Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, "Dünyada ve Türkiye'de Darbe Yargılamaları Uluslararası Sempozyumu"na katıldı.
İstanbul'da gerçekleşen sempozyumda önemli konu başlıklarına değinen Bozdağ, şu açıklamalarda bulundu:
“Sözlerime başlarken İstanbul Üniversitesi ev sahipliğinde seçkin bir heyetle darbeler konusunda uluslararası katılımla yapılan böylesi önemli bir toplantıda bulunmaktan dolayı memnuniyetimi ifade ediyor, bütün katılımcıları selamlıyorum. Burada yapılacak sunumlar eminim ki sadece Türkiye tecrübesini değil az önce başkanımızın ifade ettiği gibi İspanya, Arjantin ve diğer ülkelerin tecrübeleri hakkında da Türkiye’nin bilgi sahibi olması darbeciler, darbeler konusuna, demokrasi, hak, hürriyet, daha da önemlisi milli irade konusuna yaklaşımlarına büyük katkı sağlayacaktır. Böylesine önemli bir toplantıyı tertip eden başta Hukukçular Derneği Başkanına ve ekibine, Türkiye Adalet Akademisine ve buna ev sahipliği yapan İstanbul Üniversitemizin saygıdeğer ekibine, davete icabet eden uluslararası misafirlerimize ve siz değerli katılımcılarımıza ayrı ayrı şükranlarımı sunuyorum.
Türkiye’nin tarihine baktığımız zaman darbeler konusundan en fazla çekmiş ülkelerden biri olduğunu görürüz. Zira sadece Cumhuriyet dönemde değil, esasında Osmanlı Devleti döneminde de bizim darbelerimiz oldu. Yeniçeri Ocakları kazan kaldırıp vezir, sadrazam kellesi aldılar; nice sultanın, padişahın tahttan indirilmesine, öldürülmesine yol açtılar, Osmanlı dönemimiz de bu açıdan zengin bir kaynağa sahip.
İLK ASKERİ DARBE 27 MAYIS
Cumhuriyet Türkiye’sine geldiğimiz zaman Türkiye, tek partili dönemde böyle bir şeye ihtiyaç duymadı; zira hem yürütme hem yargı hem yasama, tek bir düşüncenin elinde beraber uyum içindeydi. 1923’ten beri tek başına iktidar olan siyasi partinin doğrudan halk tarafından iktidardan indirilip yeni bir iktidar seçilmesi o dönem çok büyük tartışmalara yol açtı ve bu tartışmalar Demokrat Parti iktidarının 10 yıllık başarılı döneminde de daha da büyüdü. 27 Mayıs 1960 tarihinde Cumhuriyet Döneminin ilk askeri darbesini görmüş oldu. Başbakan, bakanlar toplandı; hapishaneye alındı ve o dönem yargı, siyaset, medya, akademi de bu işin içindeydi. İsminin önünde “ordinaryüs profesör” yazan pek çok kişi bu işin içindeydi. 27 Mayıs darbesinden sonra Türkiye’de 15 kişi hakkında idam cezası verildi, 31 kişi hakkında müebbet hapis cezası verildi.
Aradan 10 yıl geçiyor, 12 Mart 1971 de bu sefer askeri bir muhtıra ile karşı karşıya asker doğrudan yönetime el koyuyor; sivil iradeyi de askerin yanına alarak onları adeta darbenin kılıcına dönüştürüyor. Bizim 12 Mart 1971 tecrübemiz, aslında siyasi başarısızlığın en somut göstergesidir. Askerler muhtırayı alarak yazılı hale getiriyorlar, bir örneğini Millet Meclisi Başkanlığına, bir örneğini Cumhuriyet Senatosu Başkanlığına ve daha da ilginci, ne dönemin Cumhurbaşkanı, ne Başbakanı, ne de muhalefet partilerinin başkanları bunlara açık bir cümle söyleme yürekliliğini gösteremiyorlar, daha da vahimi Cumhuriyet Senatosu Genel Kurulunda okunuyor. Tutanakları aldım, inceledim, Genel Kurulda hukuku, anayasayı tanımayan bu muhtıra karşısında acaba Millet Meclisi Başkanı yada vekiller veyahut da parti mensupları, kimseler çıkıp da “Böylesi bir onursuzluğu nasıl Meclis’e yaşatırsın, ey Meclis Başkanı!” demiyor. Senatoda aynı şey oluyor ve işin daha da kötüsü parlamento o dönemde muhtırayı verenlerin iradesi ne ise onlara emrediyor parlamento yapıyor. Parlamento, muhtırayı yapanların emir eri durumuna gelmiştir.
Arkasından 10 yıl geçmeden, 9 yıl sonra 12 Eylül 1980’de yeni bir darbe yaşandı; ordu emir komuta silsilesi içerisinde yönetime el koydu ve yargılamalar başladı, tutuklamalar başladı ve bu dönemde tam 230.000 kişi yargılandı; yedi bin kişi için idam cezası istendi, 517 kişiye idam cezası verildi ve 50 kişi hakkında idam cezası asılmak suretiyle infaz edildi. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi siyasi mülteci oldu; devletini terk etmek zorunda kaldı.
MEDYA DESTEĞİ OLMADAN DARBELER BAŞARILI OLAMAZ
Yargılamaların nasıl sahneler olduğunu anlatmaya kelimeler yetmez ve o dönemde en meşhur olaylardan birisi Erdal Eren isimli, daha reşit olmayan birini yargılıyorlar ve daha da kötüsü hukuk fakültesi, isimleri önünde “doktor ve ordinaryüs” yazan kişilerin verdikleri akılla zarar verdikleri raporla idam cezasına çarptırıldı, daha sonra da idam edildi.
Akıl hocaları, her zaman üniversitelerden çıkmıştır, medyadan çıkmıştır, bir de darbecileri kullanan uluslararası güçlerden çıkmıştır. Türkiye’de yapılmış darbeler dâhil bütün dünyada darbeciler taşerondur, darbe yapanlar da ülkelerini bunların eline tahsis etmişlerdir ve üniversiteler de bunların gönüllü rehberi olmuştur. Tüm üniversitelerden bahsetmiyorum, bazılarına söylüyorum.
17 yıl geçtikten sonra, 28 Şubat 1997 yeni bir darbe örneğiyle Türkiye karşılaştı. Bu, 12 Mart’a benziyor biraz, fakat partilerin tutumu itibariyle 12 Mart 1971’e benzemiyor, çok fark var. Muhtıranın bütün şartları, bütün iklimi o dönemde de vardı. Merhum Necmettin Erbakan- o dönemin Başbakanı- 28 Şubat post modern darbesine, halkı yanına çağıran açıklamalar yapıyor, sivil toplum örgütlerini yanına çağıran açıklamalar yapıyor, siyasi patileri yanına çağıran açıklamalar yapıyor, ama o dönem ne Cumhuriyet Halk Partisi ne Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Merhum Erbakan Hoca’ya destek vermiyorlar. Milletvekilleri art arda istifa ediyorlardı; bir milletvekili istifa ediyor, daha onun istifası televizyon ekranından düşmeden diğer bir milletvekili istifa ediyor. Doğru Yol Partisini böldüler, Demokrat Türkiye Partisi diye yeni bir parti kurdular ve Refah Yol Hükümetini istifaya mecbur bıraktılar ve hükümet istemeyerek zorla istifa etmek zorunda kaldı. Darbecilerin istediği bir hükümet kuruldu. Sayın Mesut Yılmaz dedi ki; “Benim siyasi hayatıma mal olsa da bu imam hatiplerin kökünü kazıyacağım” İmam hatipler var ama Sayın Yılmaz’ın kökü kalmadı.
Darbe kim tarafından yapılmak istenirse istensin medya desteği yoksa, siyaset içinden desteği yoksa, üniversitelerden desteği yoksa, uluslararası kamuoyu yoksa bunların başarılı olma şansı yoktur. Ve Türkiye’de darbelere baktığımız zaman medya desteğini en başta görüyoruz. 12 Eylül darbesi gerçekleştiği zaman adı Cumhuriyet olan şimdi paralel cumhuriyet mi, eski cumhuriyet mi belli değil. Diyor ki "Kahraman Türk ordusu tüm Türkiye’de yönetimi ele aldı" Hürriyet gazetesi manşet atıyor, “Türk ordusu görev başında”.
O dönemde hatırlar mısınız, Merve Kavakçı Hanımefendi’ye dünyayı zindan ettiler; Türk vatandaşı, seçimlere girmiş, parlamentoya girmiş ama yemin ettirmediler, çocuklarının psikolojisini bozdular, evine gidip baskın yaptılar. Adalet Bakanı olduğum dönemde MİT TIR’ları ile ilgili hatırlarsanız, bir hukuk dışı paralel çetenin talimatıyla yürüyen bir çalışma var o zaman. Adana Savcısı arabasına binip TIR’larını aramaya gidiyor, ben o zaman Adalet Bakanlığı bürokratlarını çağırdım, cumhuriyet savcıları bizzat aramaya gider mi? Dediler ki 'Gitmez'. Peki nasıl olur! Karar alır kolluk kuvvetleri gider, arar. Sadece yasa gereği savcının hazır bulunması gereken durumlarda savcı bulunur. Bugüne kadar savcının aramada bulunduğu bir dönem bir olay oldu mu diye sordum, sayın Merve Kavakçı’nın evine aramaya gidildiğinde savcıda vardı tek örnek vardır. Birisi Pensilvanya’nın talimatıyla birisi 28 şubat post modern darbecilerinin talimatıyla hukuku ayaklar altına alınıyor.
MİLLETİN İRADESİNE SAHİP ÇIKTIK
AK Partinin hükümet olmasından sonraki süreçte,1000 yıl sürecek denen bir sürecin arifesinde iktidar oldu neler yaşandı; balyoz, Ergenekon, Kafes darbe teşebbüslerine Türkiye sahne oldu, Cumhuriyet mitinglerine Türkiye sahne oldu, Cumhurbaşkanlığı seçim krizine Türkiye sahne oldu.
Cumhurbaşkanlığı seçimi Anayasa Mahkemesine gitti ve Anayasa Mahkemesi büyük hukuksuzluğun altına imza attı ve o dönemin Anayasa Mahkemesi üyeleri bu kararın altına olumlu olarak da imza atanların hepsi anayasayı ayakların altına alıp çiğnediler, o dönemde muhtırayı verenlere itaat ettiler, Anayasaya sadakatlerini yerine getirmediler. Bunları şu sebepten anlatıyorum siyasetin duruşunun darbecilere karşı ne denli önemli, milletin onurunu hukukunu, demokrasiyi korumanın ne denli önemli olduğunu ifade etmek için anlatıyorum.
Sayın Cumhurbaşkanı 27 Nisan'ın sabahı ne dedi; “ Askerin görevi ayrı hükümetin görevi ayrı hükümete bağlı olarak çalışanların böyle bir şey yapmaları hâdleri değildir.” Ve bir tavır oluşturdu. Allah rahmet eylesin Sayın Demirel ne yapıyordu fötrü alıp gidiyordu başkaları da kaçıyordu asker beni alıkoymasın diye. Kaçarak değil onların karşısında dimdik durarak, kendisine tevdi edilen milli emanet sahip çıkarak darbeleri önleyebiliriz. Türkiye’de bizim dönemde başlatılan teşebbüslerin hiçbirisi başarılı olamadı. Neden olamadı? Çünkü milletin iktidarı milletin emanetine ihanet eden bu ülkenin anayasa ve yasalarını yok sayan milletin hukukunun tanımayanlarına karşı milletin emanetine sahip çıktı. Cesaretle tavır koydu eğer tavır koymasak mücadele etmemiş olsak emin olun şu anda AK Parti diye bir parti olmazdı Türkiye’de de başka bir iklim hakim olabilirdi bambaşka bir noktaya gidebilirdi Türkiye. Türkiye geçmiş siyasetinde bunu başaramadı. Halk bize cumhurbaşkanını seçme yetkisini verdi öyleyse biz bu yetkiyi kullanırız, şu cumhurbaşkanı olmayacak, bu cumhurbaşkanı olmayacak, diyen sayın Baykal o zaman öyle bir cumhurbaşkanı niteliği sayıyordu ki AK Partileri bırakın CHP’lilerin içinde bile o vasıfta biri yok, ailesinde sakallı olmayan, ailesinde başörtülü olmayan birisini bulacaksın diyorlardı, CHP’nin içerisinde bulabilir miydin böyle birini? Biz ne dedik milletin emanetini kimseyle paylaşmadık önümüzü kestiler, seçim kararı aldık millete gittik millet bizim gücümüze güç kattı Anayasayı değiştirdik Sayın Abdullah Gülü o zamanın cumhurbaşkanı yaptık, eğer onların iradesine teslim olmuş olsaydık, orada askerin güdümünde bir cumhurbaşkanı olacaktı ve Türkiye onun emir komutasında yoluna devam edecekti. Biz milletin iradesine sahip çıkan bir adım attık.
DARBECİLER YARGI ÖNÜNE ÇIKARTILDI
Şu ana kadar başarılı olmuş hiçbir darbenin mensubu daha sonraki süreçte yargı önüne çıkarılamadı sadece darbecilere karşı darbe yapmaya teşebbüs eden bazı cuntalar geçmişte darbeciler tarafından yargıya götürülmüş ama siyasi sivil iktidarlar tarafından yargı yolu açılmamış 12 Eylül Askeri darbesinden sonra yürürlüğe giren 12 Eylül Anayasası 1982 Anayasası maalesef askeri darbeyi yapan komuta kademesi o dönemde yürütmede görev alan ve diğer yerlerde görev alanlarla ilgili herhangi bir hukuki mesuliyeti olmayacağı ve bunlara dönük soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağını Anayasa kuralı haline getirdiler, geçici madde 15 ile milletle o dönemin şartları nedeniyle onaylamak zorunda kaldılar ve siyasi partiler o dönem o maddeyi değiştiremediler değiştirmeyi teklif dahi edemediler ne zaman kadar 2010 yılına kadar daha doğrusu AK Parti hükümetinin iş başına geldiği döneme kadar pek çok parti geçti. Anayasada pek çok değişiklik yapıldı ama geçici madde 15'yi değiştirmenin müzakeresini bırakın özel toplantılarda dahi bu maddeyi yürürlükten kaldıralım diye konuşma yok böyle bir şeyi akıllarına getiremiyorlar. Çünkü cesaretleri yok bunların yürekleri yok. Sayın Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa hazırlanırken bu madde gündeme geldi ve orada Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla anayasamızın içerisine konuldu, geçici madde 15’i kaldırdık. Türkiye ilk defa darbeyi yapanlar ve darbesinde başarılı olanlarda hesaplaşma fırsatı buldu.
Yargı önünde adalet önünde bu işlere tevessül edenler hesap vermek zorunda kaldı 12 Eylül 1980 askeri darbesini yapanlar Kenan Evren ve hayatta olanlarda yargının önüne çıktılar ve hesap verdiler. 28 Şubat Post modern darbesi yapanlar yargının önüne çıkıp hesap verdiler.
Bütün bu darbeler karşı hem anayasal düzeyde hem siyasal düzeyde samimiyet ve cesaretle tavır koyan cumhuriyet tarihinin hükümeti AK Parti hükümetidir. Yegâne partisi AK Partidir. 1960 darbesinin arkasında yine CHP var. Bunlar el ele kol kolaydılar çünkü 1961 anayasası CHP kendi kongrelerinde kabul ettiği ilkelerin anayasaya yazılı şeklidir. O yüzden siyasetin tavrının dışında ilk defa cesur bir tavrı bu dönemde ortaya koyduk. Eğer milletin temsilcileri milletin emanetine samimi olarak sahip çıkar darbe yapmak isteyenlerden korkmaz çekinmez, hukukun verdiği yetkileri, bunun sıfatı şu bu falan makamda bulunuyor gibi endişelerden uzak endişeli bir siyaset değil cesur bir siyaseti takip ederse bir daha darbenin olması kolay kolay mümkün olmaz. İnşallah burada yapılacak tartışmalarda bu konular daha da geniş yer alınır hem ülkemiz için hemde bu ülkeler destek veren ülkeler için burada daha faydalı sonuçlar çıkar.
Türkiye’nin huzuru istikrarı güvenliği son derece önemlidir biz bunlar içinde gayretimizi sürdürürken huzursuzluktan, istikrarsızlıktan beslenmek isteyenler elbette olacaktır ama biz kararlı olarak doğru işler yapar doğru adımlar atar yolumuza bu şekilde devam edersek hiçbirinin başarılı olma şansı yoktur. Askeri darbeler şiddetin, krizlerin, kaosların, kargaşaların olduğu dönemlerde kendilerine büyük bir güç alanı imkan alanı bulur siyasi iktidarlar bu alanları asla onlara bırakmaması onlara bu imkanı verdirmemesi darbe yapacaklar olanlar ya ortamı kendileri yaratıyorlar yada başarısız siyasi iktidarların yarattıkları yanlış ortamlardan istifade ediyorlar, ama kendilerinin ortam yaratmasına da izin vermeyeceksiniz ortamı doldurmasına da izin vermeyeceksiniz her şeyi yerli yerinde onların karşısında her daim dimdik duran bir yaklaşımla yola devam etmek gerekir.Biz bunu Türkiye olarak 13 yıla kadar tam sağlayamadık, tam sağlamış mıyız şimdi sağladık, bir parti bu konuda net duruyor ama diğerleri net durmuyor.
DARBE YASALARININ ANASI ANAYASA'DIR
Şimdi ne deniyor darbe yasalarını temizleyelim en büyük darbe yasası hangisi diye sorsam burada herkes 1982 Anayasası der. Bütün darbe anayasalarının anası 1982 Anayasasıdır. 1982 Anayasasını çöpe atmayı başaramazsak Türkiye’nin üzerindeki darbe tehdidini ortadan kaldırmış sayılmayız. Darbe tehdininin artık imkânsız hale getirdik diyemeyiz onun için bizim bu 1982 Anayasasını tarihe havale edip onun yerine milletin temsilcilerin kendisini hür hissettiği bir ortamda hayata geçirmemiz şarttır. Bunu başardık mı? Başaramadık şu anda ülkede böyle bir iklim var, şu anda ülkede yeni Anayasa yapmak için darbe yapmak gerek diyen insanlar var. Niye yapamazsınız değiştiremezsiniz bu anayasanın kurduğu bir düzen var bu anayasayı değiştiremezsiniz diyorlar. Eğer bu Anayasaya dokunamaz derseniz geleceği dondurursunuz gelecek nesillerin hakkına hukukuna tecavüz edersiniz. Ülkenizin gelecekteki menfaatlerini yok saymış olursunuz. Maalesef böyle bir yaklaşım var 1982 anayasasını darbeciler yapmış ama gelecek nesillerin iradesini bize göre ipotek altına almıyor. Ama maalesef öyle düşünenler var yeni anayasa yapmaya bu anayasa izin vermiyor ,sadece tadilat tamirat yapabilirsiniz diyorlar. O zaman darbeciler gelir yeni anayasa yapar demektir bu. Bu milletin temsilcileri hür bir biçimde milletin parlamentosun da toplumun bütün kesimlerinin katkısıyla yeni bir Anayasa yapmayı başaramayacak mı?Ama maalesef bugünkü siyasi konjonktür buna müsaade etmiyor halkımız basireti siyasi partilerin basiretinden çok daha ileridir.
Ben milletimize güveniyorum bu aziz millet bu yeni anayasaya hayır diyen yeni anayasa olmasın diye ipe un seren zihniyetlerin hepsini yeni Anayasaya mecbur edecektir. Bu anayasayı 17 sefer değiştirdik tam 105 yerde değişiklik yaptık, yamalı bohçaya dönmüş durumda. Bu anayasanın başlangıcını okuduğunuz zaman Anayasa’nın lafzıyla ve ruhuyla temas ettiği bütün konular da geçerli olduğunu orada gördük hem lafzına hem ruhuna hem başlangıcına hem her harfine kıymet veriyor bu önemli. Bu şu demektir; biz değiştire değiştire 82 Anayasasını hukuka dayalı bir Anayasa haline getiremeyiz, değiştire değiştire insan haklarına dayalı bir Anayasa haline getiremeyiz.Çünkü bu anayasanın ruhu burada durduğu sürece bazen 367 diye hortlar bazen başörtüsü diye bir yasal durum ve başka türlü hallerde yeniden yeniden hortlar o yüzden Türkiye’nin hortlak görmemesi için bu darbeci ruhunu öldürmesi lazım, öldürmenin yolu da yeni anayasa yapmaktır. Umarım Türkiye yeni anayasa yapmayı başararak bu darbeci ruhunu ortadan kaldırır milletin ruhu milletin iradesi milletin görüşlerini esas alan, milletin Anayasasını yapar.Şu andaki Anayasamız bir toplumsal sözleşme bir millet sözleşmesi değil bir darbe sözleşmesidir bir darbeci sözleşmesidir. Bu sözleşme yürürlükteyken elbette uyacağız ama bunu yürürlükten kaldırmaya çalışmakta her Türk vatandaşı için şerefli vazifelerin başında gelir.Bunu kaldırmak için mücadele etmek de siyaset yapan içinde fikir üreten içinde her bir vatandaş içinde büyük bir şereftir. Umarım ki TBMM Başkanımızın çağrısı olumlu neticelenir parlamento uzlaşma komisyonu yeni Anayasayı hayata geçirmeyi başarır, ümidim yok ama bu ümidi de yok etmeyi istemiyoruz, birazda olsa bu ümidi geleceğe taşımak bizim görevimizdir. Ve sözlerime son verirken tekrar burada emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.