BASIN VE HALKLA İLİŞKİLER MÜŞAVİRLİĞİ
YARGITAY VE DANIŞTAY ÜYELERİNİN SÜRESİNİ 12 YIL İLE SINIRLANDIRACAĞIZ

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Adalet Bakanlığı Strateji Geliştirme Başkanlığı tarafından düzenlenen Uluslararası Savcılık Sempozyumu'nun açılışında konuştu.

Bursa'da gerçekleştirilen Sempozyumda konuşan Bakan Bozdağ, önemli açıklamalarda bulundu.

Bozdağ şöyle konuştu:

“Adalet Bakanlığı, ülkemizin adalet politikalarının uygulanması konusunda ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi konusunda da görevli ve yetkilidir. Bizim gözümüz kulağımız bu sempozyumdadır. Ortaya çıkacak sonuçlarla ilgili buradan açıkça ifade etmek isterim ki bunlar bizim büyük bir oranda hayata geçireceğimiz sonuçlar olacaktır. İnşallah, bu vesileyle, şimdiden katkı verecek bütün akademisyenlere, hukukçulara, katılımcılara ayrı ayrı şahsım ve Bakanlığım adına şükranlarımı sunuyorum.

Savcılık müessesi ve uygulamaları, esasında ülke anayasalarının karakterinin somutlaşmış şeklini de ortaya koyar. Bir rejimin -bir ülke rejiminin- ne olduğu anayasasında yazıyor. İnsan hak ve hürriyetleri anayasada, yasalarda yazıyor ama gerçek anlamda bir ülkede insan hakları ve hürriyetleri  var mı, yok mu; hukuk devleti ilkesi uygulanıyor mu uygulanmıyor mu; hukukun üstünlüğü var mı yok mu? Bunu değerlendirenler pek çok uygulamayı dikkate alıyorlar, sonuca varıyorlar ama bu konuda ‘Birinci değerlendirme nedir?’ derseniz, hiç şüphesiz Cumhuriyet savcılarımızın uygulamaları bunun somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkmaktadır; çünkü Türk Ceza Mahkemesi, TCK ve özel ceza hükümleri ve bunların ortaya çıkardığı sonuçlar doğrudan insan hak ve hürriyetleriyle, insan onuruyla alakalıdır. Eğer biz, bunları Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler ve kendi iç hukukumuzda ortaya koyduğumuz kurallar çerçevesinde onlara azami derecede riayet ederek uyguladığımızda, emin olun, Türkiye’deki insan hakları tartışmalarının büyük bir bölümü Türkiye’nin gündeminde dahi olmaz. Ben buna yürekten inanıyorum; çünkü uygulamadan kaynaklı sorunlar, yasalardan kaynaklı sorunlardan daha da fazladır.”

Masumiyet Hakkı

“Savcılık müessesinin bütün boyutlarıyla  ele alınacağı bu sempozyumda uygulamadan kaynaklı sorunların mukayeseli hukukta nasıl  aşıldığının görüşmeler sırasında ele alınmasında büyük fayda olacağını düşünüyorum. Bizim ceza muhakemesi yasamız esasında delilden şüpheliye, sanığa ulaşan bir felsefeyi benimsiyor. Bunun anlamı bana göre önce delilleri toplayacaksınız, sonra şüpheliye soracaksınız. İşin başında şüpheliyi çağırıp ona sorduğunuzda delilleri toplama imkanınız da kaybolur. Sorduğunuz sorulara göre sizin niyetinizi, sizin hedefinizi gören şüpheli; yanınızdan çıktıktan sonra o delilleri kaybedebiliyor veya sizin ulaşacağınız kişilere daha önce ulaşıp gerçeğin ortaya çıkmasına engel olabiliyor. Bunun için soruşturma sürecinde  madem ki delilden şüpheliye, sanığa doğru giden bir müessese benimsemişiz, o zaman bunun doğru bir şekilde uygulanması, son tahlilde şüpheli veya sanığın ifadesinin alınması daha önemli. Böylelikle kişilerin damgalanmasının, lekelenmesinin de önüne geçmiş olursunuz; çünkü elde edeceğimiz deliller, şüpheliyi çağırmamız gereken bir sonuç da ortaya çıkarabilir. O zaman, şüpheliyi hiç çağırmadan biz o dosyayı kapatabiliriz. Kişi eğer kamuoyu önünde biriyse medya da bunu duyuyor, bütün dünya bunu duyuyor, isnadı bunu duyuyor; arkasından siz takipsizlik verseniz bir kıymeti kalmıyor ama suçu isnadıyla savcılığa çağrılan kişi daha sonra beraat dahi etmiş olsa burada çok ciddi lekelenme sorunu ortaya çıkıyor.

Bizim soruşturmaları yürütmede  Cumhuriyet savcıları olarak insanların lekelenmeme hakkına son derece azami saygı göstermemiz esastır. Onların onurlarını korumak, kendi onurumuzu korumak kadar önemlidir, kıymetlidir; aksi takdirde pek çok insanın haksız yere lekelenmesine toplum içerisinde saygınlığını yitirmesine pek çok olumsuzlukla karşılaşmasına biz neden olabiliriz. Onun için izninizle bizim şu andaki sunumlanmadaki rakamlar üzerinden bu konuda bir değerlendirme yapmakta bir fayda görüyorum.

2015 yılında ilk defa Cumhuriyet savcılıklarına intikal eden dosya sayılarına baktığımızda 3 Milyon 542 Bin 162 olduğunu görüyoruz. Bu karar 2015’te ilk defa savcılıklar önüne gelinen dosyalar. Bunlardan dava açılmasının ertelenmesi 43 Bin 691 dosyada, koğuşturmaya yer olmadığına dair verilen karar 1 Milyon 723 Bin 268 dosyada, koğuşturmaya yer olmadığına dair verilen kararlara itiraz 75 Bin. Bu büyük bir başarı. Yani siz 1 Milyon 723 Bin 268 dosyada takipsizlik kararı veriyorsunuz, bunun sadece 75 Bine itiraz var, bu itirazlarda 8 Bin 848’i  kabul ediliyor. Demekki koğuşturmaya yer olmadığı kararlarındaki isabet oranımız çok çok yüksektir. Bunun için de ben bu noktada bütün Cumhuriyet savcılarını tebrik ettiğimi buradan ifade etmek isterim ve iddianame düzenlenen dosya sayısı 2015 yılında 1 Milyon 102 Bin 724 dosyada da iddianame düzenlenmiş. Tabi bunların iddianamesi iade edilen iddianameler var, 27 Bin 403  dosyada iddianame iadesi var. 1.074 dosya ikiden fazla iddianamesi iade edilmiş; bu iyi bir şey değil.

Yine temyiz yoluna giden dosyalara baktığımızda o da önemli. Ceza muhakemesinin yargılama sonucunda verilen berat kararları bakımından 2015 yılında 284 Bin 762 dosya berat kararı verilmiş olmasına rağmen temyiz edilmiş, 505 ve 877 dosya da temyiz edilmemiş. Şu demektir; temyiz edilmeyen kararlarda isabet oranı daha yüksektir. Mahkemeler karar vermiş ve taraflar bunu temyize taşımamış. Bu son derece önemli ama baktığınız zaman 284 Bin 762 dosyanın beraat kararı verilmesini Cumhuriyet savcılarımızın değerlendirmesi lazım.  Normalde dava konusu olmayacak konular dava konusu edilmiştir. Toplama baktığımızda 790 Bin 639 berat kararı var.

Yani demin size arz ettiğim rakam neydi;  1 Milyon 102 Bin 724 iddianame var, bu iddianamelerden 790 bin 639’u berat; bu iyi bir karne değil. Berat oranlarının yüksek olması tabi son derece önemli bir husus, öte yandan tabi mahkumiyet kararları, onlara değinmiyorum, orada da ayrı sonuçlar var.

İddianamede vasıflandırılan suçtan değil de başka bir suçtan mahkumiyet, daha sonra mahkumiyetle bozma ve beraatla neticelenme oranlarına baktığımızda buralardaki sonuçların olumlu kanaatler ortaya koymamızı engellediğini de görüyoruz. Onun için beraat organlarının yüksek olması bizim soruşturma süreçlerindeki etkili bütün delillerin toplanmasını kapsayan bir soruşturmanın tam anlamıyla yapılmamasından veyahut da açılmaması gereken bir davanın iddianameye dönüştürüp açılmasından kaynaklandığı çok net olarak gözüküyor. Biz ‘Nasıl olsa delillerin takdiri mahkemeye aittir.’ deyip ‘Gönderelim.’ dersek o zaman mahkemeye gönderiyorsunuz, şüpheli yaptığımız insanı sonra da sanık yapıyorsunuz, sonra da beraat ediyor. Bu fevkalade yanlış bir durum, onun için Cumhuriyet savcılarımızın bu konudaki lekelenmeme hakkına saygı konusunda ve buna riayet konusunda çok dikkat etmeleri, son derece önem arz etmektedir. Bilemiyorum; ‘İşleme koymama.’ diye bir müessese şu anda uygulanıyor mu? Sayın başsavcılarım şu anda buradalar, onlar benden daha iyi bilirler.

Bizim sistemimizde ne var şu anda? Cumhuriyet savcılarına şikayet gelir gelmez esasa kaydediyoruz. Bekir Bozdağ ile ilgili şikayet geldi; esasta kaydediyoruz, hemen kaydederken şüpheli oluyoruz. Doğru mu? Yani yanlışsa söyleyin, esasa kaydedince şüpheli oluyor muyuz? Yani benimle ilgili saçma sapan birisi bir iddia söylemiş, bir dilekçe yazmış; hemen esasa kaydettik, savcılık veya bizim hukuk sistemimiz beni şüpheli bir kişi konumuna koyuyor. Onun için esasa kaydeder etmez insanları şüpheli noktasına koyan sakat uygulamaya son veren bir adımı ceza muhakememize mutlaka koymamız lazım.  Şüpheli ne zaman olacak? Savcı bu işin soruşturmasını yapmaya karar verip iddiaları ve iddianın içindeki delilleri, belgeleri bir ön araştırma sonrasında ciddi bulup bunu delilleştirme ve ileri götürme kararı verdikten sonra onu esasa kaydedip, şüpheli olarak değerlendirip; daha sonra o araştırmalardan elde ettiği delil onda kişinin suçluluğu hakkında yeterli kanaat oluşturup cezalandırılması gerektiğine dair kanaatinde bir yoğunlaşma sağlandıktan sonra onu iddianameye dönüştürmesi daha doğru bir işleyişi ortaya koyacaktır. O nedenle buradan lekelenmeme hakkı konusunda en fazla dikkat etmesi gereken kişiler olarak Cumhuriyet savcılarının soruşturmalarını yürütürken çok fazla dikkatli olmaları gerektiğini bir kez daha ifade etmek isterim.

Pek çok insan adı soruşturmalarla anıldıktan sonra, şüpheli olarak kayda geçtikten sonra toplum içerisinde çok ciddi sıkıntılarda yaşamaktadır. Bu, sıkıntıları aşmak için de burada bizim dikkat etmemiz gereken bir husustur. Bununla bağlantılı masumiyet ilkesi, lekelenmeme hakkı belki soruşturma sürecinde bizim dikkat etmemiz gereken önemli bir işse, masumiyet ilkesini korumak, kollamak ve onu yaşatmak da bizim temel vazifelerimizden bir tanesidir. Bunla şunu ifade etmek istiyorum: Açılmaması gereken davayı açmak masumiyet ilkesini çiğnemek demektir; çünkü siz insanı hırsız diye suçluyorsunuz, dolandırıcı diye suçluyorsunuz, sahtecilik yaptı diye suçluyorsunuz, başka bir şey diye suçluyorsunuz; sonra beraat ediyor. Savcılar bunu iddianamesinde ortaya koyup bizim ‘İddianamesinde o insanın mahkumiyetine yeter delil yoksa, mahkeme bunu takdir etsin de…’ deyip bundan kurtulmanın yolunu tercih etmemiz lazım; çünkü insan onurunu korumak, bizim en önemli vazifemizdir.

Anayasamızdaki masumiyet ilkesine riayet etmek de yine bizim en önemli vazifemizdir. Eğer Türkiye’de açılan iddianamelerle verilen mahkumiyet kararlarının birbirine yakın olması fotoğrafı ortaya çıkarsa o zaman deriz ki; lekelenmeme hakkına da tam uyuluyor ve mahkumiyet ilkesine de Türkiye’de azami riayet gösteriliyor.

Şu anda bu konularda karnemizin iyi olmadığını ifade etmek isterim ama bu karneyi ancak siz iyileştirebilirsiniz. Cumhuriyet savcılarımız mutlaka iyileştirebilirler. Bizim bunları iyileştirme noktasında hükümet olarak yapacaklarımız varsa biz sizin emrinizdeyiz. Ne yapmamız lazım gerekiyorsa onları öneriler olarak Adalet Bakanlığına ilettiğinizde biz o önerileri yasa gerekiyorsa yasaları değiştirerek, başka başka adımlar atmamız gerekiyorsa bu adımları atarak hayata geçirmemiz gerektiğine ben yürekten inanıyorum.”

Hakim ve Savcıların Görev ve Yetkileri

“İşin doğrusu savcılar, hakim değil bana göre.Hakimler de savcı değil. Savcı ayrı, hakim ayrı. Savcı bir kişiyle ilgili diyor ki; ‘Bu suçu işlemiştir, delilleri şudur, şu maddeye göre de cezalandır.’ diyor. Böyle bir iddiada bulunan kişi tarafsız olabilir mi?

Savcı talep ediyor, cezalandırılması için bütün delilleri toplayıp dosyaya koyuyor, yargılama sürecinde de ceza alması için mahkemeyi takip ediyor, mahkemede sanık avukatların savunmalarına karşı kendi delillerini, ilave görüşlerini ileri sürüyor, ondan sonra da diyoruz ki; ‘Savcı bağımsız.’ Benim şahsi görüşümde işin doğrusu bizim uygulamamıza baktığımızda, hatta dünyadaki bütün uygulamalara baktığımızda bu konudaki bağımsızlık, tarafsızlık tartışmasını herkesin şapkasını  önüne koyup çok ciddi bir şekilde yapması gerektiğine inanıyorum.  Yoksa güzel laflarla bu işi izah etmek yerine gerçek olan üzerine konuyu oturtmak ve o gerçek üzerinden vasıflandırmak bence daha doğru olan bir şeydir ama maalesef literatür bu noktada tartışmaları henüz bitirmiş değil. Umarız bitirirler, umarız bu konularda kafa yoran uluslararası örgütler ortak bir noktada buluşurlar ve bir karar alırlar.

Biz Türkiye olarak da bu konudaki her türlü çalışmada bundan önce olduğu gibi bundan sonrada iş birliğine hazırız. ‘Savcı soruşturmanın imparatoru’ dedi başsavcımız. Yani kağıt üzerinde öyle ama uygulamada kolluk daha etkin duruyor. Yeni Ceza Muhakemesi Kanunu -burada hocam yazanlardan birisi- savcıyı çok güçlendirdi. ‘Kolluk; delil toplarken, soruşturma evresinde yapılması gereken işleri yaparken birtakım eksiklikler, birtakım yanlışlıklar, birtakım kanuna aykırılıklar yapabilme ihtimali çok olan bir gruptur.’ dendi o zaman. ‘O zaman, hukuku daha iyi bilen, bu konuda daha iyi eğitim almış ve bu konuda uzmanlığına hepimizin inandığı savcılar eliyle bu yürütülsün.’ dendi; öylede kabul edildi ve ilk defa bunu daha güçlü hale getirmek için adli kolluk, Ceza Muhakemesi Kanunu’na 2004’te ilk defa kondu. O zaman pek çok savcı bu adli kolluk müessesine karşı çıktı, sonra emniyette karşı çıktı; çünkü onlar da ‘Güç bölünüyor.’ diye karşı çıktılar. Savcılar; ‘Bu kadar iş yükü üzerimize geliyor, biz bunun altından kalkamayız!’ diye karşı çıktılar ve herkes karşı çıkınca kanunun ilk şeklinde bazı değişiklikler yapıldı ama Türkiye adli kollukla Cumhuriyet savcıları arasındaki ilişkileri yeniden dizayn etmek; Cumhuriyet savcılarımızın soruşturmanın gerçek sahibi olarak bütün soruşturma süreçlerine hakim olması, egemen olması; kolluğun  savcının talimatı dışında iş yapmaması; hukuk devletini güçlendirmek bakımından, hukukun üstünlüğüne her aşamada ayakta tutmak bakımından son derece önemlidir. O nedenle biz de hükümet olarak adli kolluk müessesinin, dünyadaki örnekler incelenmek suretiyle Türkiye’de geniş anlamda hayata geçirilmesinin gerekliliğine inanıyorum. 

Şu anda kolluğumuz var ama sorumlu; İç İşleri Bakanlığı. Oradaki bazı kolluk görevlileri adli kolluk olarak vazife yapıyorlar ama başka ülkelerde de farklı uygulamalar var. Bu nedenle Türkiye’nin bu adli kollukla ilgili kısmı çok iyi bir şekilde masaya yatırmasında fayda var.

Biz de Bakanlık olarak bu adli kolluk konusunu, geniş anlamda incelemeye aldık ve Türkiye’nin savcılıkla irtibatlı bir adli kolluk anlayışına geçmesi gerektiğine yürekten inanıyorum. Bundan önce yapılan çalışmalar var. O çalışmalar değişik saiklerle tamamlanamadı ama Türkiye’nin yeni dönemde bunu ele alması gerekiyor. Başsavcılık, Yargıtay’ın savcısı gibi değil; Türkiye’nin savcısı gibi bir sıfat olarak nitelendirilmesi, görev tanımlarının da bu çerçevede yeniden ele alınması Türkiye Başsavcılığı müessesinin hukukumuza kazandırılması gerektiğine inanıyoruz  ve bu anlamda da bir çalışmayı Bakanlık olarak bu çalıştayın çıktıları üzerine bina edebileceğimizi de buradan ifade etmek istiyorum.

Şu ana kadar yapılmış bazı aksaklıklar var. Adalet Bakanlığında geçmiş dönemlerde onları da önümüze koyacağız, başka örneklere de bakacağız ve buradan çok iyi bir sonuç ortaya çıkarma konusunda adımlar atacağımızı da ifade etmeyi buradan uygun görüyorum.

Ayrıca değerli katılımcılar bizim hukukumuzda yer alan iddianamenin iadesi müessesinin fazlaca işletilmediğini de görüyoruz. Bu  mahkemeler tarafından yapılan bir durumdur. Eğer iddianamenin iadesi müessesini iyi bir şekilde Türkiye işletebilmiş olsa pek çok sorun çözülebilir. Maalesef Yargıtay’ın verdiği bazı kararlar iddianamenin iadesi müessesini doğmadan öldürmüştür. O nedenle Yargıtay Başkanımızı da bu görüşümü ifade ettim ve Yargıtay’ın kanuna uygun bir içtihat değişikliğine gitmesini son derece önemli olduğunu ifade ettim. Buradan bir defa daha söylüyorum; çünkü Yargıtay’ın iddianamenin iadesine ilişkin kararlarda ortaya koyduğu kısaslar Ceza Muhkakemesinin şu anda ortaya koyduğu kıstaslara -hiç şüphem yok- aykırı. Bunun değişmesi son derece önemli. Bunu söylediğim zaman ‘Bakan yargıya müdahale ediyor!’ demeyin ama çok net aykırı olan bir şeye ‘aykırı’ demek, yanlış olan bir şeyin düzeltilmesini talep etmek; herhangi bir müdahale anlamına kesinlikle gelmez. Bunu buradan ifade etmek istiyorum.

Uzlaşma müessesinin iyi işletilmesi bu lekelenme bakımından da  son derece önemli. Biz uzlaşma müessesini iyi işletirsek insanları lekelemeden masumiyet ilkesini koruyarak pek çok şeyi bitirebiliriz İşte az önce verdiğim örnekte beraatla sonuçlanan 790.Bin küsür dosyanın belki önemli bir kısmı buradan eriyebilir ve o insanlara da ayrı bir mağduriyete neden olmaz. O nedenle hukukumuzdaki yeni müesseseleri uygulamakta bizim çekingen davranmamız gerektiğini ve bunları iyi uygulamamızın faydalı olacağını buradan bir kez daha ifade etmek isterim.

Türkiye önemli bir reforma imza atıyor. İstinaf mahkemelerinin hayata geçirilmesi konusundan kararlı bir adım atıldı. İnşallah 20 Temmuz 2016 tarihinde Türkiye istinaf yargılamasına fiilen geçmiş olacaktır. Şimdiden hayırlı ve başarılı olmasını temenni ediyorum ve başarılı olacağına da gerçekten inanıyorum.”

İstinaf Mahkemeleri

“Adaletin hızlı ve doğru tecellisine katkı sağlayacağına vatandaşımızın yargıya olan güveninin arttıracağına, yargıdan memnuniyeti yükselteceğine yürekten inandığımı buradan ifade etmek isterim.

Şu aşamada yedi yerde istinaf mahkemesinin atamasını yaptık. Bunun sayısını on beş’e çıkaracağız. Bu on beş’in içerisinde Bursa’nın istinaf mahkemesi de yer almaktadır. Bu vesileyle Bursa’daki hemşehrilerimize istinaf’ın  Bursa’da da hayata geçirileceğini buradan ifade etmek isterim.

Altyapı çalışmalarımız hızla devam ediyor, bittikten sonra da Bursa’yı hemen devreye alacağımızı buradan bütün Bursalılara müjdelemek istiyorum.

Bunun kapatıldığı şeklinde değerlendirmeler sadece gerçeği çarpıtmaktır. Biz istinaf mahkemesini kapatma kararı almadık, almayı da düşünmüyoruz ve ilerde bunların sayısı daha da artabilir; bunu bize zaman gösterecektir.

Ortaya çıkan dosyalar, ortaya çıkan uygulamalar ve uygulamaların bize gösterdiği gerçekler bize bu uygulamada farklı kararlar almamıza yol açabilir; bu yüzden bu donuk bir uygulama da değil. Gerçeklere göre burada değerlendirmeler de yapabileceğiz.

İstinafın faaliyete geçmesi Yargıtay’a ve Danıştay’a giden iş yükünü de ciddi bir şekilde azalmasına yok açacaktır. Yaptığımız hesaplamalara göre ceza davalarının %91’i, hukuk davalarının %89’u, idari yargılama davalarının %80 civarı istinaf’ta kesinleşecektir ve yaklaşık bir yıl gibi bir süre içerisinde çok az sayıdaki dosyalar Yargıtay’a temyizen gelecektir. Tabi bu, Yargıtay ve Danıştay’daki üye ve daire sayısını azaltmak konusunu da bizim gündemimize getirmiştir; çünkü istinafın devreye girmesi böylesi bir sonucu da ortaya koymaktadır.”

Yargıtay Ve Danıştay Üyelerinin Süresini 12 Yıl İle Sınırlandıracağız

“Şu anda Bakanlık olarak yaptığımız çalışma çerçevesinde Yargıtay ve Danıştay’daki üye ve daire sayısını azaltan kanun çalışmamızı tamamlamış durumdayız. Yargıtay ve Danıştay üyeliklerini  12 yıllık bir süreyle sınırlı hale getiriyoruz.

 Şu anda bildiğiniz gibi seçilen üyeler 65 yaşını doldurana kadar görev yapıyorlar. Bu kanunun yasalaşması halinde Yargıtay ve Danıştay’a seçilen üyeler 12 yıl görev yapacaklar. Anayasa Mahkemesi üyeliğine seçilenler de Türkiye’de 12 yıl görev yapmaktadır; dolayısıyla yüksek yargıda bir uyum sağlamak maksadıyla böyle bir adım atma kararı alındı ve istinafın faaliyete geçene kadarki süre içerisinde Yargıtay ve Danıştay’ın ellerindeki dosyaları karara bağlamaları için  de  2 yıllık bir geçiş süresi öngörmekteyiz. Bu 2 yıllık süre içerisinde daire sayıları mevcut haliyle devam edecek. Bunlarla ilgili kararı bölüştürme kararı Yargıtay ve Danıştay’ın başkanlık kurulu kendisi verecektir. Dosyalar azaldıkça, bittikçe buna dair kararları kendileri alacak ama 2 yılın sonunda daire sayıları yeni kanunda belirtilen rakama gelmiş olacaktır. Sayılar için de  ayrıca çevirici bir geçişi bu yasada öngördüğümüzü buradan ifade etmek isterim.

Ayrıca terör ve anayasal suçlarla ilgili konularda yaşanan ciddi sorunlar var. Bildiğiniz gibi DGM’leri kaldırdık, ÖYM’leri kaldırdık ve farklı usul uygulamalarını da kaldırdık. Bundan sonra da farklı bir usul uygulaması Türkiye’de olmayacaktır. Tek usul uygulanacaktır, hangi suçluyu olursa olsun şu andaki ceza muhakemesi usulümüz uygulanacaktır.

İhtiyaçlar ne gösterir onu bilemeyiz ama şu aşamada pek çok yerden anayasal suçlarla ilgili soruşturma yetkisini il savcılıklarına verilmesi konusunda Cumhuriyet savcıları tarafından bize talepler iletilmektedir. Cumhuriyet savcıları, il savcıları yapsın; çünkü bu soruşturmalar belli bir tecrübeyi zorunlu kılıyor. Yeni gitmiş bir savcının örgütlü suçlar, terör suçları gibi suçlarla  alakalı soruşturmaları etkin bir şekilde yapması ve yürütmesi son derece zor olmaktadır ve bu açıdan da bunun il Cumhuriyet savcılıkları tarafından yürütülmesinin daha doğru olacağına dair görüşler ileri sürülüyor. Ben bu konunun da belki savcılarımız tarafından sempozyumun kapsamında yok ama burada bir değerlendirilmesinde fayda olduğunu düşünüyorum. Eğer olumlu bir dönüş olursa bu konuyu da önümüzdeki dönemde değerlendirebileceğimizi buradan bir kez daha ifade etmek istiyorum.”

Uzlaştırma

“Ayrıca uzlaşmayla ilgili müesseseyi etkin hale getirecek bir adım atma kararı aldık. Bildiğiniz gibi uzlaştırma müessesesinin kapsamına giren suçların sayısı sınırlı. Bu sayıyı çoğaltıyoruz, daha fazla suç, bunun kapsamına girecek.

İkincisi uzlaştırma müessesesinin etkin ve başarılı bir şekilde uygulanmasının önündeki engelleri uygulayıcıların bize ilettikleri sorunlar üzerinden o sorunları giderecek adımları atarak çözme kararı aldık. Bir tanesini söyleyim:

Deniyor ki ‘Uzlaşma teklifi karakolda veya savcılıkta şikayete gelen kişiye şikayet anında sorulur.’ yani yumruk yemiş, sopa yemiş,kavga etmiş, öfkesi burnunda; hemen karakola vermiş veya savcılığa vermiş; ’Ben şikayetçiyim, şunu cezalandırın.’diyor. Siz orada ‘Uzlaşmak ister misiniz?’ diye soruyorsunuz. Uzlaşsa zaten sizin yanınıza gelmez ama bu,  ‘Uzlaşmak ister misiniz?’ sorusunu bir ay sonra biz sorsak, cevabı büyük oranda olumlu olabilir. Onun için öfkenin, kavganın veya ihtilafın doğurduğu olumsuz duyguların mümkün olduğu kadar azaldığı bir evrede uzlaşma istenip istenmediğinin sorulmasını bu müessesenin başarısı için son derece önemli olduğunu Cumhuriyet savcılarımız bize ilettiler. Onun nedenle de işin başında uzlaşma talep edip etmediğini sormayan ama belli bir aşamadan sonra ona soran bir imkan getireceğiz. Başka da uygulamadan kaynaklanan sorunları çözen adımlarımız olacaktır. Uzlaştırma müessesesini daha etkin bir şekilde uygulama imkanı bulacağız."

Bakan Bozdağ sempozyumun ardından programı çerçevesinde, Bursa Adalet Sarayı, Bursa Valiliği, Bursa Büyükşehir Belediyesi, AK Parti Bursa İl Başkanlığına ziyaret gerçekleştirdi, Bursa Bölge Adliye Mahkemesinin yapılmasının planlandığı yerleşkede incelemelerde bulundu.