuruldur. Yargı gibi görev yapar. Seçimlerin yönetiminde ve kararları kesindir. Bu kararlar aleyhine hiçbir merciye başvurulamaz. Hiçbir merciden kasıt Avrupa İnsan Hakları Mahkemesidir. Hiçbir yere başvuramaz. Başvurursa ne olur? Dilekçe hakkı var. Başvurduğu zaman netice alamaz. Dilekçe hakkını kullandınız. AYM’ne bir dilekçe verdiniz veya Danıştay’a bir dilekçe verdiniz. Danıştay’ın AYM’nin yapacağı iş çok net hiçbirinin orada bir değerlendirme hakkı yok. Çünkü Anayasa yoruma ve takdire yer bırakmıyor. Bir yasak koyuyor. Bu yasağa hiçbir mahkeme kaldıramaz. Kaldırdığı zaman mahkeme kendisini tartışmaya açar ve anayasayı çok açık bir şekilde çiğnemiş olur. Bu net ortada.
CUMHURBAŞKANIMIZ KESİN SONUÇLAR YAYINLANDIKTAN SONRA PARTİLİ OLABİLECEK
Kesin sonuçlar resmi gazetede yayınlandıktan sonra paketin bazı maddeleri hemen yürürlüğe girecek. Bunlardan birisi de Cumhurbaşkanının partili olabilmesine imkan veren düzenlemedir. O yürürlüğe girecek. Kanunlarda, Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’nda partisiyle ilişiği kesilir kuralı halen var, uyum değişikliği yapılmadı ama değişiklik yapılmamış olsa bile anayasa değişikliği çok açıkça bunu yazmış durumda, kural haline geldi, Cumhurbaşkanı Seçim Kanunu’ndaki hüküm. Orada görünürde var ama gerçekte anlamsızlaştı. O nedenle sayın Cumhurbaşkanımız resmi gazetede kesin sonuçların yayınlanmasından sonra partili olabilecektir.
BU HASRETİN BİTMESİ LAZIM
AK Parti’yi kuran tüzüğünü, programını oluşturan, başarıdan başarıya koşturan ve bugün Türkiye’yi dünyanın en güçlü ülkelerinden biri haline getiren bu kadronun liderinin AK Parti’ye dönmesi ve AK Parti’de kaldığı yerden ‘Haydi Bismillah’ demesi ben eminim ki AK Partilileri çok sevindirecektir ayrıca Türkiye’nin siyasetine ve demokrasisine ayrı bir güç katacaktır diye düşünüyorum. Biz de sayın Cumhurbaşkanımızı bekliyoruz, artık bu hasretin bitmesi lazım.